Bekir Ağırdır

01 Ekim 2013

Demokratikleşme ve Ceylan ve Tahribat ve Nazar

Paket üzerine daha çok tartışmalar dinleyecek, izleyeceğiz. Bu tartışma hangi paket açıklanırsa açıklansın bitmeyecek

 

Paket üzerine daha çok tartışmalar dinleyecek, izleyeceğiz. Bu tartışma hangi paket açıklanırsa açıklansın bitmeyecek. Çünkü demokratikleşmeyi yalnızca siyasi pozisyonlarımızla ve siyasi argümanlarla konuşuyoruz.

Çok sade bir yerden bakmak gerektiğini düşünüyorum ben. Aslında hepimizin meselesi, kendimiz olarak var olabilmek, birincisi. İkincisi de kendimize dair kararlara katılabilmek.

Kafamıza sokulanlara, ezberletilenlere, kulağımıza üflenenlere karşın bu memlekette farklılıklarımız olduğunu öğrendik. Kimse bu bilgiyi ve deneyimi ne bireysel belleklerimizden ne de toplumsal bellekten çıkarıp yok edemez.

Şimdi soru, bu kadar çeşitliliği, farklılığı, çoğulculuğu olan toplumun, tüm farklılıkların kendileri olarak, kendi ihtiyaç ve talepleriyle var olabilecekleri ortak yaşamın kurallarını nasıl oluşturabileceğimiz?

Görüyoruz ki yalnızca siyasi söylemler ve gerekçelerle bu işi sakince halledemiyoruz. Siyasi pozisyonlar ve hesaplar aklımıza ve ruhumuza ambargolar üretiyor. Olması gerekenleri vadelere, koşullara bağlıyoruz ya da korkular, vehimlerle karşı çıkışlar üretiyoruz.

Demokrasiyi, demokratikleşmeyi bir de gündelik hayattan, sade insanlardan konuşmayı öneriyorum ben.

 

Ceylan

 

Ceylan Önkol 12 yaşındaydı. 28 Eylül 2009'da Lice'de hayvanları otlatıyordu. Bir havan mermisiyle parçalanarak öldü. Havan mermisi o gün mü atılmıştı yoksa o arazide patlamadan kalmış bir havan mermisi Ceylan’ın oynamasıyla mı patlamıştı, hala belli değil. Ceylan Önkol'ın ölümü üzerinden dört yıl geçti. Dört yıl boyunca tek bir sorumlu dahi bulunmadı, yargılanmadı. 3 Gün önce Ceylan’ın ölüm yıldönümüydü.

İster o gün atılmış olsun ister önceden, niçin orada havan mermisi vardı? Nedenini hepimiz biliyoruz, değil mi?

Bırakın siyasi şehvetin köpürttüğü sözleri, bu ülkede kendini farklı hisseden, bu nedenle kadre, kıyıma uğramış, haklarını-eşitliği-adaleti isteyen insanlarımız var ve devlet onları terbiye etmek için havan mermileri (ve daha nicelerini) kullanıyor. Ceylan ve niceleri de bu mücadelenin doğal zayiatı sayılıyorlar hala.

 

Tahribad-ı isyan

 

Asil, Burak, Veysi, Hasan ve Sultan. Onlar Sulukule’nin ilk hip hopçuları. Biz onları “tahribat-ı isyan”  adıyla tanıyoruz. Bazıları daha 18 yaşında değil.

“Hip hopa bulaşmasaydık, belki bu yıkık binalarda uyuşturucu satıyor oluduk” diyorlar. Okul durumları parlak değil. Ama şiirler yazıyorlar, dans ediyorlar, müziklerini yapıyorlar. Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi’nde çalışıyorlar, öğreniyorlar, üretiyorlar. 

Grubun ismi için “önce Sulukule’deki yıkımı ima etmeyi ama sonradan her şeyde tahribat olduğunu düşündüklerini” söylüyorlar.  “Sadece evler yıkılmaz, hayaller de yıkılır, bari hayaller yıkılmasın”. İsyanlarını müthiş bir enerji, coşku ve umutla haykırıyorlardı Cumartesi akşam İKSV salonunda.

“İstemiyorum bu şarkıyı çılgınca okumak partilerde

Bu aptallık cenazeni gülerek anlatmak gibi aynı

Kendin olup yaşarsan dilediğin çoğu şey seninle olur mu bilemem

Anlamıyosun hayrın bile yok kendine Varoş takılıp rap yapmayı tercih ettik yalan yok

Bi gün ucuz yaşantımızı okursun en pahalı dergide

Belkide bi sonuca varamam denk gelemezsem gel gite”

Hepimiz sorunun ne olduğunu biliyoruz değil mi? Bu ülkede insanlar kendi hayatlarına, mahallelerine, parklarına dair kararlara katılmak istiyorlar. Devletin, bürokratların ve seçilmiş bile olsa kendileri için, kendilerine rağmen karar almasının ürettiği sorunlara, giderek bir hayatın, bir kültürün yok oluşuna dayanan uygulamalara itirazları var.

 

Nazar

 

Nazar Buluş 9 yaşındaydı. Ailesinin geçimi için Ümraniye’de, trafik ışıklarında cam silerek para kazanmaya çalışıyordu.

Dün herkesin ve kameraların ve fotoğraf makinelerinin Başbakan’ın demokratikleşme paketini açıklayacağı salona, kürsüye odaklandığı dakikalarda Nazar okulda değildi. Evde de değildi.

Yine cam silmeye çıkmıştı. Işıklarda çarpışan iki aracın arasında kaldı ve öldü. Dün akşam tüm ekranlarda paket tartışmalarının sürdüğü dakikalarda bir kanalın haber bülteninde minik bedeninin götürülüşü vardı.

 

Çiğdem

 

Çiğdem gencecik bir kadın, bir bacağı yok, protezli. Trafik kazası geçirmiş, o tarihte henüz evli olmadığı erkek arkadaşı 250 günlük ölüm kalım savaşında yanı başında olmuş. Bu topraklarda yalnızca magazin haberlerindeki gibi erkeklerin değil insan olanlarının da aşık olmayı ve aşkı bilenlerinin de olduğunu gösteren sevgilisiyle evlenmiş.

Bir çocuğu var. O ses Türkiye’de yarışıyor. Dün akşam tüm ekranlarda paket tartışmalarının sürdüğü dakikalarda müthiş bir coşku ve umutla hayatını ve hayallerini anlatıyordu.

 

Hayatın kalitesi için demokrasi

 

Tüm bu çocukların dertleri, ihtiyaçları, talepleri aynı. Bu hayatta, bu memlekette var olabilmek, var sayılabilmek,  daha iyi bir hayata ulaşabilmek istiyorlar.

Daha iyi hayatın ya da onlar için iyi olanın başkaları tarafından tanımlanmasını değil kendi kararlarınca olmasını istiyorlar.

Onlar için mesele siyaseten neyi yanlış neyin doğru olduğu, iktidar partisinin ya da muhalefetin niyetinin ne kadar kötücül olduğu değil. Onlar için mesele hak etmedikleri hayata, yoksulluklara, yıkımlara, yok oluşlara, yok sayılmalara, ölümleri mahkum olmak.

Ölerek ya da yaşayarak ama hayattan kendi rızalarıyla vazgeçmeye direniyorlar. Siyaset onların çığlığını ve derdini duyana kadar, siyaset onların ihtiyaç ve taleplerini duyana kadar da direnecekler. Ölerek de olsa şarkı söyleyerek de olsa.