Defne Kayalar’ı uzun zamandır tanıyorum ama bu ilk röportajımız. Medea’yı sahnede izleyince konuşmak istedim onunla. Oyuna ve performansına hayran oldum çünkü.
Medea, hepimizin bildiği bir hikâye, onu terk eden kocasından intikam almak için çocuklarını öldüren “korkunç anne” hikayesi… Bu modern uyarlamadaysa bambaşka bir yerden bakıyoruz Medea’ya, çocukların gözünden, onların ölmeden önce geçirdikleri son bir saatten… Bir saatlik oyunda Kayalar çok gözükmüyor, ama bu üzerinizde bıraktığı etkiyi asla küçültmüyor.
Hayatta da böyle biri aslında, kariyerinde de… Çok fazla ortalarda gözükmeyen ama her gördüğünüzde aklınıza kazınan; en şaşaalı rollerde, en gürültülü filmlerde yer almayan ama her performansıyla hatıranıza bir çentik atan… Yaşamı belirli prensiplere göre yaşayan ama bunu laf olsun diye değil, başka türlüsü mümkün olmadığı için yapan. Kendini tamamlamayı başarmış, bunu da her nasılsa acılaşmadan yapmış, bütün bir insan…
Kayalar ile epey uzun konuştuk. Anneleri ve kadınları suçlayan sistemden, ünlülerin sosyal meselelerde konuşup konuşmaması gerektiğinden, hangi işlerde, hangi kanallarda yer almak istemediğinden, eşi Ali (Bilgin) ile aralarına çektikleri Çin Seddi’nden, kendi annesiyle olan ilişkisinden ve Medea’nın kaderinden… Ha bir de Kayalar’ın inanamayacağınız kadar derin popüler kültür bilgisinden…
Binnaz Saktanber ve Defne Kayalar (Fotoğraf: Can Öztürk)
- Medea en bilinen tragedyalardan biri. İlk oyun milattan önce 431 yılında oynanmış. Ve sen 2024’te onun bir versiyonunu oynuyorsun. Oyuna nasıl dahil oldun?
Hira (Medea’nın yönetmeni) Instagram’dan mesaj attı. Tanışmıyorduk. “Merhaba, ben Hira Tekindor. Size bir oyun göndermek istiyorum” dedi. Okudum hemen ve son sahneye gelmeden önce “Eyvahlar olsun!” dedim. Sonrasında Hira “Sen okeysen çocukları aramaya başlayacağım. Önce böyle bir projeye kalkışacak oyuncuyu bulmam gerekiyor” dedi. Uzun bir ön eleme yaptılar. Video gönderen çocuklar arasından seçilenleri çağırdılar. Çocukların hepsi çok yetenekliydi.
- Medea’da bir nevi yardımcı oyuncusun. Medea’yı oynuyorsun ama sahnede daha çok çocuklar var. Bu aslında ego-kıran bir hareket senin seviyende bir oyuncu için.
Bu oyunda çocuklar başrol. Seyirciyi sahnenin üstünde karşılıyorlar ve oyun bitene kadar da hiç ara vermeden sahnede kalıyorlar. Ben afişte ismimin altta yazmasını istedim ama Hira (Tekindor) “Oyunun adı Medea, Medea da sensin” dedi. Buna ne diyebilirim? Yoksa ben bu işi kendi egom için yapmıyorum, çok sevdiğim için yapıyorum. Beni kimse bir yerde oynatmasa evimin salonunda oynarım, kimse görmese de olur.
“Hikayeler hep katilin, suçlunun tarafından anlatılınca, seyircinin kurbanla ilişki kurma refleksi de oluşmuyor. Halbuki öyle bir empati olsa belki o suçlar da olmayacak” |
- En çok neyi cezbetti seni?
Medea efsanesini biliyordum elbette. Ama bu uyarlamanın çocukların tarafından anlatılıyor olması beni çok etkiledi. Yunan tragedyalarında çocukları hiç görmeyiz. Europides’in yazdığı orijinal oyunda çocuklar hiç konuşmaz. Arkadan bağırmaları, çığlıkları duyulur sadece. Burada hikâyeyi kurban tarafından görüyoruz. Edebiyatta, tiyatroda, sinemada “bir de bu taraftan bakan” hikayeler çok önemli. Hep katilin, suçlunun tarafından anlatılınca, seyircinin kurbanla ilişki kurma refleksi de oluşmuyor. Halbuki öyle bir empati olsa belki o suçlar da olmayacak. Benim için en önemlisi çocukları nasıl etkilediği kısmı. Şu anda Türkiye'de olan bitene de çocukların tarafından bakmak gerekiyor. Narin Güran cinayetine başka türlü bakamıyorsun. Çocukları dışarı çıkmasınlar diye kapıyı üstlerine kilitleyip gitmek zorunda kalan annenin dramına da başka türlü bakamıyorsun. Bunların bir daha yaşanmaması için çocukların tarafından bakmalıyız.
“Fakirlik savaşında çocukların suçu ne? Gerçekten hangi parası olan insan gece vakti çocuklarını kilitleyip hurda aramaya gider? Maddi durumu olsa çocukları bırakır mıydı?” |
- Bahsettiğin anne Melisa Akcan. Hurda toplamak için evden çıkıp kapıyı kilitliyor ve beş çocuğu elektrikli soba yangınında ölüyor. Bunun üzerine AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin de "Dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz her şeyi paraya bağlıyorsunuz. Bütün bu problemlerin olmasının sebebi, parasal sebepler mi, değil” diye bir açıklama yaptı ve sen de ona bir tweet attın. “Özlem Hanım, o zaman eğip bükmeden dümdüz sorduğum şu soruyu cevaplamanızı rica ediyorum: O anne parası olan bir anne olsaydı bu ailenin başına bu olay gelir miydi?” diye sordun. Ne hissettin, ne düşündün bu tweeti atarken?
Yaptığı açıklama ezber düşüncelere dayanıyor, ezber cümleleri kurup geçiyor. Mesele belli bir ideolojiye toz kondurmamak. Ben her zaman tarafsız bir yerden, sorunun temeline bakmaktan yanayım. Karşılıklı konuşalım. Peki sorun para değil. Peki biz paraya getirmeyelim konuyu. Peki o zaman sorun ne? Para bu sorunu çözebilir miydi? Çözebilirdi. O zaman neyi inkâr ediyoruz?
Medea’da da benzer bir durum var. Çocuklar içerideler, kapı kilitli. Tuvalete bile gidemiyorlar, karınlarını doyuramıyorlar. “Anneyle babanın kendileri halletmesi gereken sorunları var ve siz dönüp dolaşıp konuyu çocuklara getiriyorsunuz” diyebilir miyiz? Konuyu nereye getirelim? Anneyle babanın arasındaki savaşta çocukların suçu ne? Ya da fakirlik savaşında çocukların suçu ne?
Medea oyunundan bir kare
- Veya annenin suçu ne? Çünkü mütemadiyen anne suçlayan bir sistemdeyiz.
Anne ne yapabilir? Gerçekten hangi parası olan insan gece vakti çocuklarını kilitleyip hurda aramaya gider? Diyelim ki hobi olarak yapıyor. Psikolojik sorunları var. Başka bir şey. Maddi durumu olsa çocukları bırakır mıydı? En temeline bakmak gerektiğini düşünüyorum. İnsanla ilgili bütün dramlar içerisinde en temelde çocuklar var.
- Çocuklardan o kadar yapmacıksız, doğal bir performans nasıl çıktı?
Zaten sesini ve teksti doğala yakın kullanan çocuklar arasından seçtik. Ama dizilerde oynamış olmalarının da avantajı oldu. Dizilerde artık epey doğal konuşuluyor, o eski teatral konuşmalar yok, yapmacıklık daha az rastladığımız bir şey. Çocuklar eğer reklam oyunculuğuyla çok kirlenmedilerse zaten çok daha doğal bir yerden geliyorlar. Ondan sonrası da oyuncu koçu ve pedagogla çalışmaların sonucunda şekillendi. İstemedikleri hiçbir şeyi yaptırmamak için büyük özen gösterdik.
Hira Tekindor'un yönettiği Medea, çocuk oyuncuların başarılı performanslarıyla dikkat çekiyor
- Çocuklar hikâyenin sonunu biliyor muydu?
Provalara başladığımızda bilmiyorlardı. Pedagog “Onlar bir şey sormadıkça açıklama yapmayın” demişti. Bir gün beraber final sahnesini prova ettik ve biri “Bir şey sorabilir miyim? Biz ölüyor muyuz?” dedi. “Evet” dedim. “Peki sen niye böyle bir şey yapıyorsun?” dedi. “Herhalde ya çok kafası karışık ya da iyi bir insan değil. Ya da ikisi birden, bilmiyorum” dedim. “Peki niye böyle bir oyun yazmışlar?” dedi. Öyle basit bir yerden sohbet ettik. Ben kendi çocuğumdan da, bir soru sorduğunda illa ki cevap vermemem gerektiğini biliyorum. “Çok iyi soru, gel beraber araştıralım” demek gerekiyor. Çocuklar zaten “tamam” deyip, başka bir şeye dalıyor. Onun üzerine dertlenip saatlerce düşünmüyorlar bu konuyu.
- Peki kendin düşündüğünde nasıl bir sonuca vardın? Medea çocuklarını öldüren, üstelik bunu planlayan bir anne. “Cennet annelerin ayakları altındadır” ile büyüyen toplumlar için daha kötü bir insan tasviri yok. Gerçekten bu kadar kötü mü yoksa ona başka bir yerden bakmak mümkün mü?
Medea çocuk sahibi oluyor ama anneye dönüşmüyor. Çocukları öldükten sonra üzülmüyor mu? Üzülüyor. Ama finalde anneliğinden vazgeçiyor. Kadınlığı tercih ediyor. Her kadın anne olmak zorunda değil. Her anne de anneye dönüşemiyor aslında. Kutsal olan annelik değil, çocuğa verilen sevgi ve şefkat. Anneye dönüşen kişi kadın ya da erkek de olabilir, baba da olabilir, abla da olabilir. Ben de, eşim Ali de çocuk sahibi olduğumuzda aynı şeyi düşündük. Doğumdan birkaç gün sonraydı, dedik ki: “Bu bebeği sokakta eline tutuştursalar da aynı şeyi hissedersin. Çok çaresiz bir varlık. Sevgi ve bakım dışında hiçbir şeye ihtiyacı yok. Bizim bütün işimiz bunu vermek.” Yani bu doğurmuş olmanla ya da senin genlerinden olmasıyla ilişkili bir şey değil.
- Medea bir yandan da bir cadı ve göçmen. Yalnızlaştırılmış bir kadın. Ülkesinden ailesinden uzakta, tüm hayatını adadığı, güç kazanmasına yardım ettiği kocası onu aldatıyor, daha zengin, daha güçlü bir kadına gidecek, çocukları da alacak. Belki de intikamını çocuklar üzerinden alıyor çünkü hayattaki en büyük sermayesi çocukları.
Ben de tam olarak öyle düşünüyorum. Kocasının gideceği genç ve zengin eşini de öldürüyor. Şu da var. “Ben gidince çocuklarımı da öldürecekler. Hiç olmazsa çocuklar benim elimden ölsün. Acımasız yabancıların elinden öleceğine” diyor. Bu öyle bir cümle ki. “Haklısın” diyebilirsin. Kendin yapmazsın, ama o yalnızlık içinde bunu anlarsın. Hiçbir şey oturduğumuz yerden göründüğü gibi değil. “Cadı” denenlerin toplumun dışına itilmiş, sesi çok yüksek çıktığı için susturulmuş insanlar olduğunu biliyoruz. Cadı, yaşlı, mülteci…İşine gelmeyeni yaftalamak ve yok etmek çok kolay. Medea'ya var olma şansı verilmiyor.
Medea oyunundan bir kare
“Annem her sahneye çıktığımda şöyle bir elini sırtıma koyuyor”
- Senin annenle ilişkin nasıldı?
Çok çok iyiydi. Mart'ta 10 yıl olacak annemi kaybedeli. Annem çok sevgi dolu, çok da bilge bir insandı. Herkesin danıştığı, bilime çok inanan, araştıran, okuyan, hem de içgüdüsel olarak sevgi ve şefkat dolu biriydi. Ve mesafeli. Hani “Kızlarım benim en yakın arkadaşım” diyen bir anne değildi. Ben de genel olarak herkesle mesafesini doğru koruyan bir insanım. Biraz tabii Ankaralı olmakla da ilgili. Annemi hep gururla ve çoğu zaman çok gözüm dolarak hatırlıyorum.
- Bu oyun sırasında sık sık düşündün mü anneni?
Tabii. Anne oyununda da çok düşündüm. Medea ‘da nasıl çocuklar seyirciyi sahne üstünde karşılıyor, Anne ’de de ben seyirciyi sahnede karşılıyorum. Bence annem her seferinde gelip yanıma, şöyle bir elini sırtıma koyuyor. Her seferinde öyle bir his oluyor bende. Küçük bir selam gibi…
Oyunda Abdullah Burak Kaya, Ayaz Çoban, Ayaz Gülşen ve Tarık Sarıyar dönüşümlü olarak oynuyor
- Oğlun Ozan ile nasıl bir ilişkin var? Annenden taşıdığın tatlılıklar veya hani “Annem böyle yapardı, ben yapmayayım” dediğin şeyler var mı?
Annemi ben Ozan'a hamile kalmadan çok kısa bir süre önce kaybettik. Bazen “Ah annem burada olsaydı, bana ne yapacağımı söyleseydi” diyorum. Bazen de Ozan’la bir şey yaparken “Ben bunu yapmayı nereden biliyorum?” diye soruyorum kendime, sonra anlıyorum, annem böyle yapardı.
- Üzüntülü konuları kapatıyorum. Magazine giriyorum. Ne kadardır evlisiniz Ali (Bilgin) ile?
10 yıl oldu 1 Kasım'da. 12 senedir beraberiz.
“Ali ile aramızda Çin Seddi prensibi var. İşle hayat arasına Çin Seddi çekiyoruz”
“Kayırma olduğu düşünülmesin diye canımız çıktı. Yine de tabii bizim sektör her türlü lafın çok kolay uydurulabileceği bir sektör. O yüzden Medcezir ‘den sonra uzun süre beraber çalışmadık” |
- Bir çok işte beraber çalıştınız. Al Yazmalım, 20 Dakika, Medcezir… En son sen Yargı kadrosuna dahil oldun. Hani evliliğin içinde bir güç dinamiği de vardır, birbirinin damarına basma hali vardır. Onu sete taşımamayı nasıl beceriyorsunuz? Ben oyuncu olsam, kocam da yönetmen olsa, “Şunu şöyle oyna” dese, “Gel çok biliyorsan sen oyna” diyebilirim yani.
Çin Seddi prensibimiz var. Medcezir’de oturttuk onu. İşle hayat arasına Çin Seddi çekiyoruz. Birincisi, İşle ilgili konuşmuyoruz. Çünkü ben ona iş ortamından herhangi bir şey anlattığımda, onun sorumluluğunda olan düzenle ilgili bilgi vermiş oluyorum. Övgü de olsa, şikâyet de olsa bunu yönetmene söylemiş oluyorum. Bu benim o kişiyle aramda olup bitmesi gereken bir şey. Aynı şekilde o da bana iş yerindeki birtakım şeyleri anlatırsa o da dengeyi bozar. Sette yönetmen masasının yanına gitmem, Ali bana asla “Akşam yemekte ne var?” diye sormaz.
İkincisi, kayırma olduğu düşünülmesin diye canımız çıktı. Yine de tabii bizim sektör her türlü lafın çok kolay uydurulabileceği bir sektör. O yüzden Medcezir ‘den sonra uzun süre beraber çalışmadık.
- “Kocasının dizisine girdi” derler diye mi çekindiniz?
Evet. Ki Ali, kadın rollerinin çok güzel olduğu işler çekiyor. Ufak Tefek Cinayetler mesela…Yine de beraber çalışmadık, “Hiçbir şekilde olmaz. Kayırma olduğu düşünülür” dedik. İnsan bir yerden sonra “Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün” diyemiyor çünkü yıpranıyorsun. Ona göğüs ger, buna göğüs ger. Zaten yaptığın iş yorucu, duygusal bir iş. O yüzden bir öyle bir prensip edindik. Bir de dedik ki, “Beraber çalışırken iş ve sosyal hayatımızı ayıralım.” Çünkü eğer hem işte hem sonrasında sürekli beraber vakit geçirirsek, bir süre sonra birbirimizden sıkılırız. Mesela ben evde arkadaşlarımla görüşüyorum, o arkadaşlarıyla dışarı çıkıyor, ki ortak arkadaşlarımızın sayısı da çok.
- Yargı’ya nasıl dahil oldun peki? Bu kadar endişeyle…
İş artık çok oturmuş, kendini ispat etmişti. Hikâyenin de sonuna gelinmişti. Hem de rol çok ağırlıklı bir rol değildi. Ay Yapım iki proje önerdi. Bu mu bu mu? İkisinin de artısını eksisini koydum. Yargı çok uzun sürmeyecek, “yaparız biter” diye düşündüm.
Binnaz Saktanber ve Defne Kayalar (Fotoğraf: Can Öztürk)
- Sette “Hocam” mı diyorsun?
Evet. O bana her oyuncuya nasıl davranıyorsa öyle davranıyor. Ben de “Ali Hocam bunu şöyle yapayım mı?” diyorum. Benim işimi en doğru şekilde yapmak için kendimle bir derdim var. O yüzden o yönetmense yönetmen, bir şey söylemesi gerekiyorsa söyler. Kişisel almam. Ali Bilgin'in setleri de kolay geçer bu arada. Hızlıdır ve iyi işler. Ben yönetmen Ali Bilgin ile çalışmayı her zaman isterim. Ama o aynı zamanda kocam olduğu için çok da tercih etmiyorum.
- Bir polisiye dizi yazıyordun. O ne durumda? Belki sen yazarsın o çeker.
Bilmiyorum çeker mi? Ali beğenirse çeker. Ben “Sen çekeceksin” demem.
Üç sezon hikayesini bitirdim. Ana karakterimizin hikayesini kurdum. Şimdi bölüm bölüm neler olacağını yazmak kaldı. Ve tabii en önemli şey bir dili oturtmak.
- Ben senin çok iyi bir polisiye yazacağını düşünüyorum. Çünkü inanılmaz bir insan çözümleme ve analitik bakma yeteneğin var. Seni tanımayan insanlar belki şaşırır inanılmaz da bir popüler kültür ve magazin bilgin var. Senin Ryan Gosling’e yaptığın analizi FBI seri katillere yapmamıştır. Şu aralar hangi olayı kafaya taktın mesela, neyi takip ediyorsun?
Bence zaten analiz yönüm iyi olduğu için oyunculuk yapabiliyorum. Herkesi gözlemliyorum, anlamaya çalışıyorum. Şu aralar P. Diddy skandalını takip ediyorum.
Crime Network'te bu konuda ne çıkarsa izliyorum, günde iki-üç video. Yazılanları okuyorum. Çok önemli isimler var konuya dahil olan. İlaç şirketlerinin, çok büyük şirketlerin başları, Orta Doğu’dan devlet adamları…Trump'ın getireceği Adalet Bakanı’nın bu davaya nasıl bakacağı her şeyi değiştirebilir.
“Bir eşcinsel hikayesi anlatılıyorsa bunu niye heteroseksüel bir erkek anlatsın? Mültecilerin hikayesini neden 28 kuşaktır aynı noktada yaşayan ve bu anlamda tuzu kuru insanlar anlatsın? |
- Aniden ’deki rolünle 34. Ankara Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldın. “Ben kadınların hikayelerinin kadınlar tarafından anlatılması gerektiğini düşünüyorum" dedin. Kadın yaratıcılarla çalışmak için özel bir çaban var mı? Mesela Nicole Kidman “Kadın yönetmenlerle çalışacağım” dedi ve son 7 yılda 15 kadın yönetmenle çalıştı.
Öyle bir gücüm olsa ben de aynı şeyi yapmak isterim. Sadece kadınlarla çalışacağım diye bir iddiam yok tabii. Hikâyeyi dürüst bir şekilde görerek anlatabilen insanlarla çalışmayı tercih ederim. Yani bir eşcinsel hikayesi anlatılıyorsa bunu niye heteroseksüel bir erkek anlatsın? Mültecilerin hikayesini neden 28 kuşaktır aynı noktada yaşayan ve bu anlamda tuzu kuru insanlar anlatsın? Kendi de oradan gelmiş olanın yazdığı dil ve perspektif bambaşkadır.
- Sen kariyerine de çok büyük bir kadınla, Tomris Giritlioğlu ile başladın. Nasıl hatırlıyorsun onu? Sana kalan en büyük mirası ne?
Çok devrimci, prensip sahibi ama sevgisini de gösteren biriydi. Beni gerçekten kızı gibi bağrına bastı. Ama prensipleriyle aslında çok zor bir insan. Bugün baktığım zaman eril bir dünya içerisinde, özellikle 80'lerin başında ne şartlarda var olabilmeye çalıştığını, ne şartlarda prensiplerini sürdürmeye çalıştığını düşününce çok iyi anlıyorum onu. Ondan ısrarı öğrendim. O kadar kalın duvarları yıkmış ki. İstediği şeyleri yapabilmek için. Hiçbir filminin, dizisinin konusu kolay değil. Setlerde bazen gergin, uykusuz olurdu. Bitik insanlar böyle artık 24 saat devrilmiş falan. “İstediğimi alamadım” der ve gitmezdi. Belki yöntem olarak onun yaptığını yapmam ama prensiplerimde diretmeyi ondan öğrendim. Kadınlar dayanır kapılara, genel müdürlerin kapısında oturur hani. Ve ben de yapımcılık yapmaya başladığımda aynı şeyi yaptım. Gittim oturdum genel müdürün kapısında “kalkmıyorum hadi bakalım” diye.
- Sen gerçekten prensiplerine çok bağlı ve işini gücünü de bu prensiplere göre kuran, sosyal adalet duygusu yüksek bir insansın. Şöyle bir dizide oynamam, şöyle bir ürün reklamı yapmam… Sınırların neler?
Şiddetin normal görüldüğü dizilerde oynamam. Dizi, tiyatro her neyse, silah işlerini tercih etmiyorum.
“Ün dediğin şey gerçekten faydalı bir şey için kullanılmayacaksa neye yarar emin değilim. Eğer aklımız fikrimiz varsa, bir soru sorulduğunda cebimizde birtakım cümleler hazır olmalı. İlla sloganlar atıp kortejin en önünde yürümeye gerek yok. Yapabileceğin kadarını yap. Bir şeyler söylemenin azıcık da olsa birilerini yüreklendirecek bir yanı varsa o gücü kullanmaktan yanayım” |
- Son zamanlarda ünlülerin sosyal ve politik konularda ses çıkarması, hatta harekete geçmesi gerekliliği hakkında bir tartışma var. İstanbul Sözleşmesi hakkında konuşmayan, en azından “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” demeyen isimler eleştirildi. Sen bu konuya nasıl bakıyorsun? Ünlü isimler ellerindeki gücü kullanmak zorunda mı yoksa hiç öyle bir mecburiyetleri yok mu?
Bir insanın mücadelesini nasıl yürüttüğünü bilmemiz mümkün değil. Kimi gıkını çıkarmaz, sosyal medyada yoktur. Ama öyle bir iş yapar ki hepsinden daha çok etkisi olur. Berkun Oya’nın Bir Başkadır’ı benim için öyle bir iştir mesela.
Kimi de önde olmayı tercih eder. Ün dediğin şey gerçekten faydalı bir şey için kullanılmayacaksa neye yarar emin değilim. Eğer aklımız fikrimiz varsa, bir soru sorulduğunda cebimizde birtakım cümleler hazır olmalı. İlla sloganlar atıp kortejin en önünde yürümeye gerek yok. Yapabileceğin kadarını yap. Bir şeyler söylemenin azıcık da olsa birilerini yüreklendirecek bir yanı varsa o gücü kullanmaktan yanayım.
“Kahramanmaraş depremi sırasında çoğu ünlü “hesap soracağız” dedi ve daha sonra o “hesap soracağız” dediğimiz kurumlar için televizyonlara çıkıp hesap numarası vermek zorunda kaldılar. Oraya giden arkadaşlarımızın bir kısmı durumun farkında olmadıkları için değil, mecbur oldukları için gittiler.” |
- “Mecbur muyum?” diye düşünenler de var.
Kullanmayanı yargılamıyorum. Herkes her şey ile ilgilenmek zorunda değil. Kaldı ki insanların özel hayatlarında ne yaşadıklarını da bilmiyoruz. Yani birisi ünlü diye bütün bu meseleleri aşmış demek değil ki. Ama insanların niye kızgın olduklarını çok iyi anlıyorum. Ayrıcalıklısın, paran var. Sen karşı çıkmayacaksan zaten elinde avucunda olmayan fakir fukara, güçsüz insan nasıl karşı çıkacak? Bunu bir arada yapmamız gerekiyor.
Artık öyle bir noktadayız ki herkes öfke patlamalarının kıyısında geziyor. Gerçek sorumlulara hesap sorulamıyor. Örneğin, Kahramanmaraş depremi sırasında çoğu ünlü “hesap soracağız” dedi ve daha sonra o “hesap soracağız” dediğimiz kurumlar için televizyonlara çıkıp hesap numarası vermek zorunda kaldılar. Oraya giden arkadaşlarımızın bir kısmı durumun farkında olmadıkları için değil, mecbur oldukları için gittiler.
- İstanbul Sözleşmesi konusunda mikrofonun hep kadın ünlülere yöneltilmesi de eleştirildi.
Şunun da farkındayız değil mi? Serenay Sarıkaya, Şevval Sam, bunlar fikri olmayan insanlar değil. Ama bir sorunun hangi kontekste sorulduğu önemli ve doğru bir şey söyleme kaygısı var. Orada konuşmamak “ben gerçekten bu konularla ilgilenmiyorum” anlamına gelmiyor. Magazin insanı çok gafil avlıyor. “Şimdi ben bir şey söyleyeceğim ve bu söylediğim şeyi doğru formüle edemezsem, doğru bir şekilde söyleyemezsem bin tane yerinden çekiştirecekler” endişesi duyuyor insanlar ve hiçbir şey söylememeyi tercih ediyor. Ama işte sonuç daha kötü oldu.
“Belli bir ideolojiye hizmet eden kanallardan bana teklif gelmez. Gelse de muhtemelen ben “Teşekkür ederim” der, içinde yer almam. Ben insanların vergisiyle, hepimizin ödediği vergilerle insanlara ideoloji satılmasını doğru bulmuyorum. Hem benim inançlarım kötülenecek, örneğin LGBTİ+ düşman gösterilecek, hem de bu insanların vergisiyle yapılacak. O verginin üzerine bir de reklam geliri kazanılması sağlanacak. Benim olduğum işte ben bunu kendime yediremem” |
- Sen görüşlerin yüzünden veya bir konuda ses çıkardığın için cezalandırıldın mı hiç? İş kaybettiğin oldu mu örneğin?
Doğrudan içinde olduğum işle ilişkili olmadı ama belli bir ideolojiye hizmet eden kanallardan bana teklif gelmez. Gelse de muhtemelen ben “Teşekkür ederim” der, içinde yer almam. Ben insanların vergisiyle, hepimizin ödediği vergilerle insanlara ideoloji satılmasını doğru bulmuyorum. Doğru bulan bunu gelip bana açıklayabilir. Ama hem benim inançlarım kötülenecek, örneğin LGBTİ+ düşman gösterilecek, hem de bu insanların vergisiyle yapılacak. O verginin üzerine bir de reklam geliri kazanılması sağlanacak. Benim olduğum işte ben bunu kendime yediremem.
Defne Kayalar (Fotoğraf: Can Öztürk)
- İşsiz kalırsan bir B planın var mı?
Kimse bana hiçbir yerde iş vermezse İngilizce dersi vererek de, özel ders vererek de hayatımı kazanmaya, çocuğumu okutmaya, beslemeye çalışırım. O kadar zorlanacak duruma düşer miyim bilmiyorum ama bu kaygılar da bizim hayatımızı büyütmememiz için bir sebep. Kendi mütevazi hayatımızı büyütmedik. “Daha çok para kazanmak zorundayız bu sistemi beslemek için. O işi de kabul edelim, bunları da yapalım” dememek için. Bu da bir direniş. Kendi adıma söyleyeyim.
- Medea'da bir replik var: “Komple güçsüzüz. Her şeye karşı. Güçsüz güçsüz süzülüyoruz.” Öyle miyiz sence de?
Bilmiyorum o kadar güçsüz müyüz ama işte karıncanın da bir ailesi var, arkadaşları var, biri de üstüne basıp geçiyor yani. Üzerine göktaşı düşebileceğini ve başına her şeyin gelebileceğini bildiğin zaman çok da kendini önemsememeye başlıyorsun. Tarihe bakıyorsun “artık o kadarı da olmaz” dediğimiz şeylerin beterleri insanların başına gelmiş. Tarih boyunca herhangi biri hesap sorabilmiş mi? Her şey olabilir ama olana kadar direnebildiğim kadar vicdanla, sevgiyle, iyiden yana olmayı ve direnmeyi istiyorum. Mümkün olduğu kadar pişman olmayacak bir hayat yaşayayım.
Binnaz Saktanber kimdir? Ankara'da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News'da çalışarak başladı. Fulbright bursuyla gittiği ABD'de The City University of New York'ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York'ta yaşadığı yıllarda Türkiye'nin ilk bloglarından Loonybinsblog'u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti. 2012'de Türkiye'ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review'un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen 'de yer aldı. Eylül 2024'te T24 ailesine katıldı. |