Her şey kamuoyunun gözü önünde oluyor. Daha iki ay önce İmralı’ya iki milletvekilinin gitmesi bile mucize gibiydi. Bu kez kimlerin, ne gün, hangi saatte, nereden gidecekleri üç gün önceden belliydi.
Gittiler, konuştular, döndüler. Ertesi gün ekranlarda da izlenimlerini anlattılar, mektupları beklediklerini söylediler.
Mektupları aldılar, bir tanesini Pervin Buldan Avrupa’daki PKK yöneticilerine götürdü. Nereye ve kime gittiği biliniyordu, havaalanında kameralar önünde demeç verdi.
Başka bir heyet Irak Kürdistanı’na geçti. Kime, nereye gidiyor oldukları biliniyordu. Randevu sıra ve saatleri bile gazetelerde ve ekranlardaydı.
Değerlendirdiler, tartıştılar, yeni kararlar aldılar ve döndüler. Onlar Avrupa’da ve Irak Kürdistanı’ndayken biz de İmralı görüşme tutanaklarını okuduk gazetelerde.
İmralı görüşmesinde gözlemci gibi bile olsa Başbakan’dan yetki almış görevliler vardı. Muhtemelen aynı görevlilerin Irak Kürdistanı’ndaki BDP görüşmeleri öncesi veya sonrasında da temas ve müzakerelere devam ettiklerini tahmin etmek zor değil.
Kısaca her şey aleniyet içinde gelişiyor birincisi. İkincisi de Abdullah Öcalan merkezli ve BDP’nin de Avrupa ayağıyla Kandil ayağıyla PKK’nın da dâhil olduğu bir süreç yaşanıyor.
En büyük zihnî değişim bu şeffaflık
Asıl bu şeffaflık provokasyonları, art niyetli çabaları boşa çıkaracak. Bu ülke de “ya benimsin ya kara toprağın” diyen zihniyetten gelen çok siyasi aktör var. Kendi egemen olamadıkları ülkeyi yakmaya razı ve hazırlar. Bu şeffaflık onları da ışıklar altına gelmeye zorluyor bir yandan.
Bu şeffaflık aktörlerin yanlış yapmalarının önündeki en büyük engeli de oluşturacak. Çünkü bundan sonra mızıkçılık yapan genel kamuoyunu da kendi tabanını da ikna etmek zorunda kalacak.
O nedenle hangi amaçla, kimin tarafından sızdırılırsa sızdırılsın her türlü sızıntı bile sürecin lehine çalışacak. Çünkü çözümün, barışın zamanı geldi. Hayat çözümü dayattı.
Mesele çözümün ne denli evrensel ilkelere yakın, ne denli en geniş toplumsal mutabakatı üreterek ve nereye kadar, nasıl yeni hayatın hukukunu, yeni kurallarını üretebileceğimiz meselesidir.
Bu da varacağımız yeri, yalnızca görüşen tarafların niyet ve anlaşmalarından ne kadar öteye, ileriye, evrensel standartların yakınına götürebileceğimize bağlı.
Bu durum varılacak yere dair tarafların da net bir mutabakatının, yol haritasının olmadığı, olsa da geçerli olamayacağı anlamına gelir. Süreç demek budur zaten. Farklı senaryolar geliştirmek ve her bir adımda her bir aktörün müdahalesiyle yeni bir durum ve o duruma uygun yeni uzlaşmalar demektir süreç.
Kamuoyunun bir kesiminde şöyle iki kanaat var. Birincisi hükümetin elinde sürece dair senaryolar olmaksızın, kısıtlı bir hedef var. İkincisi de bu hedef için İmralı ile bir uzlaşma oluştu ve bunun yol haritası var. Ben bu iki kanaate de katılamıyorum.
Sanılanın aksine bu kez devlet ve siyasetin mutfağında ciddi bir hazırlık çalışması yapıldığını sanıyorum. Sürecin bu denli şeffaflığı bile kendiliğinden gelişmiş değil ciddi bir ön hazırlık ve planlanmışlığının delili bana göre.
Sonuç herkesin sürece dâhil olma arzusuna bağlı
İkincisi de sürecin sonunda nereye ulaşılacağının aktörlerin niyet ve arzularıyla sınırlı olabilmesi de olanaklı değil. Günümüzün ne gündelik hayatı ne siyasi süreçleri artık otuz kırk yıl önceki gibi kesin olan planlar içinden gelişmiyor. Gündelik hayatın da siyasi hayatın da çok aktörlü, çok boyutlu karmaşıklığı ve belirlenemezliği içinde sonuç yalnızca sizin niyet ve hareketinize bağlı değil. Her bir aktörün, her biri eylemin sürecin sonucunu etkileme potansiyeli süreci yönetenlerinki kadar güçlü.
O zaman, hepimizin yapması gereken ne kuru muhalefete ne de amigoluğa soyunmaktır. Yapmamız gereken barışın inşasına emek harcamaktır.
Ancak o zaman başlangıç arzu ve niyeti dar kapsamlı olsa bile süreci daha kapsamlı bir çözüme ve barışa ulaştırabiliriz.
Başa dönersek şu iki ayda olan biten bile Türkiye’nin nasıl bir geri dönülemez noktaya geldiğini göstermektedir. Şu âna dek en önemli başarı devlet aklında da siyasette de toplumda da bir zihnî kırılmanın başarılmış olmasıdır. Bu kez yine başaramasak bile hiç kimse bundan böyle Kürt meselesini yok sayamaz, Kürt meselesini çözmeyen bir anayasa yapamaz, gizli pazarlıklarla iş yürütemez veya İmralı’yı ve PKK’yı devre dışı sayarak çözüm dayatamaz.
Ama bu kez başarırsak, sınırlı bile olsa çözüm yolunda önemi bir mesafe alırsak, bugün yalnızca seyirci olmayı ya da oynamayı değil oynatmamayı kendilerine iş edinenler, hayatın ve toplumun dayatmasıyla var olma sorunuyla karşı karşıya kalabilirler demektir.
Toplum da gayet soğukkanlı olan biteni izliyor, bekliyor. Öyle varsayıldığı, iddia edildiği gibi ne infialler var ne de müthiş şenlikler. Siyasetin bu kez bu meseleyi çözüp çözemeyeceğini tüm toplum nefesini tutmuş bekliyor. Toplumun tepkisini göstermesi için henüz zamanı var.