Bahçeli'nin DEM Partililerle tokalaşması
Bu hafta Cumhuriyet’imizin 101’inci yılını kutladık. Kutlama haftasında yine “açılım” tartışmaları sürdü. Doğal da, çünkü Kürt meselesi Türkiye’nin bir türlü çözemediği, çözmediği kadim bir mesele. Her ne kadar iktidar sözcüleri ısrarla açılımı “terör” ve PKK’nın silah bırakması hedefiyle çerçeveliyor olsa da herkes biliyor ki terörden öte bir mesele konuşuyoruz.
Kürt meselesine dair bu gök kubbe altında söylenmemiş, yazılmamış, tartışılmamış tespit, öneri kaldığını sanmıyorum. Öte yandan Kürt meselesi de diğer meselelerde olduğu gibi kendi dinamikleri üzerinden değişiyor. Üstelik meselenin özü olduğu yerde duruyor. Konuştuğumuz konu demokrasi, yönetim, kültürel kimlik, bölgesel geri kalmışlık, dış politika ve terör boyutlarının tümünü kapsıyor. Tarihsel, siyasal, kültürel, ekonomik katmanları var. Buna karşın meseleyi yalnızca terör çerçevesine sıkıştırmak çözümün önündeki en büyük zihni engel ve siyasi hata olarak ortada duruyor.
Yine de iktidarı oluşturan zihni koalisyon neden bu zaman aralığında üçüncü kez açılım tartışmasını, terörün bitirilmesiyle sınırlayarak da olsa gündeme getirdi?
İki belirleyici neden var. Birincisi Orta Doğu’da olanlar, ikincisi de ülkenin içinde bulunduğu krizler yumağı.
Orta Doğu’da olanlar, savaşın yayılma olasılığı doğal olarak Türkiye’yi de dört ülkeye yayılmış Kürtleri ve Kürt siyasi aktörlerini de doğrudan ilgilendiriyor ve etkiliyor.
İktidarı oluşturan zihni koalisyon ve bir arada tutan zihni mutabakatın temel dayanağı “devletin bekası” olarak görülen sınır güvenliği ve hemen sınır ötesinde olup bitenler. Kuzey Irak’ta ve Kuzey Suriye’de oluşturulmaya çalışılan güvenlik koridoru da bu güvenlik kaygı ve arayışının sonucu. Bölgedeki dinamiklerin hızlanışı Türkiye’yi de daha net pozisyon almaya zorluyor doğal olarak. Bir yandan sınır güvenliği diğer yandan olası bir bölgesel savaşın doğrudan etkileyeceği fay hatlarından birisinin risklerini en aza indirmek arayışının bir sonucu olarak açılım gündeme gelmiş olabilir.
İçeriye dönük kısmına dair üç ayrı gerekçelendirme mümkün. Birincisi, yerel seçimlerden bu yana siyasi gündemin içinde CHP ağırlığı artıyor. Henüz gündemi belirleyecek güçte olmasa da Özgür Özel’in normalleşme olarak adlandırdığı yeni siyaset tarzı arayışlarına iktidar kayıtsız kalamıyor. Ekrem İmamoğlu’nun önünün kesilmeye çalışıldığı “ahmak davası” meselesi istemeseler de İmamoğlu’nu hep gündemde tutuyor. Ekonomik kriz, Mehmet Şimşek politikalarıyla hala kontrol altına bile alınamamışken iktidar “güven” eşiğini bir türlü aşamıyor.
Siyasetteki bu sıkışmaya karşılık iktidar topluma “Asıl normalleşmeyi ben istiyorum, bakın normalleşme için neleri bile göze alıyorum” demiş oluyor. Böylece de “ülkenin sorunlarını ancak ben çözebilirim” algısını yeniden inşa etmeye çalışıyor.
Kabul edelim ki Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ı Meclis kürsüsüne davet eden cümlelerini hala CHP kuramıyor. Altılı Masa’nın CHP dışındaki partileri gündeme tutunarak sahnede kalmaya çalıştıkları süreçte iktidar CHP’yi ve DEM Parti’yi bir kez daha çizdiği çerçevede ve gündemde kalmaya zorluyor.
Bir başka olasılık, anayasa referandumuyla geçilen yeni yönetim sistemi merkezileşme ve keyfiliğe yaslanıyor. Doğal olarak da merkezileşme bir yandan hukuku zorluyor diğer yandan maharet eksikliği nedeniyle ülkenin sorunları yönetilemiyor. Sistemin merkezi, hayatın sorunları ve dayatmalarına karşı ısınıyor. Belki de sistemin ve iktidarı oluşturan zihni koalisyonun aktörleri arasında gerilim yükseliyor. Bir kanat sorunların devlete beka riski üretmeden siyasi yöntemlerle çözümünü istiyor, diğer kanat ise engellemeye çalışıyor. Bu noktaya dair elimizde açık ve net bir bilgi olmasa da dışarıdan bakınca iktidarın aktörleri arasındaki bir gerilimin hararetinin yükseldiği gözleniyor.
Hangi gerekçeyle veya dinamiğin ittirmesiyle başlamış olursa olsun, kısa vadede bu açılımdan sonuç beklemek gerçekçi değil. Yalnızca terör çerçevesinden hareket edilse bile sonuç alacak noktaya çok uzak olduğumuzu sanıyorum. Çünkü aktörlerin açıklamalarından şimdiye dek duyduklarımızdan yola çıkarak şunu görebiliyoruz, henüz taraflar kapsam, çerçeve ve muhatapların tespitinde bile mutabakat üretebilmiş değiller. Öte yandan bir kez daha Kürt meselesinin anımsanmasını ve tartışılmasını da yararlı ve gerekli görüyorum.
Kürt meselesi, tarihsel boyutu, nedenleri ve sonuçlarıyla, kendi iç dinamikleriyle, ülkenin ve dünyanın dinamikleriyle her gün karakter değiştiriyor. Çünkü hiçbir zaman sadece Kürtlere dair ve Kürtlerden ibaret bir mesele değildi. Bugün olduğu gibi dün de bu ülkedeki insanların ortak yaşamı yeniden ve beraberce kurma meselesiydi.
Kürt meselesi temelde devletin demokratikleştirilmesi ve yeniden yapılandırılması, yönetim düzenimizin demokratik ve katılımcı bir biçimde yeniden düzenlenmesi, devlet merkezli yargının baştan aşağı yenilenmesi, çok kültürlü ve kimlikli toplumsal yaşamın kurallarının ve yapılarının tanımlanması gibi pek çok başlıkla birlikte tartışılmalı. Bu konular Kürt’üyle, Türk’üyle ve her türlü kültürel, toplumsal, siyasal ve bireysel kimlik farklılıklarıyla hepimizi ilgilendiriyor. Öte yandan doğrudan Kürtlere dair olan katmanları da var.
Asıl konumuz özgür, eşit ve adil yeni bir yaşamın kurallarını yeniden düzenlemek. Çünkü eski kurallar yalnız Kürtleri değil, çoğunluğa dâhil olmayan her türlü kimliği, konjonktüre göre kimi zaman seküler Türkleri, kimi zaman dindar Türkleri, çoğu zaman Alevileri de yok saymaya dayalı.
Mesele hepimizin. Dolayısıyla çözüm de hepimizin istekleri, umutları, ortak yaşama arzusu ve iradesiyle şekillenecek. Ortak hayata giden yolun üzerinde engeller, engel olmak isteyen iç ve dış aktörler de var elbette. Her bir aktörün zihnimizde ve toplumda bir karşılığı, tabanı, destekçisi var. Ama asıl engel zihinlerimizde. Asıl engel gerçek meselemizi çözecek aklımızı teröre rehin vermiş olmamızda.
Açılım gündemiyle beraber ekranlar da terör uzmanı kaynıyor ama Kürt meselesini eşit yurttaşlık temelinde konuşan yok örneğin. Herkes PKK’ya bakıyor ama PKK dâhil kimsenin Diyarbakır’daki, Batman’daki Kürt’ün taleplerinden de Kürtlerin toplumsal olarak içinde bulundukları durumdan ve Kürt sosyolojisindeki dinamik değişiminden söz ettiği yok.
Ülkenin en yakıcı, diğer tüm sorunlarının çözümünün önündeki en önemli tıkaçlardan birisi Kürt meselesi. Bugün de ve hatta çok uzun bir süreden beridir de devletin demokratikleştirerek yeniden inşası, yönetimin ve yargının yeniden yapılandırılması gibi çok temel meselelerimiz var. Hemen tüm meselelerimizi çözebilmenin önündeki en büyük zihni ve ruhi eşik teröre rehin edilmiş ve sıkıştırılmış Kürt meselesinden besleniyor.
Yıllardır çözülmeden süren Kürt meselesi toplumda hem ortak yaşam iradesini zayıflatıyor bir yandan, diğer yandan da hayatın birçok alanında vasata razı olan ruh halini besliyor. Toplumun bir kesiminde Kürt meselesini çözmek sanki Türklerin onurundan, gururundan, cebinden bir şey alıp Kürtlere vermek demekmiş gibi anlaşılıyor. Halbuki farkında olunmayan, Kürtlerden esirgedikleri her şeyden Türkler de vazgeçiyor. Kürtlerden esirgedikleri ölçüsünde Türkler de vasata razı oluyorlar. Örneğin, Kürtlerin belediyelerine atanan kayyumlar, tüm ülkede yerel yönetimlerin güçlenmesinin, kararlara yurttaş katılımının ve demokratikleşmenin önünü tıkıyor.
Kürt meselesi tek başına ekonomik geri kalmışlıkla elbette açıklanamaz. Tıpkı tek başına demokrasi, tek başına yönetim, tek başına insan hakları, kültürel kimlik ya da tek başına terörle açıklanamayacağı gibi.
Kürt sorunu tüm bu sorunların tümünden beslenen, tümünün sonucu olan aynı zamanda tümünü besleyen ve çoğaltan karmaşık bir mesele. En önemlisi de Kürt meselesi, ülkenin temel demokrasi, insan hakları, yönetim ve hukuk sorunlarının çözümünün önündeki en büyük tıkaç. Sorunun kendisi de ülkenin geleceği de toplumsal barış ve huzur da teröre rehin veriliyor.
Sorunun birinci boyutu tüm Türkiye’de insan hakları ve demokratikleşmeyle ilgili. Cumhuriyetin kuruluşunda hedeflenen kalkınma ve modernleşme süreçlerine siyaset bilimci Murat Somer’in tespitiyle Kürtler kendi kimlikleriyle katılamadılar.
Cumhuriyet’imizin 101’inci yaşını kutladığımız bu haftada şunu kabul etmeliyiz ki ekonomik kalkınma boyutunda başardıklarımız var, başaramadıklarımız var. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk, bölgesel kalkınma farklılıkları, ekonominin yapısal sorunlarına dek oldukça büyük sorunlarımız var ama öte yandan da hala dünyanın en büyük ilk yirmi ekonomisinden birisine sahibiz.
Aşağıdaki harita illerin sosyoekonomik kalkınmışlık seviyelerini gösteriyor. Mor renklere doğru gidildikçe sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi görece yüksek, kahverengi renklere doğru gidildikçe sosyoekonomik gelişmişliğin düşük olduğu illeri görüyorsunuz. Sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi aynı zamanda Cumhuriyet’in modernleşme ya da toplumsal dönüşüm hedefinde nerede olduğumuzu gösteriyor.
İkinci harita ise son yerel seçimlerde illerde yerel meclisler oylarındaki birinci partilere göre renklendirilmiş harita. Batı illerine doğru gidildikçe CHP, Doğu ve Güneydoğu illerinde DEM Parti, Orta Anadolu ve Karadeniz illerinde Ak Parti ağırlığı görülüyor.
Asıl önemli olan nokta ise iki harita birbiriyle örtüşüyor. Yüzyıllık ekonomik kalkınma ve toplumsal dönüşüm sürecinin bugünkü tablosu ile güncelin siyasi tablosu ana örüntü olarak birbirine benziyor.
Bu iki haritanın örüntüsündeki benzerlik meselenin hem ekonomik hem toplumsal hem de siyasal yönünün de birbirini beslediğini gösteriyor.
Tüm sorunlarımızın kökeninde aynı temel tıkanma var. Yeni bir toplumsal ve siyasal uzlaşmaya ulaşmak, insan hakları ve evrensel hukuka dayalı yeni bir anayasa yapmak, yönetim sistemini demokratikleştirerek yenilemek, yargıyı yeniden yapılandırmak gibi yapısal bir dönüşüm geçirmeden çözümler mümkün görünmüyor. Dolayısıyla meseleyi Kürt veya Türk yurttaşlara göre, yalnızca birini değil, aksine hepimizi ilgilendiren bir sorun olarak kavramalıydık. Hepimizi ilgilendiren bu sorunun adı da demokratikleşmeydi.
Kürt meselesi temel olarak Cumhuriyet’in kurguladığı devlet ile yurttaş ilişkisinin ve mutabakatının koptuğu noktada başladı. Ama soruna terörün de eklendiği son kırk yılı aşkın zamanda, meselenin dinamikleri ve sonuçları değişti. Mesele giderek ülkedeki genel kültürel kutuplaşmanın bir katmanı haline dönüştü.
Bu noktada da yine Murat Somer’in tanımıyla Türklerin güvenlik ihtiyacı ve arayışıyla Kürtlerin özgürlük ve eşitlik ihtiyacı ve arayışının nasıl bir arada sağlanacağı meselesi gündeme geliyor. Bu da sorunun bir anda çözülmeyeceği, bunun için bir sürecin planlanması ve hayata geçirilmesi gerektiği demek. Bir yandan yasal düzenlemeleri yaparken bir yandan toplumun tüm kesimlerinin dâhil olduğu bir uzlaşma sürecine önderlik etmek gerekiyor.
Bunun için de yeni bir siyasi vizyon ve siyasi irade lazım. Bu perspektiften bakınca gündemdeki açılımdan büyük bir sonuç beklemek mümkün görünmüyor.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.