Bekir Ağırdır

07 Ekim 2024

Gezegenin ritmi değişti, sistemler tıkandı; toplumsal krizler yumağından nasıl kurtulacağız?

Askeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal krizler yumağı içindeyiz. Gezegenin ritmi değişti, kaynaklar tükeniyor, su ve gıda krizi büyüyor, iklim değişikliği, kuraklık, çevre kirliliği, sağlık krizleri bildiğimiz yaşam ve üretim düzenlerinde varoluşsal bir krize neden oluyor

Brezilyalı otomobil yarışçısı Ayrton Senna da Silva gelmiş geçmiş en iyi F1 pilotlarından biri olarak kabul ediliyor. Senna, yarış yolunda acımasızlığı, kararlılığı, ölçülülüğü ve disiplinli çalışkanlığıyla daha önce hiç kimsenin başaramadıklarını başarmış. Senna’nın bir özelliği daha var; yağmur altında yapılan yarışlarda rakiplerinden daha iyi yarışmış hep. Senna demiş ki, eğer hava iyi, pist normal ise yarışta çok sürpriz olmaz, başlangıç pozisyonunuzu korumak mümkündür. Ama hava yağmurlu, pist kaygan ise her şey mümkündür.

Bugün de yaşamın her alanında koşullar fırtınalı, hava yağmurlu, pistler kaygan. Dünyanın gidişatına baktığımızda her şey karmakarışık. Askeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal krizler yumağı içindeyiz. Tam bir mükemmel fırtına yaşanıyor.

Gezegenin ritmi değişti, kaynaklar tükeniyor, su ve gıda krizi büyüyor, iklim değişikliği, kuraklık, çevre kirliliği, sağlık krizleri bildiğimiz yaşam ve üretim düzenlerinde varoluşsal bir krize neden oluyor. Teknolojik sıçrama şimdi de yapay zekâ ile bir başka ve varoluşsal meselenin alarmını veriyor. Toplumsal değişimler ve kültürel gerilimler yapısal ve yasal düzenlerin sürdürülmesini olanaksız kılıyor.

Sanayi toplumunun ya da modern zamanların tüm sistemleri, modelleri, kurumları ve kuralları tıkanmış durumda. Üstelik değişimi yönetemediğimiz gibi var olan düzen kendisi kriz üretir durumda.
Yaşadığımız belirsizlik ve karmaşıklık esaslı bir hayat. Halbuki zihnimiz, var olan düzen, kurumlar ve kuralların ardında yatan parametreler, hedefler, ilkeler tümüyle belirlilik esasına göre çalışıyor.

İnsanoğlu yarın ne olacağını bilmek istiyor, zihnimiz belirsizlikten hoşlanmıyor. Kehanetler, fallar, burçlar, planlar, programlar, bütçeler, hedefler hep o yarını bilme çabasının ürünü. Bugün hayatın her alanında yaşanan zihinsel ve kurumsal kriz o denli büyük ve çeşitli ki her an gözümüz, kulağımız, ruhumuz, tüm algılarımız kriz, karmaşıklık, belirsizlik sinyalleriyle dolu. Sürekli kriz algısı ve daha da büyük kriz gelecek beklentisi dikkat dağınıklığı üretiyor. Afallamış durumdayız, tespih böceği gibi büzülüp, hayatın bizi nereye sürükleyeceğine bakıyoruz.

Geleceğe dair elimizde bir iddia, ütopya da yok öngörü de. Geleceği bilemediğimiz gibi geleceğin inşasına nasıl katkı koyabileceğimizi de bilmiyoruz. Belirsiz geleceğin korkusu daha da içe kapanmamızı tetikliyor. Hayatımızı, işimizi, memleketi kimden, ne zaman, nasıl geleceğini bilmediğimiz bir tehdit algısı içinden düşünüyoruz. Korkularımız gelecek algımızı kısaltıyor, güncelin ve bugün içinde olduğumuz koşulların ve krizlerin alarmları sürekli kulağımızın dibinde çaldığı için de asıl büyük krizi, dip dalgaları, riskleri ya da fırsatları ıskalıyoruz çoğu zaman.

Felaket hikayeleri

Kaygılardan, korkulardan ve dikkat dağınıklığından kurtulup, yeni bir zihin haritası, modeller, kurumlar, kurallar tasarlamak zorundayız. Bunu yapabilmenin yolu önce krizlerin, kurumların ve kuralların ürettiği geleceğe dair risklerin ve fırsatların emarelerini, örüntülerini yakalamak, kavramak ve anlamak. Bir bakıma yeni bir alarm sistemine ihtiyaç var. Var olan alarm sistemi şimdiye kadar bildiğimiz risklere göre kurgulu. Halbuki şimdi riskler çoklu, kaynakları da çoklu üstelik riskin tanımı da değişiyor.

Yeni alarm sisteminin ilk koşulu dedektörleri nasıl tasarlayacağımız ve nerelere yerleştireceğimiz sorusuna doğru cevap verebilmek. Elimizdeki yangın alarmları ya da hırsızlık gibi güvenlik sistemlerinin risk algıları da dedektörleri, alarmları nerelere yerleştireceğimiz, hangi durumlarda alarmların harekete geçeceği gibi kurallar da belli. Ama şimdi karşı karşıya olduğumuz hayatın riskleri, tehlikeleri çoklu, ürettiği sonuçlar farklı. Bu nedenle alarm çalması gereken sınırların, ölçülerin ne olması gerektiğini de bilmiyoruz.

Öte yandan tüm kahinler, falcılar, fütüristler, yorumcular da geleceğe dair korku hikayeleri anlatıyor. Elimizdeki geleceğe dair tüm hikayeler korkutucu, felaket hikayeleri. Örneğin teknolojik değişimin, yapay zekânın hayatımıza getireceği fırsatlardan çok bildiğimiz meslek, iş modellerinin yok olacağı kehanetini konuşmak daha kolay geliyor.

Bilgi ve deneyim transferi

Dünya ya da ülkenin gidişatı için korkularımız egemen ama kendi bireysel hayatımızı bu tehlikelerden koruyabileceğimizi umuyoruz. Artık çoğunluğumuz daha iyi bir hayat dürtüsü ve gayretiyle değil savunma stratejisiyle yaşamaya çalışıyor. Bireysel hayat kimilerimiz için hanesi, kimileri için ailesi, kimliği, şirketi, örgütü, vs.

Sonbahar geldi, şimdi tüm kurumlar gelecek yılın bütçelerini, planlarını hazırlamaya başlayacaklar. Şimdiye kadarki bildiğimiz model, gelecek yılın bütçesini, planını yaparken döviz kuru, enflasyon oranı, ulusal ekonominin büyüme oranı, sektörel büyüme oranına dair tahminleri önümüze almak, sonra da bunların içinden kendi hedeflerimizi yazmak.

Hayatı kompartımanlara ayırarak düşününce ve ekonomiyi yalnızca ekonomik aktör ve dinamiklerin belirlediği bir alan olarak kabul edince bu model doğruydu. Hayat lineer akıyordu, neden sonuç ilişkileri belirgindi, ne yaparsak ne sonuç alacağımızı bildiğimizi sanıyorduk. Bugün hayatın her bir alanı birbiriyle ilişkili, çok boyutlu, çok katmanlı, çok aktörlü. Dünyanın herhangi bir yerindeki ekonomik ya da siyasal bir dinamiğin, kararın yarın sabah neleri tetikleyebileceğini, bireysel hayatlarımızın bu süreçten ve doğrudan nasıl etkileneceğini bilemiyoruz artık.

Olanlar olduktan sonra, örneğin döviz kuru değiştiğinde, borsa sallandığında geriye dönük açıklamalar, gerekçeler buluyoruz. Kısa yollar oluşturuyoruz kendimizce, olacak olanları yakalamak için nerelere bakmamız gerektiği konusunda bir sihirli sinyal adresi ya da sinyali var.

Eğer durum buysa şimdi daha sakin bir bakış açısıyla ne olabileceğine, ne olması gerektiğine, geleceğe dair emarelerin, örüntülerin, dalgaların nereye doğru evrilmekte olduğunu düşünmeye ihtiyaç var. Aradığımız sörf tahtasını hangi dalganın üzerine koyacağımızı yeniden düşünmenin yol ve yordamları.
Yeni model için zihnimizde iki temel değişikliğe ihtiyaç var. Birincisi çoklu izlemek ve çoklu düşünmek, ikincisi de daha işbirlikçi, kooperatif düşünmek ve davranmak.

Çoklu düşünmenin kaynağı çok aktöre, çok dinamiğe bakmak ve izlemek. Bunu yaparken de çoklu yöntemleri kullanmak. Eskiden olduğu gibi tek bir aktörün kararı, eylemine değil ilgili tüm aktörlerin karar ve eylemlerini izlemek gerekiyor. Yalnızca hükümetin ve ekonomi bakanının kararını ve hatta göreve devam edip etmeyeceğini spekülasyonlarını değil dünyanın ekonomik, siyasi, teknolojik gidişatını da ABD ya da AB merkez bankası kararlarını da izlemek gerekiyor.

Yapay zekâ meselesinde olduğu gibi bir teknolojik değişim tüm hayatımızı altüst edebileceği gibi, bir bölgesel gerilimin her şeyi değiştirme potansiyeli olduğunu bilerek tüm algılarımızı açmak gerekiyor. Belki de yeni bir malzeme buluşu ya da bir siyasi karar sektörümüzü tümden değiştirecek. Yeni bir virüs hayatımızı, işimizi altüst edecek. Tüketici alışkanlığındaki, duyarlılığındaki bir hararet belki de tüm plan, programları değiştirdiği gibi kendi hayatımız için varoluşsal bir krizi tetikleyecek.

Bunların her birini tek bir yöntemle izleyebilmek de mümkün değil. Ulusal hükümetin kararları için Resmi Gazete’yi izleyebilirsiniz ama tüketici tutum ve davranışlarındaki değişimi nasıl izleyeceksiniz? Tüketici araştırmaları yapıyorsunuz ama duygulardaki harareti hangi yöntemle izleyeceksiniz? Ekonomik aktörleri dinliyorsunuz ama siyasal aktörleri hangi kaynaktan, hangi yöntemle izleyeceksiniz?

Tek bir aktörün, yalnızca kendisini doğrudan ilgilendiren aktörleri ve dinamikleri tanımlayarak bunları doğru izlemesi, dinlemesi de yetmiyor. Öncelikle kendimizi ilgilendiren aktör ve dinamikler tanımlarımız eksik olacak mutlaka. Çok aktörü ve dinamiği izlemek gerekiyor. Bunun yolu ise kooperatif düşünmek. Yani izlemelerinizi, dinlemelerinizi birleştirerek anlamlandırma kapasitesini genişletmek.

Sorunlu alanlarımızdan birisi paylaşmaya açık olamayan tutum ve davranışlarımız. Bilgi ve deneyim transferi alışkanlıkları eksik ve sorunlu. Her kurum kerameti kendinde ve kendi yöntemlerinde sanıyor. Veriler paylaşılmıyor, bilgiler bölüşülerek çoğaltılmıyor. Hele olumsuz deneyimler hiç mi hiç paylaşılmıyor. Kol kırılır yen içinde kalır gibi kadim bir tutum ve davranış hâkim her kurumda, şirkette, örgütte.

Şimdinin yapay zekâ furyası gibi son beş, altı yıldır da (big data) büyük veri dalgası vardı. Sorsak, herkes büyük veri kullanarak bir şey yapıyor. Dünyanın yatırımı yapıldı büyük veri için. Öte yandan çok özel bir başarı hikayesi duyduğumuzu, gördüğümüzü de söylemek zor. Çünkü iki sorun alanı var. Birincisi büyük veri çalışmalarının teknik, bilişim, matematik mahareti olduğu sanılıyor. Ekiplerin içinde sosyolog, antropolog, siyaset bilimci, toplumsal psikoloji gibi disiplinleri bilenler yok. Sayıların ardındaki anlam arayışı ve kavrayışı eksik kalıyor. İkinci mesele ise maharet büyük veriye sahip olmak da değil, (joint data) bütünleştirilmiş veri kullanabilmek. Farklı kaynaklardaki, farklı yöntemlerle edinilmiş veri yığınlarını birbiriyle ilintilendirerek, zenginleştirerek, konuşturarak büyük örüntüyü ve sayıların ardındaki anlamı yakalayabilmek.

Öngörülerde bulunmak yeterli değil

İki gün önce meteoroloji bazı bölgelerde akşam saat 10.00’da büyük bir rüzgar, fırtına çıkacağını ve sağanak yağış başlayacağı tahminlerini paylaştı sabahtan. Oturduğum bölgede beş dakika önce hiçbir gözle görünür emare yokken saat 10.02’de gerçekten kuvvetli bir rüzgar ve ardından sağanak başladı. Meteoroloji neredeyse tam dakikası dahil doğru tahminde bulunmuştu. Nasıl becerdiler?

Benim çocukluğumda dedemler, babamlar hiçbir meteorolojik tahminin tutmadığını düşünürlerdi. O zamanlar 600 ilçedeki meteoroloji istasyonlarında günde üç kez belirli ölçümler yapılır, teleksle merkeze bildirilir, merkez de o ölçümlerden tahminler yapardı. Doğal olarak da eksik ölçüm ve bilgilerle yapılan tahminlerin büyük kısmı yanıltıcı olurdu. Şimdi tüm dünyanın, milyonlarca ölçümü birbirine açık. Simülasyon modelleri milyarlarca veriden beslenerek çalışıyor. Hiçbir ülke, kurum ya da ölçüm istasyonu veriyi kendine saklamıyor. Bu denli çok kaynaktan, çok yöntemle edinilen ölçümler birbiriyle ilintilendirilerek de doğru meteorolojik tahmin modelleri geliştirilebiliyor.

Çoklu veri ve kooperatif yaklaşımla düşünmek, öngörülerde bulunmak da yeterli değil. F1 pilotu Senna’nın sözüne dönersek, hayalleriniz, hedefleriniz, iddialarınız konusunda kararlı ve disiplinli bir çalışkanlığa dayalı gayretiniz yoksa belirsizlikle baş edebilmek mümkün değil.


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.