Candan Yıldız

21 Ekim 2012

Pekala aşka veda

Can Dündar’a göre \'aşk; yaş, sosyal statü, renk, ırk, cins, dil, mezhep, milliyet\' farkı tanımaz. Oysa bal gibi de tanır

“Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni” filminde Haşmet Asilkan, 90’ların iyimser havasına kendisini kaptırmış, artık aşk filmi çekmek istemeyen, “entelektüel” kaygıları öne çıkan, ancak işe biçim değiştirerek başlayan; sakal bırakan, fular takan, “toplumsal gerçekçi film zamanıdır” diyerek 12 Eylül filmi için kolları sıvayan, ancak siyasi ve ideolojik cürmü kadar cesaret gösterebilen dönem karakteridir. Nitekim “sanat toplum içindir” çıkışından geri adım atar, “bedel” istemeyen aşk filmlerine döner.

Can Dündar’ın son kitabı “Aşka Veda”yı okurken birden bu film geldi aklıma. “Romantik yazıların unutulmaz yazarı” gazeteci Dündar’ın aşka dair sözü hep oldu; hem de kocaman kocaman. Aşka, öznelerini aşan, aşkın, bağımsız ve güzellemesi bol rol biçen Dündar, Haşmet Asilkan karakteri gibi, iyi bildiğini iddia ettiği bir alanda, sağdan sola, baştan sona, kalıp, ezber dolu yazılar kaleme alır.

Bozuk bir saatin günde iki kez doğru göstermesi gibi kimi duyarlılıkların ara ara hissedildiği denemeler toplamı kitapta harcıalem bilgi olarak “aşkın devrimci” olduğunu söyler yazar; ancak ne hikmetse, o aşkın nasıl oluyor da özel alanlarımızda “karşı devrime” dönüştüğünü anlatmaz.

“Aşk tırnaklarını, dişlerini sökmüştü adeta; onu uysallaştırmış evcilleştirmişti” diyen yazar, aşkı bizzat iktidar olarak görür, öznelerini ve onların cinsiyetçi rollerini görünmez kılar. Aşk, bir nevi “trafik canavarı” kavramsallaştırmasındaki gibi gerçeği örtendir.

Hepimizin ruhuna bir biçimde dokunan; feminizm öncesi dönemlerimizin siyah-beyaz aşk filmlerindeki “zengin kız fakir erkeği sevebilir” naifliğine kendisini “bilerek” kaptırmış ve bugüne taşımış yazara göre “aşk; yaş, sosyal statü, renk, ırk, cins, dil, mezhep, milliyet” farkı tanımaz. Oysa bal gibi de tanır. Aşkın her şeyi affetmesine pek teşne medyadan az mı dinledik “Tuğçe Kazaz’ın din değiştirdiği” haberlerini.

Serde sol liberallik var ya, aşkı yüceltirken, “devlet, aile ve özel mülkiyet”i, karşısına koyuyor ama egemenlik sistemi olarak patriyarkadan hiç söz etmiyor; kitabın genel ideolojisinin tutarlılığı gereği. Yine sol soslu tanımlara rastlarız Aşka Veda’da: “Özlemi, sol memenizin altında, tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu”...

Romantizmin bütün kalıplarına sığınır; yetmeyen zamanlar, geçmeyen saatler, ölüme eş ayrılıklar... Olağanüstü yeteneklerin atfedildiği hayali bir kahramandır aşk.

Heteroseksüel aşkın kitabında bildik kanunları yazan Can Dündar; homofobi ürünü cümleler de kurar: “Kanına şeytan girmiş bir kadın, arabasına aldığı iri göğüslü fahişeyi yolda mıncıklarken anladı gerçeği...” Bir kadının bir kadınla beraber olması için içine şeytan girmesi gerekiyor yazara göre.

Nereden baksan erkekçe Aşka Veda ve şık cümlelerin gizleyemediği kadar basmakalıp fikirler. Çizilen karakterler ise “çoğunluğun” algısını yeniden üretiyor.

Bir kaç örnek size:

 “Ecelinin yakın olduğunu yeni öğrenmiş bir kadın, onca yıl kutsal bir emanet gibi sakladığı bedenine giderayak bir dünyevi ödül vermek için şehevi planlar yapacak”....

Ya da

 “Yeni evli garson, çalıştığı bardaki çılgın parti bir an önce bitsin diye sabırsızlanırken, gördüğü iştahlı âşıklara özenmesin diye eve dönünce genç karısını iyice dövmeye karar verecek”...

“Romantik aşkın, egemenlik ilişkileri içinde yozlaşarak hasta bir tutkuya dönüştüğünü” söyleyen Firestone’un rehberliğinde baktığımızda, Can Dündar’ın nostaljik bir hüzünle “aşka veda ediyoruz” sezgisine, payımıza düşen “vah vahlanmak” olmamalı. Ezilme ilişkisinin olduğu bir yerde masumiyetin olamayacağını düşünüyorsak eğer, romantik aşka yüklenen “masumiyet” değerini ters yüz etmek, neden aşka veda ile başlamasın.