Bekir Ağırdır

19 Mayıs 2014

Ölüm kuyularından çalışmaya razı olmak

Darbelere, siyaset ülkeyi yönetemiyor diye ikna edildik. Maden ocaklarında katliamlara ise kalkınma, büyüme diye. Başımıza gelenler razı edildiklerimizin toplamı bir bakıma.

Maden ocağındaki katliam gerçekleri bir kez daha hatırlattı. Cumhuriyet’in kuruluşundaki kalkınma ve modernleşme hedefleri yeri geldiğinde vahşice sürdürüldü. Ülkenin sağ, gelenekçi, muhafazakar partileri kalkınma hedefinin sahipleri olageldi hep. Fetişizme dönüşmüş kalkınma uğruna yalnızca doğa değil insanlar da feda edilebildi acımasızca. Sol partiler ise modernleşmenin sahibi yalnızca, ekonomi teferruat olarak kaldı.

Devlet ve bürokrasi partilerden daha akıllıca davranıp, bazen kalkınmacı, bazen modernleşmeci göründü. Her iki hedef için de ister maden ocaklarında ister işkence masalarında, ister toplumu ikna ederek ister darbeler yoluyla insanları katletmek doğal sayıldı.

Darbelere, siyaset ülkeyi yönetemiyor diye ikna edildik. Maden ocaklarında katliamlara ise kalkınma, büyüme diye. Başımıza gelenler razı edildiklerimizin toplamı bir bakıma.

Peki, ama insanlar neden bu kadar riskli işlerde, gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmadığını bildikleri halde razı olurlar? Elbette hanelerinin geçimi, dirliği, düzenliği için.

Ülkede kabaca 19 milyon hane var. Her ay izlenmeye çalışılan “KONDA Moral Endeksine” göre bu hanelerin yalnızca dörtte birinde gelir, giderden fazla. Bu dörtte bir hanede tasarruf yapılabiliyor yalnızca.

Dörtte iki hanede gelir ile gider denk. Bu hanelerde hayat var veya yok. Eğer hane reisinin işi varsa, ay sonunda bir ücret geliri varsa o hanede hayat var. Gelir yoksa hayat da yok. Hanenin gideri gelirine göre biçimleniyor, çeşitleniyor. Bu haneler için işinin var olması her şeyi belirliyor. Eğer iş yoksa gelir de yok hayat da. Ekonomi bir ay önce ne kadar büyürse büyüsün ya da küçülürse küçülsün o hane için aslolan sabit gelirine göre kurduğu geçimi. En alttaki dörtte bir hane için gelir giderinden az. Ya aile dayanışmaları, ya devletin sosyal yardımları ya da borçlanarak hayat sürdürülebiliyor.

Eğitimi düşük, meslek sahipliği olmayan, özgüveni ve güveni düşük, hukukun üstünlüğüne inancın düşük olduğu toplumda, hanenin geçimi için koşulları ne olursa olsun işinin ve ay sonunda belirli bir ücretinin var olması insanları vasata, riskli işlere, iş güvenliği olmayan maden ocaklarına girmeye razı ediyor.

Soma katliamında hayatı kaybeden madencilerin ortalama ücretinin 1200 lira olduğu söyleniyor. Ve bu ülkede açlık sınırının 1167 lira, yoksulluk sınırının 3802 lira olduğu hesaplanıyor. Yıllardır derin bir ekonomik krizde olduklarını konuştuğumuz komşumuz Yunanistan’da asgari ücret 736 Euro, Türkiye’de 334 Euro.

Böylesi bir katliamdan sonra bile ne yazık ki bu gerçeklikleri konuşamıyoruz. Ak Parti yandaşlığına ve karşıtlığına rehnedilmiş yürekler, akıllar, diller, kalemler katliam üzerinden birbirini hırpalamanın peşinde.

Kutuplaşmayla önce hortlaklarımızı ayırdık. Sonra ölümlerimizi. Berkin ve Burak Can gibi iki çocuğun ölümlerinden sonra iyice insanlıktan çıkıp, rahmet dualarımızı da ayırmaya başladık.

Şimdiki aşama artık ayrı yaslar da değil. Şimdiki aşama ayrı yaslara, acılara saldırma, tekmeleme, hakaret etme. Bir yarımız yas evleriyle dolu Soma’da olağanüstü hal ilan etti neredeyse. Öbür yanımız Soma’lının oylarına bakıp katliamı normalleştirdi. 

Anlaşılıyor ki tüm insani duygularımızı kaybetmeye çok az kaldı. Hepimiz ölüyüz belki de artık.