Günümüzde medya’nın asli işlevi görülebilir riskleri görünmez kılmaktır.
Son birkaç yıl içinde medyada sağlık ve beslenme konuları ile ilişkili haberlerin ve bu konuları ele alan tartışma programlarının artışında bir ‘tuhaflık’ var. Genelde gıdalarda bulunan çeşitli risk unsurlarından söz eden veya “gıdalarımızda gözle göremediğimiz, sağlığa zararlı neler var” sorularını temel alan haber ve programlar bunlar. Pestisitler, hormonlar, arsenik, civa, antibiyotikler… gibi çeşitli kimyasal maddelerin gıdalarda bıraktığı kalıntılar ve bu kalıntıların yol açacağı sağlık sorunları sıklıkla gündeme gelmekte. Bu haber ve programlar gereksiz değil ve ‘tüketici’ denilen kesim için bazı olumlu işlevleri de olabilir. Ama bu sorunlar dile getirilirken genelde ele alınan soruna yol açan gerçek fail veya failler üzerinde çok iğreti bir şekilde duruluyor. Bu tarz konuların medyada sürekli belirli bir şablona uyacak biçimde ele alınması, insanların konuya ilgisini çekmek bir yana ilgisini köreltiyor; duyarsızlığını artırıyor.
Bu olayların medyada ele alınış biçimi aşağı yukarı şöyle: “yediğimiz gıdalarda riskli bir durum var; bu durum şu veya bu kişiler ya da kurumların düzgün iş yapmamasından kaynaklanıyor; konunun uzmanları bu konuda şunları söyledi...” Yani bir tür “önce kaygılandır sonra rahatlat” döngüsüyle sonuç olarak şöyle bir mesaj iletiliyor: “Bazı şeyler yolunda gitmiyor, ama şöyle yapılırsa her şey yoluna girer; kamuoyunun endişelenmesine gerek yok; durum kontrol altına alınabilir; yeter ki ilgili kişi-kurumlar görevini düzgün yapsın...” Böyle bir mesaj, toplumda, her şeyin kontrol altında olduğu -ya da altına alınabileceği- algısını pekiştirmesi ve ele alınan soruna yol açan gerçek fail ya da failleri tamamen görünmez kılması açısından çok sorunlu. Örneğin, ele alınan konu gıda ürünlerinde bulunan bir zehirli kimyasal madde ise, bu zehirli kimyasal maddeyi kimin ürettiği, neden üretildiği veya üretilmesinin hangi ihtiyaca karşılık olduğu konusuna hiç değinilmeden saatlerce sağlığa zararlı olup olmadığı tartışılabiliyor. Sağlığa zararlı olduğuna insanlar ikna olsalar bile bir şey değişmeyecek. Zararlı bir şeyi yiyecekler yolu ile bünyeye almak içgüdüsel olarak insanları çok rahatsız eden bir şey ve reyting kaygısıyla bu içgüdü sürekli kaşınıyor.
Ancak, medyada çok ender yer bulsa da, gerçekten kontrol edilebilir, failleri ve somut olarak ne yapılması gerektiği iyi bilinen durumlar da var. Gemi inşa ve bakım onarım tersanelerinde, inşaat işlerinde, madenlerde, toksik kimyasalların üretimi, depolanması ve taşınması gibi çeşitli tehlikeli işlerde çalışanların durumu gibi. Yani, yeterli güvenlik ve sağlık önlemleri alınmadığı için sürekli ölen, yaralanan veya sakat kalan insanların durumu. Bu insanların sorunları nedense haber ve tartışma programlarına hiç yansımıyor.
Bundan üç hafta önce Manisa Soma’da faaliyet gösteren Uyar Maden’e ait maden ocağında meydana gelen yangında bir mühendis ve iki işçi hayatını kaybetmişti. Birkaç gün önce çıkan ikinci yangında ise dördü ağır dokuz işçi yaralandı. Yangınlara iş güvenliği önlemlerinin alınmamasının neden olduğunu belirten işçiler; seslerini duyurabilmek ve gerekli iş güvenliği önlemlerinin alınabilmesini sağlamak amacıyla iş bırakma eylemi yapmaya karar verdi. Yedi yüz işçinin eylemi halen devam ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün istatistiklerine göre, iş kazalarında yaşamını yitiren maden işçisi oranında dünya birincisi olan Türkiye’de, bir maden ocağında iki hafta içinde insanların ölümüne ve yaralanmasına yol açan iki yangın. İş bırakılmasa kuvvetle muhtemel bir süre sonra üçüncüsü de olacaktı. Üç kişinin ölümüne yol açan birinci yangından sonra, ortada çok açık bir ikinci yangın tehlikesi olmasına rağmen yine de işbaşı yapmak zorunda bırakılan insanlar. Bu nasıl bir zorunluluktur. Her gün madene giren ve saçı, derisi, bütün nefes yolları kömür tozu ile kaplanarak çıkan, kömür çıkaran ama evlerine kömür alamayan, yavaş yavaş ölen insanların yaşadıklarına dair çok az şey hayatlarımıza sızıyor. Hiç görülmüyor.
Büyük alışveriş merkezlerinin bodrum katlarında bulunan kapalı otoparkların yol açtığı sağlık sorunu ise her zaman gözümüzün önünde. Gözümüzün önünde çünkü bir şekilde yolumuz o otoparklara düşüyor. Araç giriş ve çıkışının çok fazla olduğu bu yerlerde çalışan işçilerin sağlığı çok ciddi risk altında. Bu işçiler çalışma esnasında, solunum yoluyla, araçların egzoz gazlarından çıkan zehirli maddelere maruz kalıyor. Egzoz gazı, insan ve çevre için tehlikeli olan karbonmonoksit, çeşitli hidrokarbonlar ve azot oksit gazlarını içeriyor. Havalandırma sistemi uygun olmayan, bulunmayan veya havalandırma sistemi çalışmayan -genellikle kasıtlı çalıştırılmıyor- yerlerde ise sağlık riski daha çok artıyor. Alışveriş merkezine girerken, hızlı adımlarla geçilen bir tür zehir odası gibi yerler. Ama o yerlerde sürekli çalışan, o berbat havayı soluyan ve zamanla hastalanan insanlar var.
Madeni yağ veya petrol ürünleri üretimi veya dağıtımı ile ilgili bir işyerine gidildiğinde havadaki ağır toksik solvent -oda sıcaklığında buharlaşıp havaya karışan çeşitli kimyasal maddeler- kokusu bir süre sonra insanın başını döndürür. Böyle koşullarda nasıl çalışıldığını düşünmeden edemezsiniz. Önünde sonunda hasta olur çünkü insan. Alışkın değilseniz bir süre sonra kusabilirsiniz. İnsana şaşırtıcı geliyor ama böyle ortamlara bile alışılabiliyor. İş için. Bedeli bir süre sonra açığa çıkan onulmaz hastalıklar olabiliyor.
Çalışanların ne tür risklerle karşı karşıya oldukları ile ilgili olarak farklı iş kollarından daha pek çok olumsuz örnek bulmak mümkün. Buralarda çalışan insanların çalışma koşulları hakkında neredeyse hiçbir yerde, hiçbir şey görmüyor, duymuyor ve okumuyoruz. Bu işkollarında biraz çalışmak, zamanla ne kadar hastalanabileceğinizi anlamak için yeterli. İşyerlerindeki yetersiz veya olmayan güvenlik önlemleri yüzünden her gün 5 ile 8 kişi ölüyor ve iş kazası diyip geçiyoruz. Önlenebilecekken üstelik. Ölüm ne zaman bu kadar sıradan bir olay haline geldi? Gözümüzün önünde, düpedüz görünür sağlık risklerine maruz kalan, yaşarken göremediğimiz ve öldükten sonra da görünmez olan insanlar.
Türkiye’de işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili alınacak ve alınması gereken her türlü önlem, yasalar ve yasaların yetki verdiği kişi ve kurumlar marifetiyle değil, işyeri sahiplerince belirleniyor. Son sözü patron söylüyor, gerisi teferruat, konu aslında bu kadar yalın.
Her ne kadar iş kazası olarak adlandırılsa da aslında pek çoğu bir iş cinayeti olan ve bu cinayetlerde ölen kişilerin ailelerinin başlattığı 'Vicdan ve Adalet Nöbeti', her ayın ilk pazarı Galatasaray Lisesi'nin önünde tutuluyor. Aileler işçi ölümleri bitmedikçe, mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini söylüyor. Biraradalık duygusu ne kadar aşınsa da insanlar başkalarının acılarına karşı duyarlı canlılardır ve onları bu acılar hakkında bilgi sahibi kılmak belki bir fark yaratabilir umuduyla…