Bekir Ağırdır

18 Şubat 2013

Özgürlük mü, güvenlik mi?

Güvenlik uygulamaları arttırılarak mı özgürlüklerimiz korunabilir? Ya da özgürlüklerimiz genişletilerek mi güvenliğimiz sağlanabilir?

Gündelik hayatın ritmi değişti, hızlandı. Daha karmaşık, daha hızlı bir gündelik hayat var artık. Üstelik hayatın içinde hem aktörler çeşitlendi ve çoğaldı, hem karar odakları. Hangi aktörün, hangi amaç ve dürtülerle aldığını bilmediğimiz kararlar gündelik hayatımızı doğrudan etkiliyor.

Böylesi bir ritm ve karmaşıklıkta geleceğe dönük olarak iki unsur hem davranışlarımızı hem de zihin haritalarımızı değiştiriyor. Birincisi, bu karmaşıklık içinde yarın ne olacağı, neyle karşılaşacağımız eskisi kadar kestirilebilir, bilinebilir değil. Bu kestirilemezlik her bireyde endişe duygusu yaratıyor, az veya çok. Bu endişe duyguları giderek korkulara ve paranoyalara dönüşüyor. Bu korkular ve paranoyalar üzerinden de ayrı bir manipülasyon ve politika üretme alanı açılıyor.

İkincisi kendini güvende hissetme ihtiyacı, güvenli alanlar yaratma ihtiyacı artıyor. Bu ihtiyaç teknolojiden devlet politikalarına kadar hem bireysel hem de ülke hayatı bakımından bir dizi yeni alan açıyor.

Bilgisayarların ekran koruyucu şifrelerinden antivirüs yazılımlara kadar teknolojiyle ilişkili tüm uygulamalarda kendimizi ve bilgilerimizi koruma amaçlı teknikler gelişiyor. Evlerde çelik kapılardan, kameralı koruma sistemlerinden, bina girişlerinde güvenlikçilerden, sitelerin etrafındaki yüksek duvarlara kadar birçok koruyucu önlem sıradanmış gibi geliyor artık.

Tüm bu endişe ve güvenlik ihtiyacı bireysel hayat kadar ülke hayatını, toplumsal hayatı da etkiliyor. Neredeyse sokaktaki tüm binaların dış koruma kameralarından, yerel veya ulusal yönetimlerin döşediği elektronik kontrol sistemlerine, haberleşme veya bankacılık sistemlerinin güvenlik ihtiyaçlarından şehirlerin güvenlik ihtiyacına kadar hemen her yeni uygulama ile tüm bir hayat izlenmeye ve korunmaya çalışılıyor.

Bir yandan daha iyi ve hızlı hizmet için tüm nüfus, adres, sağlık, eğitim, adalet, bankacılık bilgi ve sistemleri gelişiyor, yayılıyor. Bu sistemlerin doğal sonucu olarak her birimizin her türlü bilgisi ve hareketi bir yerlerde kayda girmiş oluyor. Öte yandan bu sistemlerin ve bilgilerin güvenlik ihtiyacı artıyor.

 

İzleme mi, koruma mı?

 

Paradoks da tam bu noktada başlıyor. Hem daha iyi ve hızlı hizmet için bu sistemlere ihtiyacımız var hem de bilgilerimizin ve hayatımızın güvenliğine. Çünkü bu devasa sistemler bireylerin kontrolünde değil kamu otoritelerinin ve devletin kontrolünde.

Bir yandan hırsızdan, uğursuzdan korunmak için kameralara ihtiyaç var öte yandan o kameralar aracılığıyla tüm hayatımızın her bir saniyesi kayıt altında. Bir yandan kredi kartıyla simit bile alabilmekten mutlu oluyoruz, öte yandan her bir hareketimiz, ne yiyip ne içtiğimiz, nereden neyi satın aldığımız, tüm bir hayat örgü ve tercihlerimiz kayda alınmış oluyor.

Sorun da bu noktada başlıyor. Birincisi bu bilgiler nasıl korunacak ve saklanacak. İkincisi bu bilgiler nasıl kullanılacak.

Devlet aygıtı binlerce yılın becerisiyle yeni alana da uyum sağlayıp, hayatı ve vatandaşı denetlemek için yeni politika ve uygulamalar geliştirmek konusunda oldukça mahir.

Elektronik iletişimi, telefonları izlemek ve dinlemekten başlayarak, görünür amacı güvenliğimiz olan bir dizi uygulama hem yaygınlaşıyor hem de güvenlik ihtiyacımızdan meşruiyet üretiyor. Maillerimizden telefon konuşmalarımıza hemen her bir iletişimimiz bir yerlerde kayda alınmış, yığın bilgiler hâlinde biriktiriliyor. Devlet ve hükümetler görünürde haklı gerekçelerle bu iletişim bilgilerine ulaşabiliyor, izleyebiliyor, geriye dönük inceleme yapabiliyor.

Benzer mesele adreslerimizden, mali bilgilerimizden sağlık kayıtlarımıza kadar hemen her alan için geçerli.

 

Konforu genişletmeyi de sürdürmeyi de istiyor muyuz?

 

O zaman iki önemli soru ortaya çıkıyor. Birincisi, hangi kamu görevlisi ve kurumu, hangi bilgilerimize, hangi gerekçelerle bakabilir, kullanabilir? Güvenlik ihtiyacımız ile bireysel özgürlüklerimiz arasındaki sınırı, kim, hangi gerekçeyle çizecek?

İkinci soru, farklı yerlerde (nüfus idarelerinde, hastanelerde, dükkânlarda, lokantalarda) oluşan bu bilgiler nerede biriktirilecek, hangi noktalarda birbirleriyle ilişkisi kurulacak, bu bilgi yığını hangi kurum ve kurallar ile güvenlik içinde korunacak?

Bırakın büyük, skandal siyasi örnekleri, düşünün ki kritik bir sağlık bilginiz iş başvurunuzda önünüze gelebilir. O sağlık bilginizin ortalığa dökülmesi sizin toplumsal aidiyetiniz, itibarınız ve hayatınız için çok önemli bir şey de olabilir.

Toplumsal hayatın güvenliği için gerekli istisnai güvenlik amaçlı uygulamalar, giderek yaygın ve standart uygulamalar hâline dönüşüyor. Korunmaya çalışırken özgürlüklerimiz daralıyor.

Günümüz insanının önemli bir sorunu da bu noktada başlıyor: Güvenlik uygulamaları arttırılarak mı özgürlüklerimiz korunabilir? Ya da özgürlüklerimiz genişletilerek mi güvenliğimiz sağlanabilir?

Dengeyi nerede ve nasıl kuracağız? Bu dengeyi hangi kurum ve kurallarla nasıl sürdürülebilir kılacağız?

 

(Taraf – 18 Şubat 2013)