Berna Abik

27 Kasım 2024

Alkolik bir beygirin komik hayatı diye geldik, altı sezon depresyondan çıkamadık: BoJack Horseman

Hayatınızda her şey bir felakete doğru yuvarlanıyorsa belki de berbat olan başkaları değil, sadece sizsinizdir?

“Yaşamın sonuçları hesaplanmamıştır, hesaplanamaz da.
Yıllar, günlerin asla bilmediği kadar çok şey öğretir insana.
Bize eşlik eden kişiler konuşurlar, gelip giderler, bir sürü şeyi tasarlayıp hayata geçirirler ve bütün bunlardan ortaya çıka çıka beklenmedik bir sonuç çıkar.
Birey her zaman yanılır.
Birçok şeyi tasarlamıştır birey. Yardımcı olsunlar diye başka insanlara yaklaşmış, bazılarıyla ya da hepsiyle kavga etmiş, çok kereler de aptalca hatalar yapmıştır.
Ve nihayet bir adım atılır.
Her şey bir miktar ilerlemiştir; ancak birey, her zaman yanılır.
Bir açıdan yeni olan, ancak kendine söz verdiği şeye hiç de benzemeyen bir sonuçla baş başa kalır.”

Ralph Waldo Emerson, Experience

Bir animasyon dizisinde, BoJack isimli depresif bir atın (Evet, bildiğiniz beygir) Hollywood'da geçen maceralarını izlerken varoluşsal kaygılarımı sorgulayacağımı asla düşünmezdim.

Hele girişteki Emerson’dan yaptığım bu esaslı alıntıyı okur okumaz aklıma bir insanın değil de bir atın gelmesini hiç beklemezdim.  

Kim bu at?

BoJack, 90'larda popüler bir sitcom yıldızı; bugünlerde ise kariyeri tökezleyen, kendini şarap şişelerinde, madde bağımlılığında, geçici ilişkilerde ve nostaljide kaybeden bir at.

Hayatında güzel giden bir şey görmeyegörsün, bir çifte ile her şeyi tuz buz etmesi an meselesi.

Herkes tarafından sevilmeye aç olmasına rağmen, sevildiği anda da panikleyip, elindekiyle ne yapacağını bilemeyen ve her şeyi berbat edip çevresindekileri kırıp döken biri.

Burada aklınıza bağlanma sorunu olduğu için “Ada ben ayrılmak istiyorum” diyerek kendini Beyoğlu sokaklarına vuran ve bir dönem tüm Türk erkeklerinin özendiği kocaman bir klişe olan ‘Issız Adam’ filmindeki karakter gelmesin. BoJack bir ‘ıssız adam’ değil. BoJack kendi hayatının tetikçisi, sabotajcısı, kendini defalarca öldürmeyi becerebilen bir seri katil.

Ve onu sadece bir ‘kaybeden’ olarak görmek haksızlık olur. O, sürekli “Ben niye böyleyim?” sorusunu sormaktan başka hiçbir şey yapmayan herkes, hepimiz.

Geçmiş hatalarının ağırlığı altında ezilen bir karakter. Ama aynı zamanda, kendi egosunun tuzağına düşmüş bir yıldız. Değişmek isteyen ama buna nasıl ve nereden başlayacağını bir türlü bulamayan bir at.

Onun bazen berbat biri olduğunu düşünürken, bazen de bir kesme şeker uzatıp, yelelerini örüp, sarılmak istediğiniz biri.

BoJack’e karşı hissettiğimiz bu ‘aşk-nefret’ ilişkisinin büyüsü; gerçekçi yazılmış bir karakter olduğu için olmalı…

Gerçekçi, çünkü mükemmellikten çok uzak bir karakter. Ama tamamen de berbat biri değil. Normal bir ‘insan’ın hayatı boyunca yaşayacağı düşüşler ve çıkışlarla dolu. Belki düşüşleri ‘normal bir insana göre’ biraz daha fazla.

Biraz gülelim diye izlemeye başladığınız alkolik bir atın maceralarını anlatan dizi, bir anda kendinizi varoluşsal bir krizin içinde bulmanıza sebep oluyorsa o atın alnından öperim ben.

“Haha, ne kadar komik bir at" dediğiniz noktada bir anda "Acaba ben de mi böyleyim?" diye dehşetengiz duygulara savrulabilirsiniz.

Zamanla BoJack karakteri ile nasıl bir duygusal bağ kurabileceğini anlatan nefis bir caps

Bir at bize nasıl bu kadar ayna tutabilir?

Netflix’te yayınlanan bu altı sezonluk dizinin tek bir başrolü yok. Antropomorfik karakterler (İnsan gibi konuşan, düşünen ve davranan hayvanlar; çoğunlukla animasyon, edebiyat veya mitolojide görülür) ve insanlar bir arada bu dizide.

Hepsinden teker teker bahsederek odak noktasını kaçırmak istemiyorum. Ancak her biri, hayata dair farklı bir perspektif sunuyor. Her biri ayrı bir başrol. Hatta BoJack’in hiç görünmediği bölümler bile var. Bu da onların hikâyelerini zenginleştiriyor. Ama en önemlisi, hepsi de kusurlu. Ve bu kusurlar, onları bizden biri yapıyor.

Ölüm döşeğindeki eski dostundan helallik isteyen bir beygir de affedilmeyebilir

Mesela bir bölümde; BoJack’in geçmişte çok yakın olduğu ama yaşadıkları bir olay sebebiyle 20 yıldır görmediği eski iş arkadaşı Herb, kansere yakalanıyor.

BoJack yıllar boyunca bu buluşmadan kaçsa da, sonunda Herb ile yüzleşmek zorunda kalıyor. Onu neden her seferinde aramak isteyip de bir türlü arayamadığına dair birtakım bahaneler sıralamadan önce kendine güvenli bir zemin sağlamak için özür dilemeyi de ihmal etmiyor.

Ancak bir animasyondan beklenenin aksine, hiçbir şey toz pembe değil bu dizide. Aşağıda geçen diyalogda göreceğiniz üzere, bu sahnenin sonunda kucağınıza ‘affetmek’ ve ‘affedilmekle’ ilgili dev gibi sorular bırakılıyor. Bu dizide kimsenin kusursuz olmadığını söylemiştim. Ölmek üzere olan bir insan olsanız bile…

Sezon 1 - Bölüm 8: Teleskop

BJ: Seninle konuşmak istedim. Olanlar yüzünden ben kendimi çok kötü hissediyorum.

Herb: Yani, özür mü diliyorsun?

BJ: Evet, özür dilerim.

Herb: Peki. Seni affetmiyorum.

BJ: Herb! Özür diledim.

Herb: Evet. Ben de seni affetmiyorum.

BJ: Ne olduğunu pek anlayamadın sanırım. Bu son görüşmemiz olabilir.

Herb: Hayır, sana veda etme fırsatı vermeyeceğim. Sen anlayamadın! Bu vicdan azabıyla yaşamak zorundasın. Ömrünün sonuna kadar asla ama asla iyi olmayacağını bileceksin.

BJ: Kendimizi daha iyi hissetmemiz için…

Herb: Ben ölüyorum! Kendimi daha iyi hissetmeyeceğim. Sen kendini iyi hisset diye de kasamayacağım!

BJ: Bana inanmalısın… Elimden geleni yaptım ben.

Herb: Öyleyse neden beni aramadın? 20 yıl aramadın beni!

BJ: Aramak istedim. Ama işte…

Herb: Neler yaşadığımı biliyor musun? Kimsem yoktu. Şov dünyasının bana sırtını çevireceğini biliyordum… Ama sen!

BJ: Kovulman benim suçum değildi.

Herb: İş benim umurumda bile değil! İhtiyacım olan tek şey bir arkadaştı! Ama sen beni terk ettin. Bu yüzden seni asla affetmeyeceğim. Şimdi siktir ol git evimden artık.
…Senin sorunun ne biliyor musun?! Kendini sürekli iyi bir insan olarak görmek istiyorsun ama ben seni herkesten daha iyi tanıyorum ve yanıldığını söyleyeyim. Aslında tamamen kendi çıkarlarını düşünen, kimi incittiğini götüne bile takmayan bencil ödleğin teki olduğunu kabul edersen geceleri daha rahat uyuyacaksın. İşte sen busun.

Siz Herb’ün yerinde olsaydınız ne yapardınız, hiç düşündünüz mü? Bu ve bunun gibi birçok insanlık halini kafamıza vura vura düşündürmeye zorlayan bir dizi bu.

Bu arada Türkçe dublajlı versiyonunun çok daha lezzetli olduğunu söylemek zorundayım. Özellikle de BoJack’in seslendirmesi.

BoJack’e ses veren Uğur Taşdemir’in başarısı orijinal seslendirmeye yansımamış kanımca. Genelde tersi olur biliyorum ama dediğim gibi, bu dizide kimse kusursuz değil. Uğur Taşdemir de kusursuz değildi. Onu tanımamakla beraber, bir animasyon dizisi için en büyük kusuru -hepimiz gibi- fani olmaktı. Uğur Taşdemir, BoJack dizisi final yaptıktan dört yıl sonra, bu yılın ağustos ayında 59 yaşında hayatını kaybetti. Yakınlarına sabırlar diliyorum…

Gizli detaylar

Kelime oyunları, görsel şakalar, sanat göndermeleri ve pop kültür referansları... Hepsi bu dizide özenle işlenmiş ve hikâyeye ustaca yedirilmiş. Tabelalar, gazete manşetleri ve reklam panolarına dikkatli bakarsanız, birçok mizahi detayı da bonus olarak bulabilirsiniz.

BoJack’in çalışma odasında sık sık gözüken arkasındaki tablo David Hockney’in Portrait of an Artist (Pool with Two Figures) 1972 eserine bir gönderme.
BoJack’in evinin salonunda duran hayvanlarla dolu bu tablo da Henri Matisse’in. Dance (II), 1932 tablosunun bir kopyası.

Yine bir animasyonda fazla görmediğimiz detaylardan biri de karakterlerin zamanla fiziksel değişimler göstermesi. Yaşlanıyorlar ve kilo alabiliyorlar mesela. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi.

Karakterin alkol bağımlılığı o kadar detaylı işlenmiş ki, BoJack’in vücudunda görülen fiziksel değişiklikler bile onun bağımlılığını yansıtıyor. Özellikle göz altındaki morluklar, solgun cilt tonu ve şişkinlik gibi detaylar karakterin yaşadığı yıkımı göstermek için eklenmiş.

Ben öze inanmıyorum. Seni sen yapan, yaptıklarındır.”

BoJack, ölüm döşeğindeki arkadaşıyla yaşadığı yukardaki sahneden sonra, dizideki başka bir karaktere şunu soruyor:

“Sence ben gerçekten böyle miyim? İyi biri olduğumu duymaya ihtiyacım var senden. Beni en iyi tanıyan sensin. Bazen bencil, kendini beğenmiş ve kendine zarar veren biri olduğumu biliyorum ama aslında özünde iyi biriyim. Senden de bunu duymaya ihtiyacım var. Lütfen iyi biri olduğumu söyle.”

Cevap yine bir animasyondan beklenmeyecek sertlikte geliyor:

“Ben öze inanmıyorum. Seni sen yapan, yaptıklarındır.”

Velhasıl, ‘BoJack Horseman’ hayatın çoğunlukla siyah ve beyaz olmadığını, gri tonların var olduğunu hatırlatıyor. Kendi hatalarımızla yüzleşmenin zorluğunu, ama aynı zamanda bunun gerekliliğini de sert bir şekilde söylüyor.

Hayatınızda her şey bir felakete doğru yuvarlanıyorsa belki de berbat olan başkaları değil, sadece sizsinizdir? Kendinizi sorgulamaya cesaretiniz varsa, BoJack Horseman’ı mutlaka izlemelisiniz.

Berna Abik kimdir?

1988 yılında İstanbul'da doğdu. Editörlük hayatına dünyanın önemli şehir dergilerinden biri olan Time Out'ta başladı. Daha sonra Doğan Burda dergi grubu bünyesindeki İstanbul Life dergisinde çalıştı. 

Son olarak T24 ekibine katıldı; burada editörlük ve video röportajlar yapıyor.