Boyum 1.60, kilom (maalesef şu sıralar) 54.
1.60'lık boyumun son birkaç santimini 1998 senesinde ilk 5'inde oynamaktan gurur duyduğum basketbol okul takımımıza borçluyum. Teşekkürler.
Boyuma posuma inanmayanlar için takımın İstanbul 1.'si olduğu günlerden kalan bir gazete kupürünü kanıt olarak aşağıya iliştiriyorum.
Önde sağdan üçüncü bendeniz
-İstemeden de olsa- 11 numaralı formamla ‘aktif profesyonel' spor hayatımı 98-99 yıllarında zirvedeyken bıraktım.
Şimdilerde ise ‘pasif profesyonel' spor hayatıma devam ediyorum, ki böylesi çok daha rahatmış.
Şu an ki kilomu da ona borçluyum. Teşekkürler.
Meraklısına: ‘Pasif profesyonel' spor hayatı için ihtiyaç duyulan malzemeler şunlar;
"Abi, işten çıkıp haftada üç gün gitsek yeter" diyen bir arkadaş, asgari maaşın en az yüzde ellisinden fazla limiti olan bir kredi kartı ve elbette '12 ay +2 ay da bizden hediye' diyen bir spor salonu. Bu üç malzemeyi kısık ateşte pişmanlık kıvamına gelene kadar pişiriyoruz. Ve geriye, elimizde 14 ay boyunca toplamda bir ay bile gitmediğiniz spor salonunun faturası kalana kadar gözyaşlarımızla yoğuruyoruz.
Peki, gözyaşları sadece biz kredi kartı sahibi beyaz yakalılara mı ait?
Winston Churchill, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere'de başbakanlık görevini devraldığı 13 Mayıs 1940 tarihinde, halk kendisinden morallerini yükseltecek parlak vaatler beklerken, "Sizlere acı, kan, ter ve gözyaşı vaat ediyorum" cümlesini içeren bir konuşma yapmıştı.
Churchilll'in meşhur sözünü referans alırsak; ülke için, bayrak için gerçek anlamda ‘acı, kan, ter ve gözyaşı'nın devreye girdiği iki yer var bence…
- Savaş Alanları
- Milli spor müsabakaları
Savaş alanlarından tanıştığım biri yok -çok şükür-, ancak milli spor müsabakalarında bu cümlenin hakkını vermiş bir kadınla tanıştım, siz de tanıyın isterim: Kadın güreş tarihimizde en çok madalya sayısına ulaşan, Avrupa ve Dünya güreş şampiyonu olan Evin Demirhan.
Evin'i takdim etmeden, kısa bir süre önce kadın sporcuların birbiri ardına gelen dev başarılarını karanlığa çekmek üzere çırpınan sözüm ona ahlâk bekçilerinin linç kampanyalarını hatırlatmak isterim.
Cinsel yönemi hedef alınarak hakaretler savrulan milli voleybolcu Ebrar Karakurt'a, başörtülü milli tekvandocu Kübra Dağlı'nın attığı destek tweet'i hepimizin içini yumuşatmıştı.
Bu şahane kadınlar, bu tuhaf linçlere kulak asmak yerine birbirlerine kuvvet oldular. Burada akıllara gelen kadın kadının kurdu mu, yurdu mu tartışmalarından topuklayarak konuya geri dönmek istiyorum.
Linç girişiminin başarıya ulaşması şöyle dursun; kutuplaştırmaya çalışılan iki farklı kesimden iki kadın sporcunun birbirine sahip çıkması bekçileri bir hayli üzmüş olsa gerek.
Çetin Altan'ın, Orhan Pamuk'u hedef alanlar için yazdığından ilhamla ekleyeyim: Ebrar'lara saldıranlar, onlar kadar görünmüyorsunuz dünyadan!
Hal böyle olunca milli güreşçimiz Evin Demirhan'a da bu konu hakkında ne düşündüğünü sormasam olmazdı. Evin'in konuya tuş getiren yanıtı şöyle:
"Cinsiyetimiz, dini inançlarımız, yönelimlerimiz ve daha birçoğu sadece bizimle ilgili! Kadın ve spor ikilisi yan yana geldiğinde söz edilmesi gereken tek şey çıktığımız basamaklar, kat ettiğimiz mesafeler ve açtığımız kapılar olmalı. Ülkemiz, bayrağımız ve hayal kuran herkes için göstermek istediğimiz tek gerçek şey; azim ve kararlılıkla, pes etmeden çabasını sonuna kadar sürdürmüş ve karşılığında ülkesini gururla temsil etmeyi başarmış bir İNSAN. |
Siirt'te "kulağı kırılsın da pehlivan olsun" diye beklerken, kadın güreşi tarihimize birçok şampiyonluk getiren sporcu Evin Demirhan'ı takdimimdir…
Evin, güreşe dokuz kardeşli bir evde doğup büyüdüğü yer olan Siirt'te 14 yaşında başladı, ailesi karşı çıktı, o gizli gizli devam etti. Güreşle tanışana kadar Siirt'ten hiç çıkmamıştı ve otobüsle Siirt'ten başka dünyalara giden insanlara hayranlıkla bakıyordu.
Güreş sayesinde ilk defa otobüse bindi, ilk defa denizi gördü ve ilk defa başka ülkeleri gördü. En önemlisi ülkesine birçok şampiyonluk getirerek tarihe geçti.
2012 yılında yönetmen İnan Temelkuran ve Kristen Stevens, Evin Demirhan'ın hayata karşı verdiği mücadelesini anlatan "Siirt'in Sırrı" adlı bir belgesel çektiler. Belgesel, Altın Portakal Film Festivali'nde ‘En İyi Belgesel Ödülü', Altın Koza Film Festivali'nde de ‘En İyi Film Kurgusu Ödülü'nü kazandı.
Evin'le olan sohbetimizi dinlemek ve benimle olan güreş performansını izlemek isteyenler aşağıdaki videoya tıklayabilir.
Ancak itiraf etmeliyim ki, sohbet öncesinde Kırkpınar Çayırı'na bile çıkmaya hazır olan ben, Dünya Şampiyonu bir güreşçiyle mindere çıktığımda kendimi semt pazarında kamyondan tezgâha atılan bir patates çuvalı gibi hissettim. Olsun, önümüzdeki maçlara bakacağız…
2024 Paris Olimpiyatları yolcusu Evin Demirhan anlatıyor…
Aslında spor serüvenim tesadüfen başladı. Evimiz spor salonuna yakındı Önce atletizmle başladım. Boks, tekvando, voleybol gibi kurslara da yazın etkinlik olsun diye gidiyordum.
Bir arkadaşım da güreşe gidiyordu ve Türkiye 5.'si olmuştu. Çok dikkatimi çekmişti. Türkiye 5.liği ulaşılamaz bir şey gibi gelmişti. Merak ettim ve bir antrenman salonuna gittim. Çok heyecanlandım. Antrenörüm de bu sporda yetenekli olduğumu söyledi.
- Ailen nasıl baktı bu işe?
Bir etkinlik olarak görüyorlardı, güreşe gittiğimi bile tam haberleri yoktu. Arkadaşlarımla aşağıya iniyordum, sonra beraber antrenmana gidiyorduk.
- Gizli gizli mi gidiyordun?
Biraz gizli gizli, hatta öğrendiklerinden sonra daha da gizli gizli oldu.
- Karşı mı çıktılar?
Aslında anne ve babamdan çok büyük bir tepki almadım. Onlar için çok da önemli değildi, spor yapıyordum… Ama abim, çok önceden judo yapmıştı. Judo ve güreş salonları aynı binadaydı. İzin vermedi. Kesinlikle gitmeme karşı çıkmıştı.
İş ciddiye binince ben de çantamı arkadaşıma atıyordum evden, o salona gidiyordu ben de arkasından gidiyordum.
- Neden karşı çıktılar peki, sert bir spor olduğu için mi?
O zamanlar bence erkek sporu olarak gördükleri için. Çünkü benim hatırladığım, okumak bile kızlar için büyük bir fırsattı. Liseden sonra birçoğu okulu bırakıp evleniyordu. Üniversiteyi başka şehirde okumak hayaldi!
E ben de burada spor yapıyorum, güreş yapıyorum, mindere çıkıyorum… Onlar ve içinde bulunduğumuz toplum için çok da kabul edilebilir bir şey değildi. Biraz da babam sertti bu konuda. Ama değişti…
- Başarılar geldikçe değiştiler yani?
Tabii. Abim bu konuda çok tepki gösteriyordu. Babam ne yaptığımızın çok da farkında değildi belki ama abim biliyordu. En zoru onu ikna etmekti. O da başarı geldikçe oldu.
Ben ilk Türkiye Şampiyonası'na gidip yenilmiş olsaydım güreş hayatım orada bitecekti. Ama şampiyon oldum ve Milli Eğitim Müdürlüğü'ne gidiyorum, Sağlık İl Müdürlüğü'ne çıkıyorum… Bunlar, onları da çok heyecanlandırdı. Evet, iyi bir iş başardı diye düşündüler. Ben de öyle düşündüm.
- Siirt'ten ilk çıktığında ne hissettin?
Siirt dışındaki yerleri çok merak ediyordum ve hep hayal ediyordum. Hayal kurduğum tek şey; Siir'ten otobüse binmekti. Otobüse binen insanlara hayretle bakıyordum, bir gün ben de binebilir miyim, buradan çıkabilir miyim diye düşünüyordum.
Hatta, ilk defa Türkiye Şampiyonası için Yalova'ya doğru yolculuğa çıktığımızda hiç uyumadım. Sürekli dışarıyı seyrettim, çünkü hep bunun hayalini kuruyordum. Hiçbir anı kaçırmak istemiyordum, bütün her şeyi görmek istiyordum. İlk defa denizi gördüm Yalova'da.
- Ne hissettin?
Başım dönmüştü, inanamamıştım. Sahile koşmuştum, Hadi gideceğiz diye çağırıyorlardı beni arkadaşlarım ama bir süre ayrılamadım. Bir de başım dönmüştü, onu hiç unutmuyorum.
- ‘Güreşçi kulağı' diye bir şey var, nedir bu?
Evet, bende de var. Kulağa çok sert bir darbe alınmasıyla oluyor. Kulaklar kırılıyor ve kan topluyor, bayağı bir şişiyor. Ve şişen kanı ya da ödemi almamız gerekiyor, eğer o sıvı alınmazsa kulak şiştiği gibi kalıyor.
- Üzüldün mü bu olduğunda?
Gerçek pehlivan güreşte kulağı kırıldığı zaman olunur deniyor bizde. Küçükken çok hevesliydim kulağım kırılsın da pehlivan olayım diye. Ama şimdi öyle düşünmüyorum (gülüyor).
- Çok sert bir spor gerçekten. Instagram'dan baktığımda sana cici bici giyinen bir kadın varken bir anda kulağı kırılıyor, dişleri kırılıyor… Fiziksel olarak takıntıların var mı?
Güreşe ilk başladığımda bu spora çok aşık biriydim ve benim için hiç önemli değildi. Kulağım kırılınca mutlu oluyordum işte. Ama yaş ilerledikçe bir kadın olarak bunların olması üzücü oluyor. Hatta bıraktıktan sonra estetik olurum filan diye düşünüyorum (gülüyor). Daha çok korumaya başlıyorsun kendini. Bunlar şimdilerde çok daha önemli.
- 'Siirt'in Sırrı' belgeseline gelmek istiyorum. İnan Temelkuran ve Kristen Stevens çekiyor senin üzerine bir belgesel çekiyor. Sen orada 17 yaşındasın. Başka sporcularda olmasına rağmen neden sadece sana odaklanan bir belgesel çekildi?
2010 yılında Avrupa Şampiyonu oldum, onlar da milli takıma röportaj için geldiklerini söylemişlerdi. Orada şampiyon olmuş bir sporcu olarak bana da söz hakkı vermişlerdi. Mücadele eden kadın sporcularla ilgili bir belgesel çektiklerini söylediler sonrasında. Ama ben tamamen tek başıma röportaj yapıyormuş gibi hissettim, öyle zannediyordum.
İnan Temelkuran'ın eşi Kristen, anlattıklarımdan çok duygulandı ve Siirt'e gelmek istediler. Siirt'e geldikten sonra da belgeseli tamamen benim üzerimden devam ettirmek istediler. Ben de kabul ettim (gülüyor). Benim için de çok güzel bir tecrübeydi.
- Belgeselde çok etkilendiğim bir yer var; bir yarışta kaybediyorsun, yere kapanıyorsun, ağlıyorsun, seni minderden kaldıramıyorlar hiçbir şekilde. Hocalarından bir tanesi seni resmen bir patates çuvalı gibi kaldırıp sırtına yükleyip öyle götürüyor. Kaybetmekle aranı düzelttin mi bu geçen zamanda?
Düzelttim (gülüyor). Güreşe ilk başladığımdan beri ben hep şampiyon oldum, ilk katıldığım Türkiye Şampiyonası, ilk katıldığım uluslararası turnuva, ilk katıldığım Avrupa Şampiyonası, Türk kadın güreş tarihinde henüz Avrupa Şampiyonu olmuş bir sporcu bile yokken şampiyonluk elde ettim. Benim için hep kazanmak vardı, kaybetmek diye bir şey yoktu. Hep kazanan taraftım ve öyle sürecek sanıyordum.
O maçta bir süre yerden kalkmadım. Hakem, arkadaşlarım, antrenörlerim bir türlü beni kaldıramadılar. Ama o günden sonra benim her şey çok daha farklı oldu. Çünkü ondan önce bu şampiyonluklar benim için çok normalleşmişti. Sonrasında benim için çok daha kıymetli olmaya başladı
Yıllar içinde bu kaybedişler benim için hep çok zordu. Mesela bir maçı kaybettikten sonra günlerce ağlıyorum, haftalarca kimseyle konuşmak istemiyorum. Bir 4-5 yıl bunu kabullenmekte çok zorlandım. Ama bu kaybedişlerin de değerli olduğunun farkına vardım. Şampiyonluğa hasret kalmak, tekrar dilemek, o duyguları hissetmenin de çok güzel olduğunu artık biliyorum.
- Sporcu olarak ilk defa ne zaman para kazandın?
Çok az bir miktardı ama ilk Türkiye Şampiyonası'ndan döndüğümde ilk o zaman kazanmıştım. 10 liraydı. O bile çok mutlu etmişti beni.
- Ne yaptın o 10 lirayla?
Aileme destek olmayı küçüklüğümden beri çok seviyordum. Direkt anneme götürmüştüm.
-İlk sponsorunu kaçıncı yılında buldun
Sponsorluk bizde gerçekten çok geç başladı, 2017.
- 2024 Paris Olimpiyatları'na gidiyorsun. Devlet dışında bir sponsorun var mı şu anda?
Geçen sene İş Bankası ile Türkiye Milli olimpiyat Komitesi'nin iş birliğinde İş Bankası sponsor oldu.
- Güreşi bıraktıktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?
En başından beri hayalim tekrar Siirt'e dönüp, Siirt'te de bir oluşum başlatmak. Şu anda Yüksek Lisans yapıyorum aslında akademik kariyerime de bir şekilde devam ediyorum ve orada da yükselmek istiyorum, birçok alanda birçok iş yapmak istiyorum bu alanda güreşi bıraktıktan sonra.
Biz dokuz kardeşiz, son üç kız kardeş aynı fikirdeyiz. Bir dernek çatısı altında kadın ve çocuklara yönelik bir şeyler yapmak istiyoruz. Çok planlarım ve hayallerim var. Umarım gerçekleştiririm.
Berna Abik kimdir? 1988 yılında İstanbul'da doğdu. Editörlük hayatına dünyanın önemli şehir dergilerinden biri olan Time Out'ta başladı. Daha sonra Doğan Burda dergi grubu bünyesindeki İstanbul Life dergisinde çalıştı. Son olarak T24 ekibine katıldı; burada editörlük ve video röportajlar yapıyor. |