Bekir Ağırdır

20 Eylül 2010

Partilerin tabanları diye bir şey

Referandumun ardından tartışılan önemli şeylerden birisi parti tabanı kavramı üzerinden...

Referandumun ardından tartışılan önemli şeylerden birisi parti tabanı kavramı üzerinden, MHP’nin tabanı Ak Parti’ye mi kaydı, milliyetçi taban gevşedi mi benzeri meseleler. Hele referandumun ardından Ak Parti lideri Menderes ve arkadaşlarının mezarlarını ziyaret edince, Demokrat Parti tabanı da mı hedefleniyor benzeri yorumlar okuduk. 
Süleyman Demirel’in 12 Eylül darbesi sonrası partisi kapatılmış, kendisi yasaklı iken, icazet almak isteyen Turgut Özal’a söylediği iddia edilen bir sözü vardır:
“Tapulu arazimin üzerine gecekondu kurdurmam.” 
Bizim siyaset dünyamızın taban kavramını nasıl anladığı ve algıladığını bundan daha iyi anlatan bir söz yoktur sanırım. 
Bizim siyasetçiler tabanı, kendi tapulu malları olarak gördükleri gibi sabit bir kütle de sanıyorlar. Halbuki taban denilen seçmenler, belirli bir zamanda, belirli koşullar altında, farklı dinamiklerle hareket eden ve farklı siyasal talepleri olan bir zemin. 
Eğer seçmenleri yalnızca değerleriyle hareket eden ve bu değerleri de zaman ve koşullara bağlı olmaksızın değişmez olan insan kütlesi olarak alıyorsanız, işte o yanlış tanıma geliyorsunuz.
Elbette seçmenlerin “değerleri” önemli ama değerler ne seçmen davranışını ne de bir siyasal hareketin başarı ya da başarısızlığını tek başına açıklamaya yetmez. Bu nedenle de örneğin Demokrat parti tabanı diye sabit bir kütle yoktur. Aynı hatayı devam ettirerek,  MHP tabanının yalnızca ülkücülerden oluştuğunu sanmak da aynı şekilde yanıltıcıdır bence. 
Nitekim aşağıdaki tabloyu inceleyince görüyoruz ki, Demokrat Parti tabanı diye belirli bir kitle tanımlamak oldukça zor, hele 2010 yılında bunu yapabilmeniz olanaksız. Tabloda 1950 seçimlerinde Demokrat Partiden başlayarak muhafazakar değerlere sahip, ideolojik olarak sağ kabul edilebilecek partilerin tüm seçimlerdeki oy oranları var.
Macera Demokrat Parti ile başlamış, Adalet Partisi ile devam etmiş. Önce altmışlarda milliyetçi hareket, sonra yetmişlerde İslamcı hareket bu ana akımdan ayrışmış. 12 Eylül sonrası tekrar tümünü kapsamayı hedefleyen ANAP gelmiş. 2002 Seçimleri öncesine kadar olan süreçte yine milliyetçi hareket ve İslami hareket ana akımdan ayrılırken, ana akım da ANAP ve DYP arasında bölünmüş. 
Tabi bütün bu tablo, süreç ve hikaye de CHP ve sol hareketler yok. Ayrıca CHP ve solun hem birbirini, hem sağdakileri nasıl etkiledikleri de ihmal edilmiş durumda.  

Aslında bana kalırsa tablodaki sağ oy toplamı kavramı da yanlış ama meramımızı anlatabilmenin kolay yolu olduğundan kullandık. Görüldüğü gibi 2010 Türkiye’sinde zaten artık Demokrat Parti tabanı denilebilecek bir taban yok. O yüzden de ne DP ne Cindoruk ne de Demirel’in kendilerine vehmettikleri güçleri var. 
Ak Parti ise kendi başına özel bir hikaye. Başlangıçtaki lider kadrolarının önemli kısmı İslami hareketten gelmekle beraber, İslami hareketin son otuz yıldaki değişiminden ve entelektüel birikiminden beslenen bir parti. Ama bu tanım Ak Parti’yi tanımlamakta eksik. Çünkü Ak Parti lideri ve kurumsal söylemi dışında, örgütleriyle, siyaset yapma tarzıyla ve gözden genellikle kaçırılan örgütünün çalışma biçimi ve gündelik hayattaki var oluşlarıyla da yalnızca İslami hareketle tanımlanamayacak kadar modern, güncel ve etkin bir parti. Ak Parti’nin örgüt gücü ve çalışma temposu bizim siyaset dünyamızın bildiği ve alıştığından farklı. Çünkü yalnızca dar anlamıyla siyaset ve particilik yapan değil, bulunduğu zaman ve mekanda mahallenin ve seçmenin güncel hemen her meselesinde var olan ve hatta bu meselelerden beslenen bir örgüt karşımızdaki.
CHP’lilerin zaman zaman beyanatlarını görüyoruz, “varoşlara gideceğiz, ayakkabıları çıkarıp gecekondulara gireceğiz” ve benzeri cümleler. Anlatmaya çalıştığı farklılık tam da bu cümlede gizli. Ak Parti bunları yapmıyor, tam aksine o gecekonduda oturanlar Ak Parti’nin mahalle, ilçe ve il kurullarında olanlar.
Bu nedenle Ak Parti bu tabandan besleniyor da aynı zamanda, yani sözkonusu olan tek taraflı bir yönetim ve etkileme değil. Dolayısıyla da Ak Parti kapsama alanını genişletirken, örneğin MHP tabanının bir kısmını kendine doğru çekerken, kendi içindeki bu çoğalma ve çoğullaşmadan besleniyor, aynı zamanda politikalarını da genişletiyor. 2002 Ak Partisi ile referandum kampanyasındaki Ak Partinin söylem ve yöntemlerine bakınca sekiz yılda ne kadar değiştikleri de görülüyor. 
Eğer Kılıçdaroğlu ve CHP, Ak Parti karşısında başarılı olmak, ülkeye yeni bir iddia sunmak istiyorsa, yalnızca lider değişikliğiyle yetinmek yerine, programını, siyaset tarzını, örgüt tanımını ve de tabandan neyi anladığını ve neyi hedeflediğini de yeniden düşünmesi gerek.