Binnaz Saktanber

20 Aralık 2024

Disclaimer: Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var

'Disclaimer', kartlarını veya başka bir deyişle “gerçeği”  göstermek için son bölüme kadar bekliyor, ve ne yazık ki yedi uzun saat boyunca bu sonu beklemek için iddia ettiği kadar cazip bir hikaye sunamıyor

Disclaimer bu senenin en “izledin mi?” dizisi. Herkesin konuştuğu, iyi ya da kötü bir fikir oluşturduğu, kafa yorduran, birbirine “İzledin mi?” diye sorduran… Bunda en büyük sebep kadronun A listeliği: Dizi, Oscar'lı yönetmen Alfonso Cuarón’un ilk televizyon işi. Bu tür dizilerde genelde star yönetmenler bir iki bölüm yönetir sonra kenara çekilir; Cuarón öyle yapmadı, yedi bölümün yedisini de yazdı ve yönetti. Yaptığı işten de memnun kalmış olacak ki, diziyi 81. Venedik Film Festivali’nde görücüye çıkardı. Dizi, ödül sezonunu da kuvvetli açtı. 5 Ocak’ta dağıtılacak Altın Küreler’de En İyi Mini Dizi, Antoloji Dizisi ya da TV Filmi, aynı kategoride En İyi Kadın ve Erkek Oyuncu ödüllerine aday oldu. Disclaimer’ ın başrolünde Cate Blanchett var. Blanchett, mesleğinde zirveye çıkmış, bir tık soğuk ve her daim gerçeğin peşinde koşan belgeselci Catherine Ravenscroft’u oynuyor. Ama “gerçekler” gün gelip Catherine’in başına bela oluyor.  

Disclaimer Apple TV+ 'da yayında

Gerçeğin peşine düşmek kolay iş değil. Zira gerçek ne, artık onu bile bilmediğimiz bir çağdayız. Kendi yankı odalarımızda yaşıyor, inançlarımıza, dünya görüşümüze ve çoğu zaman çıkarlarımıza yakın duranın yamacında kalıyoruz. Güvendiğimiz dağlara yalanlar yağdığında en çok biz üşüyor, yine de kendi işimize gelmeyen gerçeklere “inanmıyoruz.” Disclaimer, daha ilk dakikadan bizi bu tehlikeye karşı uyarıyor. Catherine’e ödül vermek için kürsüye çıkan usta gazeteci Christian Amanpour’u görüyoruz. "Anlatı ve biçimden sakının. Bizi gerçeğe yakınlaştırabilirler, ama büyük manipülasyon gücüne sahip birer silah da olabilirler,” diyor.. Yani dizinin bizi manipüle edeceğini, seçtiği hikaye anlatma biçimleri, kameranın baktığı ve bakmadığı yerler ve karakter imlerine dikkat etmemiz gerektiğini en başından söylüyor. 

Hikaye Catherine’e yollanan bir kitapla başlıyor. Kitabın adı The Perfect Stranger (Kusursuz Yabancı) ve “Oğlum Jonathan’a” adanmış. Catherine, Jonathan ismini görünce kitabı okuyor ve ufak çapta bir sinir krizi geçiriyor. Flashbacklerle anlıyoruz ki bu roman Catherine’in yıllar önce İtalya’da geçirdiği bir yaz tatilini ve orada tanıştığı Jonathan (Louis Partridge) ile yaşadığı ilişkiyi anlatıyor. Romana göre Catherine henüz 18’indeki masum Jonathan’ı baştan çıkarıyor. Bu sırada küçük oğlunu ise hiç umursamıyor, o yanı başında uyurken veya kumsalda oynarken dahi Jonathan’la beraber oluyor. Bu kaçamakların birinde oğlu denize girip boğulunca Jonathan onu kurtarmak için denize atlıyor, çocuk kurtuluyor ama Jonathan canından oluyor. 

İşte kitap bu korkunç hikayeyi Jonathan’ın annesinin kaleminden anlatıyor. Acılı anne Nancy (Lesley Manville), ölümünden bir süre sonra oğlunun, tatilde çektiği Catherine’e ait erotik fotoğrafları buluyor ve yavaş yavaş noktaları birleştiriyor. Sonra da oturup oğlunun seks hayatını en ince detayına kadar anlatan bir roman yazıyor, hani anneler yapar ya(!) Nancy de ölünce, metni bulup Catherine’ den intikam alma işi hafif kafayı kırmış kocası Stephen’ a  (Kevin Kline) kalıyor. Çünkü karı-koca, oğullarının ölümünden Catherine ’i sorumlu tutuyor. Stephen, üstüne ölük karısının pembe hırkasını giyip deli deli hareketler yapıyor ve kitabı hem Catherine’in kompleksli kocası Robert’a (kötü peruklu bir Sacha Baron Cohen), hem de bir baltaya sap olamamış ve annesiyle arası açık oğlu Nick’e  (kendi jenerasyonunun en iyi oyuncularından Kodi Smit-McPhee) yolluyor. Kocaya giden pakette Catherine’in  fotoğrafları da var. 

İşte bundan sonrası bir merdivenden aşağı yuvarlanış. İnsanların bir TikTok videosu izleyecek kadar bile dikkat süresi olmadığı bir çağda kim postadan çıkan anonim bir romanı okur bilmiyorum ama baba-oğul okuyor ve böylece Catherine’in kötü anne-kötü eş-hafif kadın çemberi içinde boğulma seansı başlıyor. Roman Catherine’in ofisine ulaştığı için orada da işler sarpa sarıyor. Tüm bu olup biteni romandan alındığını düşündüğümüz satırlarla bir dış ses anlatıyor, zira dizinin kendisi de Renée Knight’ın aynı isimli romanından uyarlanmış. Roman Türkçede Kimse Bilmemeli ismiyle yayınlanmış, meraklısına. 

Hem Cuarón hem de Blanchett’in çok sevilen işlerinin gölgeleri Disclaimer’a vuruyor. 2019 yılının En İyi Film Oscar’ına sahip Roma ve Cuarón’un önceki filmleri Gravity ve Children of Men’den hatırlayacağınız su ve dalga metaforları burada da yaşam ve ölüme denk gelen sahnelerde karşımıza çıkıyor. Blanchett’in Catherine’indeyse hem ona En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını getiren Blue Jasmine karakterinin yüksekten aşağı düşerken yaşadığı sinir krizlerinden, hem de soğuk, üstün başarılı ve iptal edilen Tár karakterinden izler var. Ama Disclaimer maalesef totalde tüm bu işlerin gerisine düşüyor. 

Gerçeğin sabit değil dinamik bir olgu olması belki de en saf haliyle sinemada (ve televizyonda) çıkar karşımıza. Neyi açığa çıkaracağı, neyi saklayacağı, bizi hangi tarafı tutmaya davet edeceği yazarın ve yönetmenin elindedir. İyi filmler ve dizilerse bu güçlerini kötüye kullanmaz, seyirciyi salak yerine koymaz. Bir çukur inşa edebilir ve seyirciyi uçurumun kenarlarında dolaştırabilir ama içine itmez. En azından benim sevdiğim film ve diziler bunu yapmaz. Disclaimer işte bu noktada benim sevdiğim işlerden ayrılıyor. Dizi, kartlarını veya başka bir deyişle “gerçeği”  göstermek için son bölüme kadar bekliyor, ve ne yazık ki yedi uzun saat boyunca bu sonu beklemek için iddia ettiği kadar cazip bir hikaye sunamıyor. Disclaimer, hype’ı yemeklerinden daha büyük bir lokanta gibi, sizi masada yüklü hesabı beklemeye bırakıyor ve gerçeğin hesabını size ödetiyor. 

Binnaz Saktanber kimdir?

Ankara'da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News'da çalışarak başladı. 

Fulbright bursuyla gittiği ABD'de The City University of New York'ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York'ta yaşadığı yıllarda Türkiye'nin ilk bloglarından Loonybinsblog'u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti. 

2012'de Türkiye'ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review'un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen 'de yer aldı. Eylül 2024'te T24 ailesine katıldı.