Türkiye’de ilk kişisel bilgisayarların kullanıma girmesi 1985 yılında. O güne kadarki oyun amaçlı küçük bilgisayarları saymazsak. Renkli televizyonun ve TRT dışı kanalların başlaması da yanlış anımsamıyorsam aynı yıllar ve cep telefonlarının hayatımıza girmesi 1993 ve sonrası.
Ocak ayı KONDA Barometresi bulgularına göre şu anda hanelerin yüzde 53’ünde bilgisayar var. Yetişkin nüfusun (18 yaş üstü) yüzde 37’si evde bilgisayarı kullanıyor, yüzde 32’si evinden internet erişimine sahip. İşyeri, okul, ev dahil toplam yetişkin nüfusun yüzde 43’ü interneti aktif kullanıyor. 28 yaş altı genç nüfusunun yüzde 90’ı interneti kullanıyor.
Bu 28 yaş altı kuşak doğrudan renkli televizyona, bilgisayara ve cep telefonuna doğdu. Onlar “bizim zamanımızda” diye başlayan tek kanallı, siyah beyaz televizyon hikâyelerine sahip değiller. “Eve telefon bağlatabilmek için beş yıl sıra beklemiştik” hikâyelerine de.
Memleketteki anne babaya telefon edebilmek için Kızılay Postanesinde üç saat beklemeyi de bilmiyorlar. Aslında Postaneyi bilmiyorlar. Ne mekan olarak ne kavram olarak ne de postanenin ima ettikleri açısından.
Yeni kuşağın “postaneyi bilmiyor oluşu” metaforu Serdar Kuzuloğlu’na ait. Cumartesi günü “Yeni Medya ve Siyaset ilişkileri” konulu panelde söyledi. Düşününce aslında bu postane metaforu, kuşaklar arası farkı anlatabilmek için de ama daha çok gündelik hayatın ritmindeki değişimin düşünce sistematiğimizdeki yansımaları açısından müthiş açıklayıcı.
Postane demek aracılı ve kurallı iletişim demek. Söyleyeceklerinizi mektuba yazıyorsunuz, postaneye veriyorsunuz, onlar babanıza, sevdiğinize götürüp veriyor. Eğer kışlada, cezaevinde, yurtta iseniz gönderdiğiniz mektup bir de yöneticilerce okunuyor, kontrol ediliyor. Telefon ile konuşacaksanız, bağlantıyı sağlayan görevliler konuşmalarınızı doğrudan dinliyor. Öyle canınız istediğinde de konuşamazsınız, çünkü bağlanamazsınız da. Yazdıklarınız, söyledikleriniz kontrollü, ölçülü hep. Üstelik de yazdığınızın, söylediğinizin babanıza, sevdiğinize ulaşması postane görevlilerinin inisiyatifinde hep, en azından süresi için.
Şimdiki kuşağın iletişimi ise doğrudan ve karşılıklı. Kontrolsüz, dolaysız, zamansız, mekansız, yüz yüze (ister gerçek hayatta, ister sanal ortamda, ister telefonun karşılıklı iki ucunda). Söylemek istediğinin karşısındakine ulaşması günler almıyor, saniyeler içinde. Dolambaçlı mektup giriş paragrafları yok, hatta giderek sesli harflerin kullanımı bile yok. Zaman sınırı yok, mekan sınırı da. Dolaysız, dolambaçsız ifade ediyor söylemek istediğini, süslü kelimeler, cümleler de yok. İletişimin bu sınırsız, zamansız, mekansız kullanımı doğal olarak düşünme biçimini ve giderek tüm hayatı etkiler hale geliyor.
İletişim yüz yüze, karşı karşıya yürüdüğü için cevabı alması günler, aylar da almıyor. Ulaklar aracılığıyla hamlelerin gönderildiği, yıllarca süren satranç oyunları, bin bir gece masalları içinde bile ilgilerini çekmiyor artık onların.
Bunları olumsuzlamak için yazmıyorum, tam aksine müthiş heyecan verici buluyorum. Çünkü tüm bu iletişim biçim, yöntem ve içeriğindeki değişim tüm hayatımızın ritmini ve zihin haritalarımızı da değiştiriyor.
Meselemiz bu değişimi, içeriğini, fırsatlarını ve nereye kadar uzanacağını kestirebilmek, bildiklerimizi bu yeni ritme uyarlamak, daha çok da bu yeni ritmin gereklerini yeni baştan düşünmek ve öğrenmek.
Çünkü bu iletişim devrimi ister bir fikrin yayılma biçim ve hızını, ister bir parti propagandasını ve hatta örgütlenme modelini de değiştiriyor.
Sanılıyor ki bu yeni iletişim biçimi, yöntemi ve dili eski bildiklerimize ilave yeni bir mecradır. Hayır, “ilave” değil bambaşka bir şey. Gözlüyoruz ki eski yöntemlerle pazarlama yapan bir firma da, siyaset yapan bir parti de bir web sitesi edinince, bir twitter hesabı açınca bu yeni alana girmiş oluyor. Bakın, neredeyse tüm siyasi liderlerin twitter hesabı var. Ne yapılıyor, bu işle görevlendirilmiş bir uzman, günlük sloganları yazıyor ve gençlere ulaşıldığı sanılıyor. Yeni bir tornavida takımı edinenler gibi de mutlu oluyorlar üstelik, internette de varız diye.
Halbuki bu iletişim yepyeni başka bir dünya, kendine göre dili, yöntemi, dinamikleri var. Bu yeni alanı eski bildik dil, söylem, yöntemle kullandığınızı sanarak yalnızca kendimizi kandırırız.
Üstelik 2011 seçimlerinde bu sözünü ettiğimiz genç kuşaktan 16 milyonu aşkın seçmen var. Bunların 4 milyona yakını da ilk kez oy kullanacak. Hatırlamakta yarar var!