Burçin Akgün Ünaldı

31 Mart 2019

İstanbul'suz bir İstanbul Moda Haftası'nın ardından

İstanbul Moda Haftası maalesef ne tasarım dili ne davetlileri ne sokak stili ile İstanbul’a karışamıyor, şehri kapsayıcı ve sokağa ilham verecek bir moda kültürü yaratmaktan uzak magazinel bir aktivite olarak dört duvar arasına hapsoluyor

19-22 Mart tarihleri arasında birçok tasarımcımız ve kimi yerli markalarımızın Sonbahar/Kış 2019 koleksiyonlarını sunduğu moda haftası gerçekleşti.  İstanbul Moda Haftası’nın isim sponsoru olan Mercedes-Benz ile 13’üncü, moda haftasının henüz iki üç günlük bir organizasyon olduğu günlerden bu yana destek veren ben ve benim gibi birkaç blog yazarı arkadaşımın, kimi editörlerin ve modaseverlerin ise 21’inci sezonu idi.  Moda kültürü ile yoğrulmuş ve bugün dünya modasını belirleyen, trendlere yön veren büyük moda metropolleri ile kıyaslandığında henüz hâlâ çok genç, henüz hâlâ kat edilecek çok yolu var.

Öte yandan, hâl toy, hâlâ yeni, hâlâ yeterince içselleşmedi diye diye bu anlamda yeterince çaba gösteriyor mu sorusunu da sormamak olmaz. Özellikle bu sezon artık isim ve yer edinmiş pek çok tasarımcının özgün ve tasarım dili olan koleksiyonlardansa ticari kaygıyı biraz fazla öne koyan koleksiyonlar hazırladığını gördüm.  Değişik olmak, farklı olmak asla giyilebilir olmanın, iyi satabilir olmanın önünde engel değilken, bu garantici yaklaşımın tasarımcılarımızın dilini körelteceğini düşünüyorum. Çoğu tasarımcımızın da modern, şehirli, sofistike kadına uyacak; Avrupa ya da Amerika’da yer alabilecek tasarımlara es verip, oluk oluk gelen Ortadoğulu turist/müşteri sebebiyle iyiden iyiye couture adı altında abiye giyime yöneldiği de bir başka gerçek. Elbette ülkenin ekonomik durumu ortada ve tasarımcılar için fuara ayrı podyuma ayrı, Ortadoğu’daki alıcıya ayrı, Avrupa’dakine ayrı koleksiyon çıkarmak sürdürülebilir görünmüyor ama bu en azından tasarımcılarımızın birbiri ardına onlarca look yolladıkları defilelerde bunların bir kısmını baş döndürecek, burada harika bir şeyler oluyor dedirtecek, kreatif tarafıyla iz bırakacak tasarımlar olarak çıkarmalarına engel olmasa gerek.

Artık modaya sokak yön veriyor

Aslına bakarsanız moda haftamızın lokasyonu bile bizim konformist, garantici yanımızın bir yansıması gibi; İstanbul gibi köklü bir tarihe, muazzam yapılara sahip bir şehirde moda haftasını ardı ardına değişen pek çok farklı lokasyondan sonra uzunca süredir bir AVM’de yapıyoruz. Dünya podyumları git gide çadırlardan çıkıp mekânsal performanslara yönelirken biz moda tasarımını “rahat rahat” seyretme derdindeyiz. Tabii bunda ülkede ne LCV kültürü, ne defilelerin defile saatinde başlama, ne davetlilerin kendilerine ayrılan yere oturma saygısı gibi sıradan “medeni” kaidelere hiçbir şekilde uyulmuyor olmasının payı büyük. Hal böyle olunca bir AVM’nin büyük büyük salonlarına kocaman kuyruklar oluşturarak tıkılıvermekten başka çözüm yok.

Oysa bu sezon yine gördük ki Çiçek Pasajı, Karaköy Zülfaris Sinagogu gibi mekanlarda gerçekleşen defilelerin ruhu, görselliği, ambiyansı bambaşka oldu; bu mekân seçimlerini yapan tasarımcıların da “tasarım” adına uzun zamandır büyük başarılar gösteren isimler olması dikkat çekici. İstanbul Moda Haftası maalesef İstanbul’a karışmıyor ne tasarım dili ile ne davetlileri, ne sokak stili ile İstanbul’a karışamıyor, şehri kapsayıcı ve sokağa ilham verecek bir moda kültürü yaratmaktan uzak daha magazinel bir aktivite olarak üst segmentte dört duvar arasına hapsoluyor. Oysa yeni yüzyılda modaya önce sokak yön veriyor.

En iyiler, en dinamikler

Moda haftasının bana göre en iyileri yalnızca bu topraklara ait oldukça özgün ve kült imgeleri  mükemmel bir şekilde harmanlayan “Adaletin Bu Mu Dünya?” isimli koleksiyonu ile Aslı Filinta; Swarovski taşlarla bir uçta 70’lerin sofistike figürlerini diğer uçta oryantalist püskülleri tek potada eriten ve  imza fırfırlarını farklı materyallerde sunan Sudi Etuz; Sezen Aksu şarkılarından ilhamla hazırladığı tonsürton oyunlarla renk cesuru erkekleri davet eden Emre Erdemoğlu, uluslararası arenada çoktan popüler olan ve genç yaşında oldukça hit olan orijinal çizgisi ile Şebnem Günay, eski Türk ressamlardan ilham alan koleksiyonu ile Önder Özkan oldu.

Moda haftası süresince en doyurucu, en dinamik alanlardan biri tasarımcıların Türk ve global satın alma sorumluları ile buluşabildiği ve “tasarım odaklı ihracat” hedefi ile oluşturulan The Core oldu. Core’da tasarımcılar satışa yönelik parçalarını gösterebiliyor, sipariş alabiliyor, kimi marka ve tasarımcılar ise açılan pop-up mağazada direkt satış gerçekleştirebiliyor. Bu sezon bazılarını dinleme fırsatı bulduğum paneller konu ve konuk seçimleri ile çok tatmin edici ve aydınlatıcı idi.

Bir sonraki sezon neler olacak, podyumda kimleri izleyeceğiz, moda haftası İstanbul trafiğinde getir götür yapan “sponsor araçlar” haricinde İstanbul’a ne ölçüde karışacak, hep birlikte göreceğiz.