Candan Yıldız

08 Mayıs 2011

Küba’da, 10 yaşında bir öğretmen

Berlin Duvarı’nın çökmesi, Sovyetlerin dağılmasının ardından,Fidel Castro’nun deyimiyle “yalnız kaldık ama zirvedeyiz” in ülkesi Küba’da bir şeyler oluyor.

 

Candan Yıldız / Adnan Gündoğan

Berlin Duvarı’nın çökmesi, Sovyetlerin dağılmasının ardından,Fidel Castro’nun deyimiyle “yalnız kaldık ama zirvedeyiz” in ülkesi Küba’da bir şeyler oluyor.  Efsanevi lider Castro’nun sağlık sorunları nedeniyle yönetimden çekilmesinin ardından, Küba Komünist Partisi’nin 14 yıl sonra ilk kez kongresini yapması, başkanlık görevinin 5 yıl ile sınırlanması, global krizin ardından ekonomik modelde reforma gidilmesi, yapısal dönüşüm içeren değişiklerin ekonomide liberalizasyonu, yani kapitalist üretim biçimini besleyip beslemeyeceği, 500 bin kamu çalışanının işsiz kalıp kalmayacağı, reel sosyalizm ülkesi Küba’da  bir tür değişimin emareleri.  Küba Modeli’ni,  modelin geldiği evreyi, kendi içindeki evrimini,  Devrim’in yemeğinde tuzum olsun diyerek  10 yaşında kolları sıvayan, şu insanlığın insanlığa hediye ettiği;  inancı yüksek, sorumluluğu bol öykünün sahibi Kübalı eğitimci, üniversite hocası Ezequiel Morales’e sorduk.


Güney Avustralya Küba Dostluk Derneği’nin konuğu olarak Kıta’ya gelen ve burada üniversitelerde sunuşlar yapan, milletvekilleri  ile Küba Eğitim Sistemi’nin paylaşan, 50 yıl önce, çocuk yaşta(10), hemen devrim sonrası başlatılan okuma yazma seferberliğine “öğretmen” olarak katılan, yüksek dağlardaki köylülere ulaşmak için; küçük bedenin büyük ruhu Morales’in  devrimle beslenen öyküsünü aktaracağız bu hafta sizlere. Gelecek pazar ise Küba’daki dönüşümün “iç görüsünü”.    


Ezeguiel Morales 6 yaşında evin en büyük çocuğu olarak ayakkabı boyacılığı yapar ve evin geçimini annesiyle paslaşarak sağlamaya çalışır. Bu dönemler,  Devrim öncesidir. Günlük kazandığı 40 Cent ‘in 5 Cent’ini okuma yazma dersi aldığı öğretmenine, kalanını ise annesine verir.  


Bir köylü çocuğu, kimsenin önemsemeyeceği çocuk olarak, siyasi iklimden etkilenir, ruhunda yeşillenen “başkaları için birşey yapmak”,  diğerkamlıkla, dönemin okuma-yazma seferberliği sorumlusuna gider ve öğretmen olmak istediğini söyler. Yaşı henüz 10’dur. Kendi öğretmenine söylemekte tereddüt ederken, annesinin kararını destekleyeceğini inanır. Öyle de olur. Ama ayrılık günü gelip çattığında çocuk ruhunun güven arayışı, kararında değişikliğe neden olur:  “Annem, kardeşlerim ve ben ağlıyorduk ayrılık günü geldiğinde. O an için yapamayacağıma, gidemeyeceğime karar verdim ve kampanya ofisine koşarak, fikrimi değiştirdiğimi söyledim. Kararıma saygı gösterdiler.  ‘Ama bu senin son şansındı’ diye de eklediler. Hiç unutmuyorum o günü. Nisan’ın 19’u; Domuzlar Körfezi saldırısının olduğu gündü. Eve dönerken, benden 8 yaş büyük, rol modelim Mario’nun öldüğünü duydum. Komşumuzdu. Paralı askerlerce öldürülmüştü. Ailesi yaslı ve herkes ağlıyordu. O an benim kararımın adil olmadığını düşündüm ve Küba halkı için birşeyler yapmam gerektiğine yeniden karar verdim ve kararımı deklere ettim.”


O gün geldiğinde, bir çocuğun valizinde olması gereken ne varsa, bir kaç giysi, bir kaç oyuncak ve marmelat şişesi ile çıkmış yola. Sierra Maestra’ya yol alırken otobüste tanıştığı köylülerin “ailenin yanına mı tatile mi gidiyorsun sorusuna”, “yok okuma yazma öğreteceğim” deyince, “sen de o küçük Mao Mao’lardan mısın(devrimciler)?” tepkisi ile karşılaşır, ve yolculuğu zehir edilir. O yaşta anlamaz tabii neden kendisine tepki gösterdiklerini.  Sierra Maestra’daki dağ köylerinden birine vardığında, kendisinden önceki gönüllü öğretmenin öldürüldüğü bilgisi ilk kulağına çalınandır. Benzer yolları seçmenin keşişmesinden olsa gerek, öldürülen öğretmenin babası Morales’e kendi oğlu gibi sahip çıkar.


Köydeki ilk öğrencisi 40’ına merdiven dayamış, “inatçı öküz” lakaplı, başlangıçta “bu daha çocuk, ben buna saygı gösteremem” diyen Santo isimli bir çiftçi olur. Ancak Morales, o yaşta kapıyı açacak kilidin; iletişim, güven ve ilişki olduğunu bilir: “Önce ilişki kurdum. Kahve yaptıklarında gidip yardım ettim. Santo’ya alfabedeki ilk iki harfi bilip bilmediğini sordum, ‘hayır’ dedi.  Eğer okuma yazmayı öğrenirsen Küba Hükümeti’nin kendisine toprak vereceğini söyledim. Okuma- yazma bilmezsen kağıdı nasıl imzalayacaksın dedim.” Yöntem etkili olur ve dersler başlar.


Devrim’in 5. Yıl kutlamalarında Castro’nun,  kitlelerin “daha fazla ne yapabiliriz” sorusuna “daha fazla okumak, okumak, okumak”  yanıtından etkilenen Morales, Havana’ya döner. Orta okul, lise,üniversite derken bugün Küba’da herkesin tanıdığı, yazdığı İngilizce ders kitaplarından faydalandığı, eğitim sistemini ülke ülke dolaşıp anlatan gönüllü bir danışmana dönüşür. Anlayacağınız, 10 yaşında başlayan yolculuk bu yaşta hala devam eder.


Devrim sonrası başlatılan eğitim seferberliğinin ilk 1 yılında okuma –yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 42.27’den yüzde 3.7’ye düşürülür.  Sıfır olmaz çünkü yaşlılar, engelliler vardır bu oranın içinde. Bugün Küba’da zorunlu eğitim 9 yıl. Her 15 kişiden biri üniversite mezunu. Her 100 kişeden biri master ya da doktora sahibi.


Eğitim sisteminde, Küba’nın kurucusu Jose Marti’nin “ Dünyaya gelen herkesin eğitim hakkı vardır, sadece okumak değil çalışmak da gerekir” prensiplerinin, bunun yanı sıra  Fidel Castro’nun “inanmayı değil okumayı öğretin” sözünün ve Sovyet Devrimi eğitim sisteminin kurucularından Anton Makarenko’nun sokak çocukları için başlattığı modelin etkisi vardır. Örgün eğitimin temelinde, uygulama ve çalışmak vardır: “Okul öncesi eğitimde bile çocuklarımız bir çiçeğin nasıl ekildiğini bilirler, ilk okulda yine öğrencilerimiz doğanın bize neler sunduğunu, soframıza gelen yemeğin gökten zembille inmediğini, bir emek karşılığında bize sunulduğunu kavrarlar. Buraya gelen kara propagandistler, sokakta bir çiçek eken çocuk gördüklerinde, fotoğraf çekip ‘Küba’da çocuk emeği sömürülüyor’ diye yaygara koparıyorlar. İşin özünde ise doğanın ve emeğin değerini bilmek, göstermek, anlatmak, öğretmek vardır.”


Küba eğitim sistemi bugün Bolivya, Venezüella, Yeni Zelanda, Doğu Timor ve Kanada tarafından esinlenen, örnek alınan bir sistem.