Bekir Ağırdır

30 Kasım 2009

Yüzleşme zamanı

Pervaneler ışığa koşarlar ve ışığa ulaştıklarında, ulaştıkları ışık onları yakar yok eder.

Pervaneler ışığa koşarlar ve ışığa ulaştıklarında, ulaştıkları ışık onları yakar yok eder. Yine de her pervane, yok olacağını, yanacağını bilerek ışığa koşar. Çünkü pervane için hayatın anlamı ışıktır. Çünkü pervane için hayat, karanlığa, bilinmezliğe, belirsizliğe, kimin dost kimin düşman olduğunun bilinmediği puslu karanlıklara karşı çıkıştır. Pervaneler için karanlıklardan beslenen sadakatsizliğe,  pusuculuğa, kurulan tuzaklara karşı çıkmanın biricik yoludur ışığa uçmak.
Işığa, aydınlığa, sıcaklığa, yok olma pahasına, yok olacağını bilerek koşmak, uçmak, sonra da yanmak ve yok olmak pervanelerin hayat biçimi, varoluşlarının anlamıdır.
Kendine saygını yitirmemek için, başkalarının statüne, kılığına, koltuğuna, parana değil gerçekten sana gösterecekleri saygı için, aynaya baktığında kendine duyacağın saygı için, ışığa, aydınlığa yürümek, yürüyebilmek. Ya da yarasalar gibi karanlıklarda geçen bir hayata razı olmak. Giderek o karanlık hayatı benimsemek, içselleştirmek, karanlıklardan beslenir, medet umar olmak.
Galiba bugünlerde hepimiz, tüm toplum bu ikilemi yaşıyoruz. Geçmişimizi gerçekten bilmek istiyor muyuz? Geçmişin belirsizliklerini, yanlış bildiklerimizi, doğru diye ezberletilen ama yanlış olanları, bize bu geçmişi layık görenleri öğrenmek istiyor muyuz? Pervaneler gibi ışığa mı uçacağız, yoksa yarasalar gibi karanlıkta yaşamayı mı seçeceğiz?
Ya da geçmiş yalnızca Dersim mi? Dersim’de olanları ilk defa duyanlarımız, protesto edenlerimiz, tarihimizde daha kaç Dersim olduğunu biliyor mu? Bilmek istiyor mu? Yoksa tarihimizde olanları öğrenir, karanlıkta kalanları açığa çıkarırken de seçici olacak, bazılarını öğrenecek bazılarını yine karanlıklarda mı bırakacağız?
Ermeni meselesini gerçekten anlayabilmek için Hrant’ı kurban vermek yetmedi, başka hataları da öğrenmek için başka kurbanlar mı vermeliyiz?
Bu topraklarda her şey gibi tarih de siyasallaştı, bilim olmaktan çıktı, siyaset üretilen bir alan haline geldi. Bu toprakların tarihini 1923’ten başlatanlar var, ya da 1071’den başlatanlar ve hatta Osmanlı’nın kuruluşundan başlatanlar da. Tarihi de kompartımanlara böldük, ayrı parçaları siyasi meşrebimize göre ayrı sahipleniyoruz. Hâlbuki bu topraklarda 5000 yıldır hayat var ve biz tüm bu geçmişin mirasçısıyız. Zaferleriyle, yıkımlarıyla,  sevinçleriyle, üzüntüleriyle, bayramlarıyla, felaketleriyle tüm yaşananlar bizim geçmişimiz. Etrafınıza bir bakın hangi türkü kimin, hangi yemek hangi etnik kimliğin, hangi oyun havası hangi dinin inananlarının ayırabiliyor musunuz? Geçmişi de bir yaşadık, yaşattık, tarih yazdık, yarını da biz yazacağız. Felaketleri başkası, zaferleri biz yaşattık havasıyla sanal bir tarihi yazarak nasıl bir gelecek kurabileceğimiz açık değil mi?
Şimdi yüzleşme zamanı, kendimizle, tarihimizle yüzleşmek ve kendimizle, tarihimizle barışmak zamanı. Bunca tartışmayı, son on yılın yaşanan ve tartışılanları yeni bir toplumsal mutabakat üretmek, kendimizle ve birbirimizle barışmak fırsatı olarak kullanıp kullanmamak elimizde. Ya ışığa doğru uçacağız ya da karanlıkta yaşamaya razı olacağız.
Bu konuda bile nasıl bir kutuplaşma ikliminden beslenip, ötekileştirici ve kavgacı bir dil kullandığımız açık. Bu ortamda böyle bir yüzleşme ikliminin doğmayacağı da açık. O nedenle hiç olmazsa 12 Eylül’den bu tarafa olanları önce bir konuşalım, karanlıkta kalanları ortaya çıkaralım. Son otuz yılımızla yüzleşmekten başlayalım.
Soğan kabuğunu dıştan içe doğru kat kat soyar gibi, yakın tarihimizden başlayalım önce. Ergenekon’la, Hrant’ın katliyle yüzleşelim. Sonra Susurluk’la, Sivas Madımak ve Maraş olaylarıyla yüzleşip faillerini, suçlularını, bunları üreten, kullanan devlet organlarını, bürokratları siyasetçileri bulup çıkaralım. Sonra da faili meçhullerle, Diyarbakır cezaeviyle, 12 Eylül ile yüzleşelim, suçlularını yargılayalım.
Hukuk içinde, faillerini ortaya çıkararak, mağdurlarından en azından özür dileyerek, yaralarını onararak, son otuz yılın kanlı geçmişinin ruhumuzdaki yükünden kurtulalım önce.
Göreceğiz ki hukuk içinde yapılacak böyle bir yıkanma, toplumun vicdanında da karşılık bulacak.
Ancak yakın geçmişten başlayacak bir yüzleşme daha uzak geçmişle yüzleşebilmenin yoluna açacak. Eğer her şeyi aynı anda bilmek istersek hiç bir şey bilemeyeceğiz yine, korkarım. O durumda da kazanan yine yarasalar olacak.