Binnaz Saktanber

19 Mart 2025

Adolescence: Erkeklik ve suçları

Okul mu aile mi, arkadaşlar mı öğretmenler mi, internette gördükleri mi, kendi kafasından geçenler mi? Adolescence, bir çocuktan bir katil yaratan sebeplerin birbirine görünmez iplerle bağlı olduğunu anlatıyor

Dört bölümlük mini-dizi Adolescence (Ergenlik), 13 yaşında bir oğlan çocuğunun cinayet suçundan tutuklanmasıyla başlıyor. Polisler sabah karanlığında evin kapısını kırıp içeri giriyor, her yeri yıkıp döküyor. Anne, baba, abla ve çocuktan oluşan aile şok içinde, şüpheli Jamie çişini altına yaptığı için, polis arabasına binmeden üstünü değiştirmek zorunda kalıyor. Jamie ufak tefek, çocuk görünümlü bir çocuk. Tatlı yüzünde çilleri, saçında hafif lüleleri var. Katile benzeyen tarafı, yok… Bu ilk sahnelerin vahşeti ve Jamie’nin masum görünüşü arasındaki tezat, izleyicide sanki bir haksızlıkla karşı karşıyaymışız hissi bırakıyor. Jamie’nin içli içli ağlaması ve devamlı “Ben yanlış bir şey yapmadım” demesi de bu hissi pekiştiriyor. Oysa çok geçmeden Jamie’nin tam da o yanlış şeyi yaptığını öğreniyoruz, sınıf arkadaşı Katie’yi yedi kere bıçaklayarak öldürdüğünü.  Bunu daha ilk bölümden öğreniyoruz çünkü Adolescence’ın derdi katilin kim olduğu değil, neden bu suçu işlediği. Ya da şöyle söyleyelim: Bir oğlan çocuğunun bir kız çocuğunu öldürmeyi neden “yanlış bir şey” olarak görmediği… Adolescence’ın konusu: Erkeklik ve suçları.

Netflix’te yayınlanan Adolescence, Stephen Graham ve Jack Thorne tarafından yaratılmış ve yazılmış özgün bir iş. 2025’in henüz ortalarındayız, ama şimdilik, yılın da en iyi dizisi. Aynı zamanda baba Eddie’yi oynayan Graham, haberlerde bir kaç gün arayla iki kız çocuğunun oğlan çocukları tarafından bıçaklanarak öldürüldüğünü okuyor ve bir sonraki işinde bunu konu etmeye karar veriyor. Bıçakla işlenen suçlar, İngiltere’de bir epidemik haline gelmiş durumda.  Ülkenin en sevilen aktörlerinden biri olan Graham, başka işlerde beraber çalıştığı dostlarından bir kadro kuruyor. Çocukluk arkadaşı Christine Tremarco anne Manda’yı; A Thousand Blows dizisindeki (Disney +’ta yayında) rol arkadaşı Erin Doherty, Jamie’nin ruhsal durumunu değerlendirip mahkemeye raporlayacak psikolog Briony’yi; Graham’a “mentorum” diyen Ashley Walters, dedektif Bascombe’u oynuyor. Ama Adolescence’ın esas yıldızı, Jamie’yi canlandıran Owen Cooper. 500 çocuk arasından seçilen ve ilk rolünü oynayan Cooper, özellikle üçüncü bölümde döktürüyor.

Graham, dizinin yönetmeni olarak da, daha önce Boiling Point’ te beraber çalıştığı Philip Barantini’ yi davet ediyor (yerli uyarlaması Umami, Disney +’ta izlenebilir). Bu önemli, çünkü Barantini, Boiling Point ile mühürlediği tek plan stilini Adolescence’a da taşıyor. Dört bölümlük dizinin her bir bölümü ayrı birer tek plandan oluşuyor. Kamera bir karakteri takip etmeden tek başına gezinmiyor, bize seyirlik veya olan bitenden bağımsız bir sahne sunmuyor. Bu, diziye bir gerçek zaman algısı ve dinamizm katıyor. Bir yandan da hayatın ve olayların birbirine bağlılığını ve zincirleme etkisini anlatıyor; bir anı bir diğerinden, bir davranışı tetikleyen bir sebebi ötekinden ayırmanın zorluğunu hatırlatıyor. Bu zincirleme sebep tamlaması hali, suçun nedenini ararken iyice önem kazanıyor. Okul mu aile mi, arkadaşlar mı öğretmenler mi, internette gördükleri mi, kendi kafasından geçenler mi? Bir çocuktan bir katil yaratan sebeplerin birbirine görünmez iplerle bağlı olduğunu anlatıyor Adolescence. Hayat, çocuklar büyürken mola vermiyor ve kimseye torpil geçmiyor.

İkinci bölümde Jamie ve Katie’nin okuluna gidiyoruz ve çocukları tetikleyen sosyal yapıyı daha yakından izliyoruz. Dedektif Bascombe ‘un kendi oğlu da bu okulda öğrenci ve ona anlamadığı gerçekleri tane tane anlatıyor. Oğlan çocuklarının kadınlarla ilgili görüşleri Andrew Tate ve benzer erkeklik gurularının hüküm sürdüğü “manosphere” de, yani internetin kadın düşmanı katmanlarında uydurulan değerlerle zehirlenmiş durumda. Kadınların %80’inin erkeklerin sadece %20’sine ilgi duyduğu, bu sebeple çirkin veya zayıf erkeklerin kadınları elde etmek için onları kandırmak veya zor kullanmak zorunda olduğu gibi fikirler buralarda yeşerip öğretmenlerin, anne-babaların ve polislerin dahi erişimi olmayan bir sosyal gerçeklik yaratıyor. Instagram’da yapılan tek bir yorum, bir çocuğun tüm hayatını değiştirebiliyor.

Üçüncü bölümde, cinayetin üzerinden yedi ay geçmiş ve Jamie mahkeme öncesinde bir hastanede tutuluyor. Onu çocuk psikoloğu ile bir odada baş başa izliyoruz. Jamie’nin nasıl radikalize olduğunu, karşısındakini manipüle etme gücünü ve öfkesini çok daha yakından görüyoruz. Özellikle erkek çocuklara karşı takınılan “ağam, paşam, aslanım” pekiştirmelerinin nasıl bir ayrıcalık ve hakkı olduğunu sanma duygusu yarattığını gözlemliyoruz. İlk bölümdeki Jamie ve şaşkın gözyaşlarından çok uzakta bir yerdeyiz. Dördüncü ve son bölümde ise cinayetin üzerinden 13 ay geçmişken Jamie’nin aile evine giriyor ve tüm bu yaşananların onların üstündeki etkisini görüyoruz. Vicdan azabıyla kendilerini sorgulayan, “daha iyisini nasıl yapabilirdik?” diye soran bir anne baba var karşımızda. Hele ki baba, kendini bile erkeklik algoritmasından koruyamadığını itiraf ederken, çocuğunu nasıl koruyacak? Adolescence, cevaplar değil, sorularla baş başa bırakıyor bizi.

Dizinin bir cevaba en yaklaştığı anlar, ikinci bölümün sonunda, bizi duygusal merdivenin en tepesine bir drone ile tırmandırdığı anlar. Tek planın en ustalaştığı sahnede kamera, arabanın içinde giden dedektif Bascombe ve oğlu Adam’dan uzaklaşıp havalanıyor ve cinayetin işlendiği otoparka doğru alçalıyor. Orada Jamie’nin babası Eddie’nin arabasından inip, cinayet mahalline bir demet çiçek bırakmasını izliyoruz. Fonda bir çocuk korosu, Sting’in Fragile (Kırılgan) şarkısını söylüyor: Belki de bu son perde, bir ömrün tartışmasını noktalamak içindi. Çünkü şiddetten hiçbir şey doğmaz, asla doğamaz. Öfkeli bir yıldızın altında doğan herkes için, ne kadar kırılgan olduğumuzu unutmayalım diye…”

Adolescence, tam da bunun için uğraşıyor.


*Netflix’te yayınlanan Adolescence, (şimdilik) yılın en iyi dizisi.