Çağnur Öztürk

30 Nisan 2017

Dahiler de ağlar

Albert Einstein'ın hayat hikayesini anlatan 'Genius - Deha' ilk bölümüyle 23 Nisan’da National Geographic’te başladı

Delilik ve dahilik arasındaki ince çizgiye hoş geldik.

Albert Einstein'ın hayat hikayesini anlatan 'Genius - Deha'  ilk bölümüyle 23 Nisan’da National Geographic’te başladı.  Yönetmenliğini Oscar ödüllü Ron Howard’ın yaptığı Deha, Nat Geo’nun ilk senaryolu serisi, 10 bölüm…  171 ülkede 45 farklı dilde yayınlanıyor.

Evet o, dilini çıkardığı çılgın fotoğrafından ve dağınık beyaz saçlarından mıh gibi aklımızda. E=mc2 ayrıca, izafiyet teorisi o da tamam.

Ama bir de bu dehanın, porselen dükkanındaki bir boğa gibi, çevresinde, özel hayatında hasar bıraktığını göreceğiz. Gençliğine inıyoruz. Genç Einstein olarak Johnny Fylnn, yaşlı Einstein olarak ise Oscarlı Geoffrey Rush, eşi olarak ise Emily Watson var. Rush zaten 12’den vurulmuş bir seçim.

Einstein’ın kariyerinin ilk yıllarında yaşayıp öğretmenlik yaptığı Prag’da çekilen seri, Marie & Pierre Curie, Carl Jung, Werner Heisenberg gibi 20. yüzyılın bilim insanlarını da konu alıyor.

Einstein’ın dehasının yanında, onun kusurlarına da şahit olacağız. Dahi de olsa zaafları var, hataları var her insan gibi…

Bir dâhiyi çözmeye anlamaya çalışmak, üstelik böyle sağlam, dev bir prodüksiyonla çok heyecan verici. Bence kaçırmayın.

Einstein’ın şu sözü hem onu, hem hayatı anlamaya çalışırken mottomuz olabilir: “Önemli olan hiçbir zaman sorgulamayı bırakmamak. Merak duygusunun var olmasının özel bir sebebi vardır”

(360 derece gezebildiğiniz enfes de bir Einstein evi yapmışlar.)

 

Sinemamızı yapsak mı? Alıp başımızı gitsek mi?

 

Gün geçmiyor ki bu ülkede sinema yapmak isteyen bir insanın hevesini kaçırmak için bir gelişmeme yaşanmasın.  Kazım Öz’ün İstanbul Film Festivali’nde prömiyer yapan son kurmacası Zer, uğradığı sansüre güzel ve daha önce görmediğimiz bir tepki verdi evet. Filmin ilk sahnesinde ekran tamamen kararıyor ve “Bu sahne T.C. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü Üst Denetim Kurulu tarafından sakıncalı bulunduğu için izleyemiyorsunuz.” yazıyor.  Peki ben bir yandan Kazım Öz’ü bu tepkisiyle takdir ederken, neden şunu hissediyorum? : eğer insan istediği sinemayı yapamayacaksa hiç yapmasın, istediğini yapmana izin vermeyen bir sistemde, sanata engel olunan bir sistemde; neden bu sistemin bana vermek istediği şekli alayım ki? Filmimi tam istediğim gibi çekip tam istediğim haliyle festivallerde de gösteremeyeceksem acılar içinde kıvranmaz mıyım? Ruh halim bu filmi hiç çekmemiş olmaktan daha mı iyi olur?( Zaten Allah başka dert vermesin, insanın içinde film çekme isteği varsa bitmiştir. vücudunu yiyen antikorlar gibi. Üstelik de gerçekten hikaye anlatmak istiyorsa…)

Hadi yaptım: Sansüre tepkinin de sansürlenmesi vebasından da nasıl kurtulacağız? Bakanlıktan destek alamayan Tolga Karaçelik ve Emin Alper gibi harika yönetmenlerimiz ne yapıyorlar, yapacaklar bu durumda?

Sahil kasabasına mı gidip yerleşsek?

(Benzeri, en yakın örnek olarak Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ünün vizyonda sansüre uğramasaydı. E sansüre uğramış bir Tereddüt, zaten kendini anlatamamış bir Tereddüt değil midir?)

 

Fi 456 üzerine kısa

 

Fi 456 da çok iyiydi. Hiç hayal kırıklığına uğramadım ve ilk yazımda ne yazdıysam arkasındayım. Diziye kıtalar arası olmuş dememle uluslar arası olmuş demek arasında bir fark yok. İlki dizinin kalitesini daha dikkat çekici övmek için ve hak ettiği için kullandığım bir tabirim.

Ama diziyi 3’er bölüm olarak tüketmeyelim hemen. Haftada 1 ya da iki haftada 1 bölüm vermek evladır.