Çin devletinin kuzeybatısında yer alan Sincan Özerk Bölgesi'nde Uygur Türkleri ve Kazakların tutulduğu toplama kamplarına karşı aileler bugün İstanbul'da Birleşmiş Milletler'e sesini duyurmaya çalıştı.
Zira yoğun çabalardan sonra Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, önümüzdeki günlerde Sincan'a gidecek. Kesin tarih ve kimlerin katılacağı gizli tutuluyor. Aileler, STK'lar ve insan hakları savunucusu avukatlar; gözlem heyetine Çin polisinin eşlik etmesinin, gerçeklerin açığa çıkmasına engel teşkil edeceğine inanıyor.
İstanbul-Kazlıçeşme Kültür Merkezi'nde yapılan basın açıklamasının yapıldığı salonda, ellerinde yakınlarının fotoğraflarını taşıyan ailelerin sayısı STK'lardan fazlaydı.
Toplama Kampı Mağdurları oluşumunun çağrı yaptığı çok sayıda STK ve vakıftan sadece Mazlum-Der ve Özgür-Der katıldı. İktidara yakın olduğu bilinen İHH'nın ( İnsani Yardım Vakfı) olmaması dikkat çekiciydi.
Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisinde bulunan ve İsrail'in saldırısı sonrasında mağdurların avukatlığını üstlenen, Türkiye -İsrail anlaşmasının ardından davanın düşürülmesine tepki gösteren Gülden Sönmez, Uygur ve Kazak ailelerin acılarını da uluslararası alana taşıyan bir isim...
Sönmez, Türkiye vatandaşı olan Uygur ve Kazakların da söz konusu kamplarda tutulduğunu belirterek iktidarın sessizliğini eleştiriyor:
"Türk vatandaşı olan çok sayıda insan var. Türkiye neden almıyor? Talep edip alması gerekir. Çin anayasasına göre başka bir ülkenin vatandaşlığını alanlar, Çin vatandaşlığını kaybediyor. Yani bu insanlar Türkiye'nin himayesinde.
Buradaki insanlar, anne, baba, çocuklar Sincan'daki yakınlarından haber alamıyor, soramıyor, telefon dahi edemiyor. Korkunç bir şey bu. Bütün çıkarların üstünde olan tek çıkar insan hayatı, insan onuru. Bu dinine, diline bakmaksızın olmalı. BM için 'Dünya 5'ten büyüktür' diyen bir ülkenin, BM Güvenlik Konseyi ülkesinin (Çin), yapmış olduğu kamplara herkesten önce isyan etmesi gerekir. İsterse yapabilir. Türkiye bunu dünyanın gündemine getirebilir. Muhalefet, iktidarı buna zorlayabilir. iktidar içindeki ortak da buna zorlayabilir. Neden yapmıyorlar? Neden bu zulme sessizlik içerisindeyiz. Para, ticaret, ekonomi, yakın siyasi gelecek... Bunların hiçbirisinin karşılığı bu olamaz. Tercih böyle yapılıyorsa, bu halk bunun karşılığını verir. Türkiye halkı hangi fikirden olursa olsun; İslamcısı, solcusu, ülkücüsü, Türk milliyetçisi, Kürt milliyetçisi, bu toplumun en dip vicdanı yerinde zulme isyan vardır."
BBC'den John Sudworth, Çin devletinin uzun zaman varlığını inkar ettiği toplama kamplarını görüntülediğinde, Çin'in eğitim kurumu olarak lanse ettiği yerler aslında bir toplama kampı olduğu anlaşılıyor. Çin'in amacı bu "eğitim" merkezlerinde Uygur ve Kazakları radikal düşüncelerden "kurtarmak"!. Demokratik toplum kriterlerine göre bu merkezler asimilasyon, beyin yıkama yerleri olarak nitelendirilebilir. Çünkü sadece Çince öğreniyorlar, yasalar öğretiliyor, eğitim kurumu olarak nitelendirildiği için ibadet etme hakları yok. Tek tip kıyafet uygulaması var. Haftanın bazı günleri bir günlüğüne evlerine gidebilenler de var aralarında. Ama bu merkezlerde kaç ay ya da kaç yıl kalacakları belirsiz.
Toplama kamplarında mahkum gibi tutulanların yakınları Çin'in radikal İslamcılarına yönelik yürüttüğü politikanın 2017'den sonra değiştiğini, seküler, iş insanı, aydın ve bilim insanlarının da bu kamplara alındığını söylüyor. Bu da Çin'in asimilasyon, tek tip insan projesini doğruluyor. Distopik değil, gerçek. Zira Steven Spielberg'in 'Azınlık Raporu' filmindeki gibi, suç işleme potansiyeline göre insanlar bu kamplara alınabiliyor.
Amina Vahit, Amanisa Abdullah ve2016'da Türkiye'ye annesiyle beraber gelen Kazak Melike Mahmut (Bilgisayar mühendisliği okuyor) dayısı ve iki teyzesinin toplama kamplarında yaşadıklarını T24 için anlattı. Özellikle dayısı Dilshat Oralbai'nin (Dilixiati Wulibaiyi) başına gelenler 2017'den sonra değişen politikayı teyit ediyor, ki dayısı Çin Komünist Partisi üyesi ve ÇKP'nin liderlerinden Deng Xiaoping ile ilgili kitabı var.
Melike Mahmut'tan dinleyelim:
"Dayım ve iki teyzem 6 Mart 2018'de Kuytun şehrindeki evlerinden alınıyor. Hiçbir gerekçe olmadan. 'Eğitim vereceğiz' adı altında toplama kampına götürülüyor. Dört senedir oradalar. Dayım, Çin Komünist Partisi üyesi. Devlet memuru olarak gazetecilik yaptı ve çevirmen. Çince kitapları kendi dilimize çevirdi. Yazdığı kitaplar Çin devleti tarafından ödüllendirildi.
Dayım Kazakistan'a gidip geliyordu. Emekli olduktan sonra Kazakistan'da fabrika açtı. Çin'den hammadde alıyor, Kazakistan'da üretim yapıyordu. Kazakistan'a gitmesi suç oldu. 'Beynin zehirlendi. Beynini yıkamamız lazım' diye toplama kampına götürdüler. Eskiden hiç haber alamıyorduk. Ama yurtdışından gazeteciler aracılığı ile bir kamuoyu oluştu. Çin hükümeti gördü. Şimdi izinle eşi görebiliyor onu. Sağlık durumu çok kötüymüş. Bir deri bir kemik kalmış. Kazak Türkü ve Müslüman olduğu için bunlar başına geldi. Dayımın dini inancı yoktu. 2017'den sonra zenginlere, aydınlara, bilim insanlarına yöneldiler. Çokça dilekçe verdik Çin Konsolosluğu'na. Ama kabul etmiyorlar. Çincem çok iyi, dayımın tutulduğu şehrin belediyesini aradım. Yurtdışından aradığımı anladıklarında hemen kapatıyorlar. Hiçbir yanıt vermiyorlar.
Ama dayım bunun tam tersi bir örnek.
83 yaşındaki anneannemi buraya getiremiyoruz. Yalnız orada. Pasaportu elinden alınmış.
Toplama kamplarında yaşananları oradan kurtulanlardan dinledik. Derecelendirilmiş durumda. Kötünün de kötüsü var. Kurtulan bir Kazakistanlı abla ile konuştum. Vücudunda hâlâ yara izleri vardı. Regl olamıyordu. Çünkü kampta regl olmasını önleyecek ilaç vermişler."
(Melike Mahmut)
Amina Vahit'i de dinleyelim:
"İki abimden, arkadaşlarımdan beş yıldır haber alamıyorum. Yedi yıl önce tekstil işi yapmak için gidip geliyordum Urumçi'den İstanbul'a. Ancak 2017'den sonra gidemedim. Evim ve işyerim ne durumda bilmiyorum. Abilerimin fotoğrafı bile yok. Çünkü gelirken telefonumu kaybettim. Bir daha da gidemedim ülkeme. Neden toplama kamplarındalar bilmiyorum. İş insanı oldukları için olabilir, namaz kıldıkları için olabilir. İnsan bir acı yaşadığında kardeşlerinden, yakınlarından destek istiyor. Türk devletinin yanında olmasını istiyor."
(Amina Vahit)
Amanisa Abdullah'ı da dinleyelim:
"4 senedir Türkiye'deyim. Evlendikten sonra kocamın işi Duabi'de olduğu için orada yaşamaya başladık. Hamileyken kocam Çin'deki bir soruşturma nedeniyle gözaltına alındı. Dubai mahkemeleri suçsuz olduğunu söylediği halde yasa dışı sınır dışı edildi. Kızım şimdi 4 yaşında ve babasını hiç görmedi. En son duyduğuma göre cezaevinde ama suçunun ne olduğunu bilmiyoruz. 4 yıldır kocamın sesini duymadım."
Video için TIKLAYIN