Candan Yıldız

05 Ocak 2013

Devlet her halükarda kazanır mı?

\'Ahmet Türk ve Ayla Akad’ın Öcalan ile görüşmenin detaylarını açıklamaması bütün olasılıkların değerlendirilmeye çalışıldığını gösteriyor\'

 

Açlık grevlerini sona erdiren Öcalan’ın PKK üzerindeki gücünü tahkim ettiği yönlü değerlendirmeler bir yana, Devlet(MİT)- İmralı görüşmesinin kasım ayında başladığı şu açıklamadan gayet net anlaşılıyordu: “Hiçbir tereddütte kalmadan, bir an önce açlık grevine son versinler”
Devlet kontrollü mesajlaşma imkânının ortadan kalktığı 1,5 yıllık süreçte tecrit politikasının bir anda değişmesi Suriye’den bağımsız değil elbette. 
Ortadoğu’da taşların yerinden oynaması ile birlikte tarihsel olarak zaten uluslararası bir mesele olan Kürt/Kürdistan sorunu konjonktürün yarattığı reel durumla geçici ve kalıcı cephelerin oluşmasına neden oldu. Bu aynı zamanda Türkiye’nin İsrail ile çekişmesinin bir nedeni olan “bölgesel güç olma” arzusunun önünde bir engel. 
“Kazaya kurban gittiği” ezberine yaslanan Oslo görüşmelerinin kesilmesi de Suriye’den bağımsız değildi.  Denklem anlaşılırdı: masaya ne kadar güçsüz gelinirse o kadar iyi. Hükümet’in Kürt politikasında etkin bir isim olan Yalçın Akdoğan’ın " Bu sorun, hem Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü tehlikeye atıyor, hem güçlü bir şekilde geleceğe yürümesini engelliyor, hem de ülkenin bölgesel etkinliğine zarar veriyor. Türkiye’nin bu meseleyi aşmaya çalışması sadece kendi iç barışı ve güvenliği açısından değil, bölgesel hedef ve amaçları için de gerekli..." sözleri de yeni İmralı çıkışını daha anlaşılır kılıyor. 
Ancak konunun çoklu adrese sahip olması, yaratılan iyimserliğe temkinli yaklaşmayı gerekli kılıyor. Kullanılan kavramlar, açıklamalar böyle düşünmeye yöneltiyor. Zira Kandil, “müzakere yok istişare var”,  BDP ise “müzakere başlangıcından söz edebiliriz” diyor.  Murat Karayılan da siyasi ve askeri operasyonların sürmesini “beklenti yarat, tasfiye et” olarak yorumluyor. 
Seçimler öncesi çatışmasızlığa duyulan ihtiyacı göz önünde bulundurursak, diğer yandan ise aynı suda bir kez daha yıkanılamayacağı tarihi gerçeğini düşünürsek sürecin aktörlerinin karşılıklı konumlanışlarını kılı kırk yararak hesaplamaları gerektiği ortada. Ahmet Türk ve Ayla Akad’ın Öcalan ile görüşmenin detaylarını açıklamaması bütün olasılıkların değerlendirilmeye çalışıldığını gösteriyor.  Çünkü şöyle bir tablo var:  ya Öcalan’ın çağrısı yanıt bulacak ya da bulmayacak.  Her iki durumda kim kazanır sorusunun yanıtı açık. Ama siyasi geleneğinde üçüncü bir seçeneği yaratabilmiş bir oluşumdan söz ediyoruz.  Suriye’deki durum, Anayasa Referandumu gibi deneyler ortada. 
Oslo’dan farklı olarak hem Kandil hem de BDP olası müzakerelerin şeffaf, kamuoyu ile paylaşılarak yürütülmesinin doğru olduğunu söylüyor.  Karşılıklı güvensizliğin hala sürdüğünün bir göstergesi olarak yorumlanabilecek bu açıklamalar bir yandan da Öcalan’ın devletin cezaevindeki bir hükümlü olduğu gerçeğine vurgu yapıyor. Kolombiya hükümeti ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) arasındaki görüşme yönteminin örnek verilmesi de dolaylıdan çok doğrudan görüşmelerin tercih edildiğini akla getiriyor.  Zaten daha önce de “Artık İmralı’da görüşme olmaz” denilmişti. 
Görünen o ki, ihtiyatlı bir süreç yürüyecek. Gelişmelerin yönünü sadece iç siyaset değil dış gelişmeler;  Esad’ın siyasi ömrü, Esad sonrası durum da belirleyecek.