Sevgili okur, bu yazı çok kişisel, çok da duygusal bir yazı. Tarhan Erdem'i yazacağım, aslında Onunla olan hikâyemi kısaca sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Biliyorum ki kendisi bu yazıyı okusaydı çok kızardı. Çünkü kendinden bahsetmezdi, bahsedilmesinden de hoşnut olmazdı. 2010 yılında kızı Ayşe ile planlayıp, hayatını, yaşadıklarını kayda almak istemiştik. Aydın abi (Aydın Engin) ile konuştuk, nehir söyleşiyi o yapacaktı. Sohbeti başlattılar, Aydın Abi dört kez ofise geldi. Ama dördüncü seferden sonra isyan ederek söyleşiyi bıraktı. Tarhan Bey hayatına dair, kişisel hiçbir şey anlatmıyordu. Aydın Abi'nin deyişiyle, "hangi ilkokula gittiği" sorusuna bile "İnsanlar ne yapsın benim hayatımı, okulumu, fikirlerim önemli, onları konuşalım" cevabı veriyordu.
Anlatmazdı, yalnızca kendi kişisel hikâyesini değil 65 yıllık siyasi mücadelesinin içinden bile hiçbir şeyi kişiler üzerinden anlatmadı. Fikir ayrılıklarını, siyasi ayrışmaları, gerilimleri söyleyenleri üzerinden düşünmez, konuşmazdı. Ondan ilk öğrendiğim şeylerden birisi kişiler, aktörler üzerinden değil meseleler üzerinden düşünmek ve konuşmak gerektiği oldu.
Benim hayat ustamdı, ilk patronumdu, son patronum ve ortağım oldu. Üniversiteyi bitirmiştim, kamu iş sınavlarını bekliyordum ama acil olarak da, geçinmek için işe ihtiyacım vardı. Tesadüfen bir arkadaşımla beraber kamu sınavlarına hazırlanmak için çalışırken arkadaşıma Tarhan Erdem ile randevu haberi geldi. Ben de yanında olduğum için beraber gittik. Tarhan Bey CHP Üye Yazım Bürosu isminde bir organizasyon kurmuş, ilçe ve il yöneticilerinin üyeleri silemeyecekleri, parti içi üyelik ve kongre süreçlerinin bilgisayarla yapılacağı bir süreç ve organizasyonu yönetiyordu. Ülkede henüz 300 bilgisayarın olduğu zamanlardı. Siyasi zeminde dünyada ikinci kez denenecek bir model tasarlamış, CHP'ye ve Bülent Ecevit'e kabul ettirmişti.
Bizleri dinledi, sınavlara kadar yanında çalışmamızı istedi. Ertesi gün, 1979 yılı mayıs ayıydı, yanında çalışmaya başlamıştım. Üç ay sonra bana kamuda değil özel sektörde çalışacak niteliklerim olduğunu, İstanbul'a gitmemi önerdiğini, illa Ankara ve kamu diyorsam da çalıştığımız CHP Üye Yazım Bürosunun yöneticisi tayin ettiğini söyledi. Odasına bir masa daha koydurttu ve yan yana çalışmaya başladık. Ecevit'e götürüp yeni yönetici olarak tanıştırdığında henüz takım elbisem, kravatım yoktu. Hep kravatlıydı ama karşısındakileri hiçbir zaman kılık kıyafetiyle, tipiyle hatta kimliğiyle değerlendirmez, davranmazdı.
12 Eylül darbesine giden günlerde o küçücük odada çok konuşmasına tanıklık ettim. Siyasetçiler, gazeteciler geldiğinde odadan çıkmamı istemezdi. En büyük özelliklerinden birisi neyin, nasıl yapılacağını hiçbir zaman ders verir gibi anlatmamasıydı. Karşısındaki, yanındaki onu izleyerek, dinleyerek ne öğrenirse, neyi öğrenmeye arzuluysa o kadar hayatına girerdi. Son gününe kadar da hep öyle davrandı. İyi, doğru yaptıysanız gözlerinin içi parlayarak bakardı size ama bir kez bile işe dair bir hatadan dolayı birisini azarladığına tanık olmadım. İşte çalışkanlığı, ciddiyeti çok sever, çok önemserdi. İşteki hataları da kişiler üzerinden değil süreçler üzerinden değerlendirirdi hep.
Sadece bilerek yapılan hatalara, kasıtlı söylenen yalanlara çok kızardı. Ondan öğrendiğim en değerli şeylerden birisi bu oldu. Ona göre iş hayatında hatalar, siyasette yanlışlar, farklılıklar doğaldı. Ama bilinçli hataları, kasıtlı yalanları ve bunların kaynağı kişileri muhatap almamak, polemiklere girmemek, dedikoduyu ciddiye almamak en doğrusuydu.
12 Eylül darbesi sonrası İstanbul'a geldim. Yılda bir kez buluşur, yemek yer, sohbet ederdik, "Rapor vermeye geldim" derdim. Doksanlı yıllarla beraber ülkenin meseleleri ağırlaştı. Siyasetin hayattan bir kez daha kopmaya başladığı dönemde ülkenin meselelerine çözüm politikaları tartışmak, geliştirmek için oluşan bir gruba davet etti. 30 kişilik bir grup 92-95 yılları arasında adeta beraberce doktora yaptık. Tarhan Bey'in moderatörlüğünde meseleleri öğrenmek, tartışmak, düşünmek, yeni bir siyaset örmek için haftada iki gün on saate yakın çalıştık. Bu çalışmalardan Demokratik Cumhuriyet Programı (DCP) adını alan bir grup ve politikalar dizisi oluştu. Partileşme arzusunu başaramadık, dernek olarak 2006 yılına kadar da aynı tartışma ve öğrenme sürecini devam ettirdik. Elbette hepimizin öğretmeni hatta başöğretmeni Tarhan Bey'di. Siyasi üslubunu, tartışma adabını, uzlaşmanın ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini, bir meseleyi önyargısız düşünmeyi, ezberlerin dışında analiz yapabilmeyi, bir çözümü kaynak partiye kişiye göre değil memleketin hayrına olup olmamasına göre değerlendirmek gereğini ondan öğrendik.
Öğrenmeye çalışmak ve dinlemek en büyük özelliklerindendi. Bilgisayarı hepimizden iyi kullandı hep. Dinlerdi, onun karşısına gelmiş herkesi dinlerdi. Fikrini sorana hiç şunu yap demedi, ama öyle sorular sorardı ki sizin kendi yolunuzu, yöntemini bulurdunuz.
Ama siyasete girmek hakkında soran herkese şiddetle, girmeleri yolunda kuvvetli telkinde bulundu. Tarhan Bey için siyaset kutsal bir şeydi, hele yurttaş olmak için siyaset olmazsa olmazdı. Siyasette aktif olan, olmak isteyen hiç kimseyi siyasi veya parti tercihiyle değerlendirmedi. Yeter ki siyasette olsunlar diye bakardı. Örgütlü siyaseti çok ama çok önemserdi. Öte yandan da örgüt içi demokrasiyi vazgeçilmez ön şart görürdü. Konuşma fırsatı bulduğu her siyasi lidere ve siyaset insanına parti içi demokrasi gereğini anlattı. Kendi anlattıklarından öte benim siyasi parti ve siyasetçilerle her görüşmem öncesinde hazırlık yaparken ısrarla parti içi demokrasiyi anlatmamı önerirdi hep.
Gerçek bir demokrattı. Hayatın her alanında demokratça düşündü, davrandı içtenlikle. Farklı fikirlere duygusal tepkiler vermemeyi öğrendim hayat ustamdan. Ve özellikle de yurttaşların tercihlerine saygı duymayı öğrendim. Bizlere de öğrettiği mottomuz "Vatandaşın beyanına itibar edilir" gibi basit, sade dört kelimelik bir cümleydi. İnsan hakları, özgürlük, demokrasi mücadelesinin en kararlı, en içten neferiydi.
2002 yılında özel sektörden emekli olmuş, sivil toplumda çalışmaya başlamıştım. Tarhan Bey'in KONDA'sı seçim süreçlerinde siyasal araştırma yapan, seçim dışındaki zamanlarda son on yıldır çekmecede bekleyen konumdaydı. Tarhan Bey 2005 yılı eylül ayında KONDA'yı ortak olarak tam zamanlı çalışır hâle getirmeyi teklif etti. Gayrettepe'de bir ofis tuttuk, yalnızca ikimizdik. İlk patronum, ilk oda arkadaşım ve büyüğümle, yine aynı odada yan yana iki masayla başladık. Tarhan Bey 72, ben 49 yaşındaydım, hayatımda sanayi şirketlerinde yöneticilik yapmak dışında bir araştırma deneyimim, anı defterim, kamuoyunda adımı bilen yoktu. Ama Tarhan Bey adını, itibarını paylaşacak kadar bana güvenmişti. Bu da bana yeterdi, gerisi günde 15 saat çalışmaydı.
KONDA'da çok özel günler yaşadık. Başarıların gururunu, başarısızlığın mahcubiyetini beraber yaşadık. Tarhan Bey'den yaptığımız işin bilimselliğini, ciddiyetini, gerekliliğini öğrendik. KONDA bu süreçte yavaş yavaş sadece seçim araştırmaları yapan bir kurumdan toplumsal ve kültürel araştırmalar yapan bir enstitü haline doğru evrildi.
Hangi partiyle, hangi şirketle ilişki kuracağımıza, hangi projeyle ilgileneceğimize doğrudan hiç karışmadı. Her iş ve ilişkinin risk ve fırsatlarını düşünmemizi sağlayacak sorular sorar, ne yaptığımızdan emin olmamızı sağlayacak tartışmalar yapar ama hiç "evet" veya "hayır" demezdi. Sabahları ofise girdiğinde gözlerindeki pırıltıdan anlardık doğru yolda olup olmadığımızı, gururlandığını. KONDA'nın geldiği yerle gururlandığını hissettik hep.
Memleketini o kadar severdi ki... Hiçbir işe siyasi pozisyonunun, tercihinin üzerinden bakmazdı; memleketin yararından bakardı. En sert, en kötücül ve kasıtlı saldırılarla karşılaştığında bile bu tutumunu hiç değiştirmedi. Rüzgara göre, kamuoyundaki alkışa göre pozisyon almadı. Yazdığı, söylediği her konuda samimiydi, sahiciydi.
Tam da bu nedenle herkes tarafından dikkate alınan, söylediklerine kulak verilen birisiydi. Yanında olmak çok ama çok özeldi, çok öğreticiydi.
Kitabımı babama ve hayat ustam Tarhan Bey'e ithaf etmiştim. Ne kadar mutlu olduğunu, gururlandığını yine her zamanki gibi gözlerinden ve sesindeki titremeden anlamıştım. Şimdi ortak dostumuz Prof. Mehmet Alkan'dan öğrendim ki bu ithafıma "Hayatımda aldığım en güzel iltifat" demiş. Benim ustamın, pusulamın yokluğuna alışabilmek için galiba en önemli dayanağım gıyabımda söylediği bu sözü olacak.
İki ay önce şirket Genel Kurulu'nu ve Yönetim Kurulu toplantısını yaptık. KONDA için gelecek planlarını, dönüşüm sürecini planladık. Ülkenin geleceğini, yaşanan sıkışmışlıktan, bu badireden çıkmak için neler yapabileceğimizi konuştuk. "Anlat" dedi, "Konuş" dedi, "Herkesin kapısını çalmak, uyarmak gerekiyor" dedi. KONDA ve benim için umutlu, mutlu ve gururluydu. Ama çok kaygılıydı memleketin geleceği için.
Vefatıyla son bir şey daha öğrendim Tarhan Bey'den. Kamuoyunda saygınlık ve itibar için medyada, sosyal medyada görünür olmanın, spekülatif laflar etmenin kıymeti yokmuş. Saygınlık ve itibar samimiyetinize, sahiciliğinize, ilkeli ve tutarlı duruşunuza, memleket sevginize ve bu uğurda neler yaptığınıza bağlıymış.
Son bir buçuk yılda babamı, kayınbabamı, Aydın Abi'yi ve Hayat Ustamı; Tarhan Erdem'i kaybettim. Güzel insanlar eksildi hayatımdan.
43 yıl sonra masalarımız hâlâ yan yana, aynı odada. Bu yazıyı yazdım, sildim, yazdım, sildim. Hâlâ aynı odada iki masada oturuyoruz. Ama onun masasında hayat ustam yok, çiçekler var. Arka planda çok sevdiği Vivaldi çalıyor. Her cümleden sonra dönüp ona bakıyorum. Biliyorum özel şeylerden, duygulardan söz edilmesinden hoşlanmazdı; ama dedim ya, bu kişisel bir yazı oldu Tarhan Bey, ne yapayım, çırak duygularıyla yazdım. Sizi çok özleyeceğim.