Candan Yıldız

30 Mayıs 2022

Gezi tutukluları hücrelerinden son haberler

Mücella Yapıcı, hiç kullanılmayan atletlerinden cezaevindeki bebekler için salya bezi yapıyormuş

Unutuyoruz…

Ya Türkiye zihin depomuzun kapasitesi yüksek değil ya da acılarla, haksızlıklarla unutarak baş edebiliyoruz.

Gezi kimilerine göre bir sonuç, kimilerine göre ise bir başlangıç. Ben sonuç diyenlerdenim… Bu yüzden Gezi’ye giden toplumsal iklimi hatırlamak ya da hatırlatmak da fayda var. Yaşam alanlarına müdahale, dizayn hamleleri nasıl geldi hatırlayalım…

-Yıllarca alınan işgaliye parasına rağmen Beyoğlu’nda masalar kaldırılmış, Beyoğlu’nun eğlence kültürüne müdahale edilmişti.

-Üniversite sınav sorularını çalınması, 2010 KPSS skandalı, gençlerin adalet duygusunu sarsmıştı.

-Kadınların kıyafetine, kaç çocuk doğuracağına karışan bir iktidar kürtajı yasaklama girişiminde bulunmuştu.

-Rantsal dönüşüm projeleri, internete erişim engellerinin getirilmesi (BTK’nın getirdiği filtre zorunluluğu) “özgürlük alanları daraltılıyor” fikrini güçlendirmişti.

Gezi’ye giderken iklim böyle iken Türkiye’ye yayılan eylemlerin bir avuç insan tarafından örgütlendiği fantezisi, kurgu olmaktan çıkmış, idam cezasına eş değer “ağırlaştırılmış müebbet” ile 18 yıl hapis cezaları verilmişti. Osman Kavala ( 5 yılı yakındır tutuklu), Mücella Yapıcı, Can Atalay, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman şimdi Türkiye cezaevinin kapalı bölümünde tutuluyorlar.

(Gülsüm Elvan-Berkin Elvan'ın annesi)

Galataport projesine, Emek Sineması tarihi binasının dönüşümüne karşı çıkan Mücella Yapıcı, 140 Journos’un Das Kapital’inde sistemin nasıl işlediğini de teşhir etmişti: “Yabancı sermaye için yapılan Galataport, Haydarpaşaport, Kazlıçeşmeport projelerle ilgili yönetmelik değişikliğini dava ettik. Danıştay’da kazandık. Mehmet Kutman o dönem televizyonlara çıkıp ‘bunu kanuna koydururum’ dedi. Vallahi koydurdu.”

Yani Yapıcı’nın kent hakkı mücadelesi Gezi ile başlamamış Gezi ile de bitmeyecekti. Zira bugünlerde olası bir İstanbul depremine karşı tutuklu tutulduğu Bakırköy Kadın Cezaevi’ndeki kilit sistemi üzerine çalışıyormuş. Olur ya bir depremde kilit sistemleri çalışmazsa ne olur simülasyonu üzerine kafa yoruyor diyelim.

Mücella Yapıcı’ya gelen mektuplar dağ gibi olmuş. Selahattin Demirtaş’ın da not gönderdiği Yapıcı’nın en çok vaktini gelen mektuplara yanıt yazmak alıyormuş. Bir kadın olarak Bakırköy Cezaevi’ndeki tutuklu ya da hükümlü kadınlar ve onların çocukları da Yapıcı’nın dertleri arasındaymış. Ped sorunu, trans bireylerin ulaşamadıkları hormonlar vs. Yine öğreniyorum ki kendisine gelen, hiç kullanılmayan pamuk bezi atletlerden cezaevindeki bebekler için salya bezi üretiyormuş. Nakış ve bileklik üretimi de cabası…

Mücella Yapıcı ve Çiğdem Mater aynı yerde kalıyor. Koğuş mu hücre mi demek lazım bilemedim. Kaldıkları yerin dar olduğunu, havalandırma saatlerinin 2 ya da 3 saatle sınırlı olduğunu söylüyor ziyaretine gidenler. Kaldıkları yerin değişmesi için cezaevi yönetimine verilen dilekçeye karşı henüz somut bir adım yokmuş.

Açıkhava hapishanesi Türkiye’de cezaevi yaşanmışlığına ilişkin güçlü bir külliyat olsa da cezaevinde beyaz eşya nasıl alınır, hangi renklere yasak var, kıyafet ve kitap kotası nasıl işliyor, ocak yokken yemeklerden yeni yemekler nasıl üretilir bütün bunlara ilişkin somut faydalı bilgileri de aktarıyormuş Mücella Yapıcı ziyaretçilerine… Tabii bu arada jet hızla yargılaması yapılan ama gerekçeli kararı o hızla çıkmayan dosya için temyiz hazırlıkları da Yapıcı’nın rutin işleri arasındaymış.

Gelelim Osman Kavala’dan haberlere…

Kavala 25 Nisan’da çıkan karara rağmen hukuka inancını korumaya çalışıyormuş. Tek kaldığı hücrede ortak havalandırmayı bir gençle paylaşıyormuş. Her zamanki disiplinle okumalarına, çalışmalarına devam ediyormuş. Uluslararası PEN düzenli olarak kitaplar gönderiyormuş. Doksan yaşından büyük annesinin “Acaba oğlumu bir daha görebilecek miyim” cümlesi umutsuzluk içerse de Kavala temyiz aşamasına ilişkin umutluymuş. Zira dosyada delil yok.

Aynı odayı paylaşan Can Atalay, Hakan Altınay ve Tayfun Kahraman’ın da “örgüt içi” görev dağılımı yapılmış! Can Atalay bulaşıktan, Hakan Altınay yemekten, Tayfun Kahraman da temizlikten sorumlu atamışlar kendi kendilerini!

Bütün bu anlatılardan anlıyoruz ki içeri, “Civilization” oyunu gibi yeni bir uygarlık olmasa da yeni bir yaşam kurma tecrübesinin edinildiği yer. İnsanın sınırlarıyla tanışması onu aşmanın bilincini yeniden ürettiği bir alan… Otoritenin bütün hiza düzeninde bireyin var oluş, kendi kurallarını inşa ettiği, yaşamını yeniden ürettiği bir yer.

Fransız düşünür Foucault’un Hapishane’nin Doğuşu kitabında dediği gibi “kapatmayı en mükemmel ceza haline getirerek, özel bir iktidar tipine özgü olan egemenlik usullerini devreye sokmaktadır. "Eşit” olduğunu söyleyen adli bir aygıt, "özerk” olmayı istemekte, ama disiplinsel olarak tabi kılmaların yarattığı simetri bozuklukları tarafından kuşatılmaktadır.  "Medeni toplumların cezası” olan hapishanenin doğuşunun bağlantısı işte böyledir.

(Binnaz Toprak ve Burhan Şenatalar)

Gezi’nin yıldönümünde cezaevlerine önüne gelen siyaset bilimci Binnaz Toprak’ın “Duruşmalardan birinde hatırlıyorum. Müşteki olarak birinin tanıklığına başvuruyorlardı. Yaşlı bir adam… Taksim’de dükkânı varmış. Dükkânı önündeki şemsiyelerden biri kırılmış. ‘Zarara uğradım’ diyor. Avukatlar da soruyor ‘Osman Kavala mı kırdı şemsiyenizi’. ‘Osman Kavala’yı tanımam’ yanıtını veriyor. Böyle bir yargılamadan söz ediyoruz” sözleri sadece onun değil Gezi davasına ilişkin kararların bir gün bozulacağına inancı yansıtıyor.

Kim bilir… Belki mevsim Akdeniz olur…