Dış dinamikler nedeniyle de iç dinamikler nedeniyle de Kürt meselesinde yeni bir paradigma değişikliğine ihtiyaç var artık.
IŞİD’in hamlesi sonrası ne Irak bir ay önceki Irak ne de Suriye. Orta Doğu’da verili durum bir kez daha geri dönülemez biçimde değişti. Bundan sonrasının nasıl gelişeceği hem bölgenin hem de küresel dinamiklerin nasıl ve ne yöne hareket üreteceğine bağlı.
Irak Kürdistanı bölgesel dinamiklerin ve aktörlerin en önemli coğrafyalarından birisi. Ve şimdi onlar IŞİD sonrası verili durum içinde bağımsızlıklarını ilana bir adım daha yaklaştılar. Suriye’deki Kürt kantonlarında ise bir yandan IŞİD saldırısına direnç öbür yandan devlet örgütlenmesine doğru adım adım çabalar sürüyor.
Bunlar ve bölgedeki diğer dinamikler, gelişmeler ne yönde olursa olsun PKK bu iki ülkedeki Kürtler için de bir siyasi aktör. Tüm bu gelişmelerden, PKK’nın değişmekte olan rolünden, Türkiye’nin ve açılım sürecinin etkilenmemesi mümkün mü? Herkesin oyun planlarının, senaryolarının, hedeflerinin, strateji ve taktiklerinin beş veya bir yıl öncesiyle ve hatta üç ay öncesiyle aynı olduğunu varsaymak doğru mu? Suriye’de IŞİD saldırıları gibi güncel, tüm bölgeyi yakacak bir mezhep savaşı potansiyeli bu denli güçlü iken PKK tümden kendi tasfiyesine razı olur mu?
Buna karşılık içerideki açılım süreci bir viraj daha dönüyor ve muhtemelen bu hafta Meclis Genel Kurul’unda “terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine dair kanun tasarısı” kabul edilecek.
Bu kanun ile en azından Meclis’te bir biçimde sürece dahil olmuş olacak. Öte yandan kanunun adı bile hala yanlış bir paradigmanın sürdürülmeye çalışıldığını ya da ikircikliliği gösteriyor.
İkirciklilik vurgusu nedenim hükümetin bir yandan açılım konusunda kararlı duruyor ama meseleyi de hala geleneksel devletçi refleksle terör diye adlandırıyor olması. Bu ikircikliliğin en iyi göstergelerinden birisi üç hafta önce Diyarbakır’da yapılan toplantıda Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erden’in konuşmalarındaki iki ayrı dil ve zihniyette idi.
İkircikliliğin bir başka göstergesi yine Diyarbakır’da iki hafta önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına gösterilen kayıtsızlıkta görülüyor. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının partisinin genel söylemiyle veya kadrolarının bir kısmının söylemiyle, partisinin son yıllarda yapıp, ettikleriyle çelişik ve farklı olduğu açık. Ama yine de hükümetin açılım ve asıl nihai çözüm konusunda net bir bakışı ve hedefi olsaydı, hemen bu konuşmayı fırsat bilip, muhalefeti daha somut adımlar için mindere çekebilirdi.
Eksikliklerine, ikircikli adımlarına karşın hükümet hala açılım sürecini sürdürme yönünde kararlı. Asıl önemlisi R.T.Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığının açıklandığı günkü konuşmasında hedef olarak saydığı üç şeyden birisinin açılım olmasıydı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Selahattin Demirtaş, Kürt siyasi geleneğinden gelen, Kürt kimliğiyle siyaset yapan ama Kürt siyasetinin Türkiyelileşmesi hedefiyle aday. Seçim süreci boyunca bildik seçim gerilim ve temaşasının dışında ilkeleri, demokratikleşmeyi, barışı, çözümü, yeni anayasayı tartışacağı da açık.
Sürece dair kanun ve Cumhurbaşkanlığı seçim süreci sonrası için artık şunu söylemek mümkün: Kürt meselesi ülkenin demokratikleşmesi önündeki zihni ve ruhi ambargoları üreten bir mesele olmaktan çıkmaktadır. Kürt meselesi artık Türkiye’de demokrat olmanın, demokratım demenin anahtarıdır. Hatta Kürt meselesi başlığı bile artık yanlıştır.
Mesele artık devletin demokratikleştirilerek yeniden kurgulanması, yönetimin ademi merkeziyetçi biçimde yeniden yapılandırılması meselesidir. Ve bu hedeflere ulaşmanın, yeni Türkiye’nin bir kulpu Kürtlerin ve Kürt siyasetinin elindedir.
Böylesi bir paradigma değişimi olmadan açılım sürecinin nereye varacağı da barışın nasıl inşa edileceği de sorunludur.