Cumhuriyet paradigmasının temel belirleyeni, yakıcı olduğu kadar yıkıcı, eksiltici, körleştiren, toplumsal vicdanı her defasında yaralayan, karanlık bir korku tünelinin devamı için çözümü her defasında “gelemeyen bahara” ertelenen, “düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” çuvalına sığmayan bir gerçek olan bu sorunu, seçimler öncesinde yaratılan havanın aciliyetiyle de, “politik antropoloji”nin gözüyle yaklaşan, Sydney Macquarie Üniversitesi Üyesi Doçent Chris Houston’la konuştum.
İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümünü’nün kurucusu Avustralyalı Prof. C.W.M.Hart’ın izini takipten mi bilinmez ama Chris Houston, politik antropoloji için “bulunmaz memba” olarak baktığı Türkiye’ye 1994 yılında gelerek, uzun alan çalışmaları yapar siyasal İslam üzerine. Refah Partisi’nin belediye seçimlerini kazandığı, Houston’ın deyimiyle “ İslam ve politika arasında nasıl bir bağlantı kurulacağının çok belirgin olmadığı” bir dönemdir. 2 yıl süren saha araştırmaları boyunca bir çok İslami etkinliğe katılır; yürüyüşler, kültürel faaliyetler, konferanslar vs. Bunun yanı sıra İslamcı dergi ve gazeteleri yakından takip eder. Yeni Şafak bu gazelerden biridir. Akademik araştırmasına uygun olarak Üsküdar’da ikamet eder, hatta Kur’an Kurslarına katılır, İslamcı entelektüellerle röpartajlar yapar. Hayatın kendi pratiği onu Kürt sorununa yönlendirir. Zira bu çevrelerde de Kürt sorunu konuşulan, tartışılan bir konudur. Ancak, ümmetçiliğin harç olamadığını fark etmeye başlar:’Sorunun temel nedenlerini fark etmek başlı başına önemli bir sorundu. Daha sonra İslamcı çevrelerdeki farklı duruşları tanıdım. Kürt ve Türk İslamcı hareketler arasındaki yükselen tansiyonu fark ettim.” Bu çalışmaların bir sonucu olarak ilk kitabını; “Islam, Kurds and the Turkish Nation State”ı yazar ve İslami çok kültürlülüğün olasılıklarını tartışır.
Diyarbakır ve diğer Kürt şehirlerine gider, ziyaret eder ama oralarda yaşamaz. İkinci kitabı bu seyahatlerin bir ürünüdür: Kurdistan: The Crafting of National Selves. Kitapları, klasik antropolojiden çok, politik antropolojiyle bağlantılı olarak, Cumhuriyetin politik ve sosyal sorunlarına ayna tutar. Genel içerik olarak şu başlıkları bulabilmek mümkün kitaplarda; “farklı laiklik biçimleri, Türk ulusalcılığı, İslamcı sosyal hareketler, ve bunların Kürt sorununa yaklaşımı, Kürt Müslümanların Türk İslamcı partilere eleştirisi, Kürt-Türk ulusal tarihçiliği ve politik bir proje olarak Kemalizm. “
Türkiye’yi hala yakından takip ediyor, hatta seçimlerde İstanbul’da olmayı planlıyor. O kadar yakından takip ediyor ki; referanduma sunulan Anayasal değişiklikleri, “yetmez ama evet” çiler gibi, AKP’nin bazı politik girişimlerini desteklediğini söyleyebilecek kadar. Türkiye özelinde tarihin bu dilimine “iyimser” yaklaşıyor: “Türkiye’de yavaş geçiş yapan politik bir dönüşüm var. 10 yil öncesine göre daha umutluyum; politik eğilimlerden konuşmak hala zor olsa bile. Ama insanlar artık açıkça soruyor Kürt sorununu.”
Chris Houston Kürt sorununun, özünde, Kürtleri Türkleştirme politikasından kaynaklandığını, ve hala bu siyasetin sürdüğünü söylüyor. Sorunun çözülebilmesinin ise ancak devlet siyasetinin ve toplumun demokratikleşmesiyle çözülebileceğine inanıyor. Bunun da; siyasi erkin, yerel yönetimler aracılığıyla, desantralizasyona(merkezden yönetilmeme) uğratılmasından, bir anlamda otonominin verilmesinden, Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasa Mahkemesi gibi devlet kurumlarına karşı parlamentonun güçlendirilmesinden geçtiğini savunuyor.
Türkleştirme politikaları, 70’lere kadar süren Hristiyan ve Yahudi azınlıklara yönelik politikaların Türkiyenin siyasal ve ekonomik gelişimini derinden etkilediğini belirten Houston, Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın ‘militarize’ edilmesi, insan hakları ihlali, yoksulluğun tetiklenmesi gibi nedenlerle Cumhuriyeti, politik antropoloji disiplinin kavramsallaştırmasıyla “Turkist Repuclicanism/Türkçü Cumhuriyetçilik” olarak betimliyor. Ve Türk siyasetinin hala bu mirasla boğuştuğunu düşünüyor.
Yemen, Tunus, Mısır ve Suriye’deki halk isyanlarıyla Türkiye arasında ise bir benzerlik kurmuyor. Türklerin hatta bazı Kürtlerin de, Kürt sorununu “dış güçlerin” yarattığına, ancak asıl “iç güçlerin” belirleyici olduğuna inanıyor ve ekliyor: “Eğer sorun çözülürse daha demokratik ve eşit bir toplum olacak. En önemlisi de bu.”