Sevinç Erbulak, yıllardır hayatımızda, ailemizin bir ferdi gibi.
Tadı yıllar geçse de hala aynı olan, ortak değerimiz diyebileceğimiz Süper Baba dizisinin büyük ablası Zeynep ile bir kuşak olarak hayaller kurduk hepimiz. Birlikte büyüdük... Erbulak ailesi genleriyle kutsanmış ve bu ağırlığın altından kalkıp, yıllardır kendi olarak var olan başarılı sanatçı ile, Süper Baba’dan bu dönemlere zamanın ruhunu tuttuk...
Şu an Ayrılık oyununu Fırat Tanış ile sahneliyorsunuz, nasıl bir oyun oldu? Sanırım çıkışı İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan uzaklaştırıldığınız döneme denk geldi...
Evet, Ayrılık, hayatımın çok önemli bir dönüm noktasına denk geliyor. Fırat, beni aradığında o güne kadar yaşamadığım şeyler yaşıyordum ve içindeyken o günlerin bana ne kadar büyük şeyler öğreterek geçip gideceğini kestiremiyordum. Onun beni araması ve hemen başlayan prova süreciyle, iyileşmeye başladım. O kadar keyifli, özenli ve araştırmaya dayalı bir prova dönemiydi ki.
Farkına varmadan iyileştiğim, şifalandığım bir dönem oldu. Sonradan. Sonra oyunu oynamaya başladık ve aynı keyif seyircisiyle buluşunca da devam etti. Ayrılık’ı iki senede 100 oyuna yakın oynadık. Ülkeyi dolaştık, birlikte her gece yeni bir şey deneyimledik. Anlayacağınız bu oyun, hayatımın çok büyük ve güzel bir kısmını kaplıyor. Birbirimizden sıkılana kadar oynayacağız. Yolu uzun daha yani :)
Peki, İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan uzaklaştırılıp sonra görevinize geri döndüğünüz o süreçte neler yaşadınız? Döndükten sonra mobbing vb ile karşılaştınız mı?
Uzaklaştırmamız başlı başına bir mobing değil miydi? Öyleydi. O sırada, anı yaşarken kör oluyorsunuz. Duygularınız, hisleriniz kör oluyor, sahne elinizden alınmış gibi geliyor. Oysa ki bunların hepsi yanılsama. Ehliyetle yaptığım bir mesleğim yok ki benim. Gücüm, merakım, yaratıcılığım içimde, bende. Bana bağlı. Ama görmüyorsun. O sırada öyle. Öyle bir şey olmuş ki bir daha sahneye çıkamayacakmışsın hissiyle içinden taşıyorsun. Hiçbir yere sığmıyorsun. Neden sonra duygular devreden çıkıyor ve akıl geliyor. Birden, ne yaşadığının farkına varıyorsun. Özetle, bu bir can yakma oyunuydu ve yakıp geçti ama hiç tahmin etmediğim şeyleri yaktı. Aklım başıma gelince bir hesaplaşma yaşadım, kendimle ve hayatımda yerlerini yanlış yerleştirdiklerimle... Bile bile. Aslında yanlış yerde olduklarını göre göre. Bu anlattıklarımın adını o sırada koyamıyordum tabii. Şöyle bir şey :Böyle şeyler yaşadığınızda çevreniz değişiyor. Siz değiştirmiyorsunuz, onlar “değişiyor”. Bu, uzaklaştırmanın kendisinden çok daha fazla acıtan bir şey. Çok yakınızda, hep yakınınızda zannettiklerinizin aslında kim olduğunu görme hali. Bunu tecrübe ediyorsunuz. Ağır ağır. İçinde kendinizin de olduğu bir filmi izler gibi. Sürecin kendisi çok sancılı, içinden geçerken çok kırıcı; kavurucuydu ama çıktıktan sonra çok ferah...
Sanatçı bir ailede büyümek size neler kattı? Nasıl sorumluluklar yükledi?
Sanatçı bir ailede büyümenin sorumluluğunu çok küçük yaşlarda alıyorsun. İşim zor yahu, aileme bak filan diyorsun içinden. E bu hislerin üzerine bol geliyor tabii.
Sonra hayat tabii hep öğrettiğinden değişmeye başlıyorsun. 30’larıma kadar zorlandım ama çünkü bütün başarıların, mutluluğun ailene mal ediliyor. Gençsin, alıngansın, hırslısın, bir sürü şeysin işte, yazık sana yahu ama farkında değilsin ;) “Tabii yapacak, kimin kızı” şarkısı çalıyor, of çok çalıyor hem de. Bunu, doğar doğmaz bir soyadını miras almış çocuklar şıp diye anlayacaktır.
Sonra büyüyorsun, istemesen de, e zaman geçiyor, yapacak bir şey yok. Bir de bakıyorsun ki a a sen de varsın, sen de biri’sin artık. Yoksa bu hep böyle miydi diyorsun. E öyle tabii.
“Kaybetmeler güzeldi o yıllarda”
Süper Baba televizyon tarihimizde en önemli herkesin severek ve hasretle andığı bir dizi hala, siz de evin ablasıydınız… Nasıldı o zamanlar toplumun çoğunluğunun böylesi sevdiği, ortak paydada buluştuğu bir dizide olmak?
Süper Baba’m, canım o benim, beni çok büyüttü. Erken büyüttü, hayatımın bir haritasını çıkarsam başıma gelen iyi ya da kötü her şeyin yani, beni zamanından çok daha önce büyüten şeyler olmuş.
Babamın ölümü mesela. Ben büyümeyle çok hızlı tanıştım. Kayıplarım ve kazançlarım... Amma çok, ne iyi. Süper Baba, kazanç hanemde çok özel bir yerde duruyor. O zamanlar, dünya da biraz daha insaflıydı galiba. Evet evet kesinlikle daha insaflıydı, dünya da, insan da. Her şeye karşı.
Süper Baba bir okuldu. Hayatımın bir başka önemli kazancı Müjdat Gezen Sanat Merkezi’dir, ben oynarken orada okuyordum. Şevket Altuğ başta olmak üzere, büyüğü küçüğü, herkesten, sürekli öğrendiğim zamanları hayatımın. Çok gençtim, çok saf. Şimdi böyle tıkanıp kaldığımda, o günkü merakımı ve heyecanımı hatırlatırım kendime. Unuttun yine bak kayboldun derim. İyi gelir, şifa olur bana. Dünyanın ve ülkemizin o günlerini özlemiyorum desem yalan olur. Daha güzeldi her şey, ben dizide düşlerini gerçekleştirmeye çalışan bir kız çocuğuydum ve televizyonun karşısında da kendi düşlerini gerçekleştirmeye çalışan başka çocuklar vardı. Biz düşlerimizi birlikte gerçekleştirdik. Birlikte korktuk, birlikte üzüldük, cesur olmayı denedik. Bir kuşak, denedik, yenildik, yine denedik; birlikte kazandık ve birlikte kaybettik. Kaybetmeler güzeldi o yıllarda.
O günlerden bugüne baktığınızda, televizyonu, televizyonda olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Şu anda o paydanın neresindeyiz, ya da o payda nerede?
Televizyon, tamamen kendi döneminin koşullarına göre şekilleniyor. O sırada seyircinin neye ihtiyacı varsa o içerik üretiliyor. Al ver, yap sat. Olmadı mı o zaman bunu at, başka bir şey yap. Çabuk yap, haydi! Bu ne hız ? Nereye gidiyoruz ? Hop ! Bir dakika lütfen yahu. Galiba bugünlerde, dünya benim çok istediğim gibi dönmüyor. Tv işlerindeki dengeler değişti. Mesela yaptığımız iyi şeyler çok çabuk bitebiliyor. Zaman hızlı, hızla tüketiyor ve hızla yenisini istemeye devam ediyor. Benzerini istemeye, alıştığını istemeye. Biraz yavaşlamak lazım. Her konuda. Biraz “an” da bulunmak. Yazarken kolay geliyor, ama aslında pek de öyle değil. İnsanlar, ya gelecek kaygısıyla, ya da geçmişteki hatalarıyla yüzleşerek geçiriyor zamanını. Ve bunu yaparken şimdiki zamanı kaçırıyor. Bunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor bence.
Televizyonun getirdiği popülarite nasıl?
Televizyonun getirdiği popülarite mi? Valla o da çok değişti, eskiden daha kalıcıydı her şey, duygularımız gibi. Şu an her şey içinden geçtiğimiz çağ gibi, hızlı. Elektronik aletlerin modelleri kadar hızlı değişiyor popülarite. Bunun mutlaka bir elekten geçeceğini düşünüyorum. Şu an dünya yarışmaya bayılıyor, insan, 1. olmaya aşık, başka bir insana değil.
İnsan, ezmeye aşık oldu. Annelere bir bak, anneler çocuklarını doğurduğu andan itibaren birbiriyle yarışmaya başlıyor. Yahu yapmayın çılgın mısınız ? Bunun bir sonu olmalı. Bu film böyle bitmeyecek hani ;)
Dizi süreleri, setlerde yaşanan sorunlar, uzun çalışma saatleri… bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Süper Baba veya Baba Evi zamanlarında iki tane prime time vardı diye hatırlıyorum. Gecede iki dizi olurdu. 45 dakikalık. Üzerine 15 dk da reklam koy, bitti. Şaka gibi değil mi ? Şimdi, sinema filmi uzunluğunda diziler çekiyoruz. Keşke yine gecede 45 dakikalık iki dizi olsa. Çünkü bu en uzun süre tv’de kalma yarışı, hem mental hem de fiziksel olarak hepimizi çok yoruyor. Çok. Oysa internetteki dizilere bir bak, mesela “Sense8” mesela “Kanaga”. Nefisler. Nefis. Öyle oldu mu gözlerimi de kalbimi de o işten alamıyorum. O zaman, iş değil ki zaten o. Şifalı. Başka bir şey. Umarım yakın bir gelecekte her yanımızı, içeriğini kendimizin ürettiği, dünyaya sattığımız, birbirinin aynı olmayan, sözünü kendince ve dopdoğru söyleyen internet dizileri sarsın. Kanaga’nın ikinci sezonunu bir aşık gibi bekliyorum burada. O kadar güzel ki!
“İnanıyorum, bir gün dünyanın bu tarafına adalet gelecek”
Bir kız çocuk annesi olarak, ülkemizde yoğun yaşanan çocuk istismarı, kadına şiddet ile ilgili neler hissediyorsunuz? Nasıl çözülebileceğini düşünüyorsunuz? Neleri değiştirmek isterdiniz?
Çok şeyi değiştirmek isterdim. Özellikle çocuk istismarı ve hayvan istismarı konularında. Özellikle bu ikisi. Neden böyle ? Çok basit, çünkü orman kanunları işliyor, kötülük cezasız kalıyor yaşadığımız ülkede. Korku imparatorluğu vicdanı çürüttü. Bu kötülük nasıl iyileşebilir ? Eğitimle. Bir çocuk istismara uğradığında ailesine bakıyorum, bir kereden bir şey olmaz diyen ailesine bakıyorum, susuyorlar. Kor-ku- yor- lar. Onların yerine korkmuyoruz diyecek birilerini arıyorlar, kendilerine bile itiraf edemeden bunu. Gördük işte Ensar Vakfı olayında. Kapanmayan yaramız değil mi o olay hala ? Kapanmamalı zaten. Ne kapanacak! İnanıyorum, bir gün dünyanın bu tarafına adalet gelecek, her konuda; biz bugün, sırf bu umut için susmamalıyız ve vazgeçmemeliyiz.
Hayatta sizin için en önemli şeyler ne? Hayata bağlayan şeyler, cümleler? İnsan ne ile yaşar?
İnsan merakıyla, tutkularıyla yaşar. 12 yaşında bir kızım var ve o benim hayattaki en büyük merakım, her gün ondan öğreniyorum, sürekli değişip dönüşüyorum Kavin’le. Annem, sonsuz öğretmenim. Mesleğim, gözümün bebeği. Öğrencilerim... Adalet duygum ve vicdanım. Onları yitirmemeye çalışıyorum. Hayvanlar ama en çok kediler beni hayata sımsıkı bağlıyor. Can dostlarım, iyi ki varlar.
Seyahat. Ah içimdeki bu bitmek bilmeyen keşfetme isteği, beni hayata fena bağlıyor. Ölene dek gezmek istiyorum. Ve yazarlarım, onların yeni kitapları... Mahvolurdum yani olmasalardı.
İnsan, yalnız kaldığında keşfettiği “kendi” yle ve dünyaya duyduğu aşkla yaşıyor. Yani ben böyle yaşıyorum. Aşk demişken, bekliyorum kendisini; haber verin bu pazar gazetenizde ona ;)