Bekir Ağırdır

02 Temmuz 2012

Zihni sorunlar duygusal soruna dönüşünce

Maymun avında kullanılan yöntemlerden birisi şöyle: Bir Hindistan cevizinin altında maymunun elinin girebileceği kadar bir yarık açılıyor

Maymun avında kullanılan yöntemlerden birisi şöyle: Bir Hindistan cevizinin altında maymunun elinin girebileceği kadar bir yarık açılıyor. Yarıktan içeriye tatlı konuyor ve sonra da ağaca asılıyor. Tatlının kokusunu alan maymun geliyor, elinin içeriye sokup, tatlıyı kavrıyor. Tatlıyla yumruk olmuş elini o yarıktan geriye çıkaramıyor. Tatlıyı da bırakamıyor. Avucunda tatlı, yumruk olmuş eliyle Hindistan cevizine asılı kalıyor, ta ki avcılar gelip yakalayana kadar.

Maymunun elindeki tatlıyı bırakıp kurtulamamasını engelleyen dürtü ne olabilir? Akılsızlığı mı, tatlıya olan tutkusu mu? Tutkusu, duyguları aklını esir alıyor belki de.

Kadim sorunlarımızda ve hatta güncel sorunlarımızın çoğunda da böyle bir sorun alanı var sanki. Örneğin Kürt meselesi ve terör meselesi geldiği evrede böyle bir soruna işaret ediyor.

Kürt meselesini var eden ve hala da çözümün önündeki büyük direnci yaratan zihni sorunlar var. Aynı hakların var olmasının eşitlik demek olmadığını bilmemek, anlamamak da böyle bir zihni tıkanıklık mesela. Ulus devletin illa tektipli, kimliksiz, türdeş vatandaşların olduğu monolitik toplum tasavvuruna dayanması bir başka zihni tıkanıklık mesela. Ya da üniter devlet olmak ile adem-i merkeziyetçi bir yönetim düzeninin birbirinin düşmanı olduğunu düşünmek.

Ama en önemlisi Kürt meselesini ölümlere rehin vermek. Ölümler sürdükçe de Kürt meselesinin çözümü için adım atmamak.

Öte yandan meseleyi çözmeden sürdürdükçe, silahlar kalksın, ölümler dursun, sonra çözeriz zihniyeti hakim oldukça, ölümler sürüyor. Ölümler sürdükçe her ölümün ardında bıraktığı acı kişiselleşmekten toplumsallaşmaya dönüşüyor. O toplumsal acı, nefrete, ortak yaşam iradesinin aşındıran testereye dönüşüyor. Giderek zihni sorunlar duygusal sorunlara dönüşüyor. Bu duygusallık bir yerden sonra da sorunun çözümünün önünde bizatihi kendisi engel oluyor.

Hele bir de siyaset ve medya, bu duygusallığı körüklemeye, her gün yeniden üretmeye ve çoğaltmaya yönelince çözüm zemini olması gerek siyaset korkuların ve öfkelerin zemini oluyor.

Bu durum tam bir kısır döngü. Bugün gelinen noktada özetlediğim bu sürecin hangi unsuru neyi tetikliyor, ne neyi esir almış durumda artık önemi kalmamış durumda.

Zihni sorunların duygusal sorunlara dönüşerek gidişatı etkiler hale gelmesi süreci yalnızca Kürt meselesinde gözlenen bir durum da değil üstelik.

Değişmesi gerektiğini kendi yönetiminin bile kabul ettiği bir parti, kendi yarattığı duygusal sorunlara hapsolup değişemiyor. Bu ister bir parti, ister bir gazete veya televizyon kanalı olsun ya da sendika gibi örgütler, sivil girişimler olsun.

Herhangi bir problemin çözümü olarak ortaya çıkan her aktör, zihni tıkanıklıkları aşacak yeni bir zihin haritasıyla işe başlamışsa başarılı oluyor. Zamanlaması da doğru ise, kendine bir taban, destekçi, seçmen, okur, izleyici, müşteri buluyor. Başarılı oldukça, yeni sorunlarla karşılaşıyor veya sorunlar değişerek önüne geliyor. Sorunların da kendi dinamikleriyle değiştiğini fark edemeyenler, kendi zihin haritalarına takılı kalıyorlar. Yeniden, yeni zihin haritasını oluşturmayı başaramayanlar, kendini yenilemeyenler kendi pozisyonlarını duygular üzerinden meşrulaştırmaya yöneliyorlar. 

Bir süre sonra kendi ürettiği duygusal iklimin esiri oluyor. Aklıyla bulduğu, fark ettiği adımı atmaktan kendi duygularına olan esaretleriyle kıpırdayamaz hale geliyor.

Şöyle bir bakın, ister hükümet ister muhalefet partisi olsun, ister bir örgüt ister bir sendika ya da bir gazete bu tıkanma sürecini yaşayan birçok aktör göreceksiniz çevrenizde.