Bazı tarihçilerin ilk soykırım olarak kabul ettikleri ; Tazmanya (Avustralya’nın güneyindeki bir ada-eyalet ) yerlilerinin (Aborijinler) yaşadıkları bu haftanın konusu. Özellikle de dönemin vahşetinde adı öne çıkan bir kadın: Truganini.
19. yüzyılın başlarında, İngiliz sömürgecilerin yerleşim olarak hedefledikleri yerlerden biridir Tazmanya. Aborijinler’in 40 bin yıldır ikamet ettikleri ada, yerli halkın toprakla kurduğu mülkiyetten uzak anlayıştan olsa gerek, yeni yerleşimcilere başlangıçta kucak açar.
Sömürge siyasetinin taşıyıcıları, ticaret bilmeyen bu halka ticaret denilen zehri bulaştırır ve kanguru derisi karşılığında onlara un, çay ve tütün verir. Bu öyle bir zehirdir ki, “Beyaz adam” dan başka mallar alabilmek için bazı kabileler birbirine ihanet eder.
İlk karşılaşma yılları sakin geçer, ama dönüp bakmamız gereken bilgi hazinesi tarihin hep gösterdiği gibi işgal, kurbanlarını yaratmada gecikmez. Ve yine ilk kurbanlar kadınlar olur. Tecavüze uğrarlar, kaçırılırlar. Zira Aborijin yerli kadınlar hem avcılık hem de denizden ve doğadan yiyecek bulma konusunda yeteneklidir.
Sömürgecilerin, küstahça, Aborijinlere ait toprakları temizleyerek tarım alanına dönüştürmesi yiyecek sıkıntısına yol açar. Bunun yanı sıra bağışıklık sistemlerinin hiç tanışık olmadığı hastalıklarla boğuşmak zorunda kalırlar; grip, verem, zatüree vs. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle kısırlık baş gösterir ve üreyemezler. İşte bu nedenlerle ada halkının nüfusu daha da düşer. Tarihçilerin The Black War adını verdikleri; hiç birşeyin eskisi gibi olamayacağı karanlık yıllar arasında(1803-1832) doğar Truganini(1812)
Truganini çalkantılı bir dönemin çocuğu olarak büyür. 18 yaşına geldiğinde tecavüze uğrar, annesi ve sevdiği adam öldürülür, kız kardeşi ise kaçırılır, daha sonra da köle olarak satılır. Halkı toplu katliama uğrar, kılıçtan geçirilir. 4 binden kala kala, 300 kişi kalırlar.
İngiliz yönetiminin emriyle adaya gönderilen bir misyoner; George Augustus Robinson, “iyi polis” rolü ile Truganini ve çevresindekilerle pazarlığa oturur. Çünkü İngilizler arasında da ölenler olur. Robinson, yiyecek, ev ve güvenlik karşılığında başka bir adaya göç etmelerini ister. Halkının ölüm kalım savaşında, kendisine sunulan seçeneği yani göçü kabul eder Truganini. Klanın şefinin kızı olarak, halkını ikna etmeye çalışır. Onunkisi pasif bir kurbanlık değildir. Nitekim savaşacağı günler yakındır.
Kendi topraklarının kuzey doğusunda kalan Flinders Adası’na yerleşirler. Sonraki 5 yıl boyunca Truganini, Tazmanya’nın derin ormanlarında saklanan diğer Aborijinlere ulaşmada yardımcı olur. Aynı zamanda yol-iz, yiyecek bulmada liderlik eder “iyi polis” Robinson’a. Ancak bekledikleri “güvenliği” vermez ada. Hapishaneden farksızdır. Her şey daha da kötüye gider. Gidenler arasında sağlık sorunlarından, ya da köklerinden koparılmanın acısıyla ölenler olur.
Oysa Ada, kendi yurtlarına dönecekleri zamana kadar korunacakları, yemek bulabilecekleri geçici bir ev olacaktı onlara. Ama olmadı.
Truganini çok geçmeden Robinson'un vaadlerinin halkını korumadığına tanık olur. Zira ölüm hep enselerindedir maruz kaldıkları şartlar nedeniyle. Anlaşma bozulur ve Truganini Tazmanya’da kalan diğerlerine gelmemelerini söyler. Çünkü bu kez silahla değil, “doğal” nedenler kırıma uğrarlar.
Truganini daha sonra Melbourne’e gelir, orada pasiften aktif direnişe geçer ve isyancı bir gruba dahil olur. Anlaşılacağı üzere Robinson’u terk eder.
Hakları için mücadele eden grup içinde arkadaşları ya öldürülür ya da asılır. Truganini de başından yara alır. Daha sonra tedavi edildikten sonra Kelebek filmindeki gibi hapishane koşullarına, Flinders Adası’na geri gönderilir.
1847’de ise hayatta kalmayı bir biçimde başaran 47 kişi ile birlikte yeni yerleşim yeri olan Tazmanya’nın başkenti Hobart’a yakın Oyster Koyu’na gelir.
Son yıllarını, alt üst edilmiş hayatına rağmen, çocukluk döneminin özeti gibi yaşar; deniz kabuğu toplar, ava çıkar, kendi topraklarında dolanır.
64 yaşına geldiğinde ise, sömürgecilerin topraklarına ayak basmasından sonra hayatta kalmayı başaran son saf kan Tazmanyalı Aborijin olarak ölür.
“Fareler ve İnsanlar” da anlatıldığı gibi fare gibi yaşamayı kabul etmeyen güçlü ve kararlı kadın, dağlarının ardına gömülmek istese de kadın mahkumların bulunduğu cezaevinin bahçesine gömülür. Ölümünden 100 yıl sonra ise külleri topraklarına savrulur.
Vahşet yıllarının direngen bu ruhu hala dolanıyor topraklarında.
Anlatılan hepimizin hikayesi diskuru ile kıssadan hisse; 12 Eylül Darbesi’nin yargılandığı şu günlerde, “hesap sorma” hakkının sınırları, tarihe bakışla çok ilgili. Her hesaplaşma biraz yüzleşmedir. Ancak bir dönemin yargılanmasının açacağı yola su taşıyanlar, kritik bir sorumluluğu da omuzlarında taşıyor. Zira iki generale indirgenen hesaplaşma anlayışının vebali aslı kadar büyüktür. Triganini’nin yaşadıklarının bir kaç sömürgeciye yüklenemeyeceği gibi.