Sondan başlıyorum çünkü bu yazıyı dün gece yazmıştım, burası ektir. Bu yazıyı yazdıktan sonra Reyan Tuvi ile festival yönetimi anlaşmaya varmış. Kimse kusura bakmasın sanatta anlaşma olmaz. Üstelik de burada söz konusu olan bir belgesel, kurmaca değil. Eğer yönetmen bunu filmine almışsa ve bu haliyle başka festivallerde gösterildiyse burada başka bir kriz vardır. Reyan Tuvi ilk açıklamasında daha önce benzer ahlaki ve hukuki bir tartışmayla hiçbir yerde karşılaşmadık diyor ama bugün ise sorunun filmde ingilizce çevirisinin kaldırılmasıyla çözüldüğünü öğrendik. Bence bir yönetmenin bunu kabullenmesi de sansüre boyun eğmiş olmasıdır. Sinemacı bunu kabulenmemelidir. Belgesel tarihimiz için üzücüdür.
***
En başa dönersek... Tarih: 18 Temmuz 2014 Yer: Yıldız Sarayı Tiyatro Salonu
Altın Portakal için ilk basın toplantısı yapılıyor. Bu yılki festivali vizyonuna dair her şey anlatılıyor. Ve Menderes Türel’e şöyle bir soru geliyor. “peki festivalde Gezi filmi yer alır mı? Türel şöyle cevaplıyor: Elbette, sinema siyasetten üstündür...
Aklımdan şöyle geçirdim o an “ben acaba kafamdaki Soma belgeselini çekip göndersem sonuç ne olurdu?“ sonra ben Soma belgeseli çekme hayalimi gerçekleştirdim ve yarışmaya gönderdim.
Belgeselimin adı O Köy... Soma faciasında 11 şehit veren Elmadere Köyü’nü en saf, duygu sömürüsünden uzak, naif haliyle yansıtmaya çalıştım. Ve bu sene de konuların Gezi ve Soma ağırlıklı olacağını düşünüyordum. Festival sonuçların 15 Eylül’de açıklanacağını duyurmuştu ancak süre uzadıkça uzadı. Böylece bu tarz olayların vuku bulacağını, ön jüride telaş festival yönetiminde de bir ne yapsak olduğunu sezmiştim. Sonuçlar 26 Eylül’de açıklandı, uzun metraj filmlerinden sonra hatta... 15 yerine 14 film seçilmişti...
Benim pek umudum yoktu, birleşenleri bir araya getirince Soma belgeseli seçilmez diyordum, belki de estetik olarak beğenilmemiştir tabii o ön jürinin takdiridir ama ben tüm benliğimle, samimiyetimle bu belgeseli yapmak istedim ve zorluklarla gittim çektim, kendimi iyi hissediyorum. Sinemacı içinde yaşadığı toplumun ve bireylerinin sorunlarıyla boğulan insandır.
Neden 14 film seçildi diye düşünürken, 15 film içinde aslında yer alan Reyan Tuvi’nin Gezi belgeselinin sansürlendiğini öğrendik. Belgesel ön jürisi, sorumluluğun kendilerinde olmadığını açıklarken... Altın Portakal Komitesi’nden sansüre dair daha çok ön jüriyi suçlayan ve iletişimsizlikleri olduğunu söyleyen bir açıklama geldi. Hiçbir şey anlamadık...
Dün ise belgesel ana jüri başkanı Can Candan’ın görevinden çekilme kararını alkışladım.
Bazı sinemacılar ve sinema yazarlarından çok güzel tepkiler gelirken, her olayda olduğu gibi bunda da nabza göre şerbet verenler mevcut. İşin sansür olmadığına kadar, bunu Altın Portakal’a yapılmış bir komplo olduğuna kadar gidiyorlar...
Altın Portakal tarihinde iki kez yapılamamış, biri 1979 diğeri ise 1980’de.
1979’da 3 uzun metraj sansür kurulu tarafından sansüre uğramış ve tüm yapımcılar çekilmiş. Filmlerden biri de Yavuz Özkan’ın yönettiğiişçi sorunlarını anlattığı Demiryol filmi.
Bu ülkede büyük bir felaket yaşandı Soma’da. Şimdi bir düşünelim şu an madenciyi anlatacak sinemacının yaşayacaklarını, çekeceği çileyi... Zaten destek alamaz da hiçbir yerden o ayrı.
Murat Tolga Şen’in yazdığı “Asıl sansür jüriden mi geldi?” yazısını da mutlaka okumalı. Olayların çok daha büyük olabileceğine işaret ediyor.
Sinemamızın 100.yılı, 100.yılı diye övünmekten helak olduk ama bunları yaşıyoruz 100.yılda!
İlk deneysel sinemacımız Alp Zeki Heper’in Danıştay kararlarıyla sansürlenerek nasıl bir bunalıma sürükletildiğini daha önce yazmıştım.
Yazıyı Özgür Mumcu’nun şu tweetiyle bitireyim zira daha güzel bir söz bulamadım:
Altın Portakal'daki sansürden sonra alacağı tavır Türkiye sinemasının haysiyet sınavı.
— Özgür Mumcu (@ozgurmumcu) 2 Ekim 2014