Bekir Ağırdır

18 Nisan 2013

Değerler mi, tabular mı

Sanatçı ve bilim insanı yaratırken, üretirken devletin, çoğunluğun veya günün çıkarı, gücü, kutsalı, tabusu, yasaklarıyla var olabilir mi?

Fazıl Say’ın yargılanması vakası etrafında bir tartışmadır gidiyor. Elbette çok zihin açıcı değerlendirmeler söylendi, yazıldı. Kabul edelim ki değerlendirmelerin önemlice bir kısmı da iktidar yandaşlığı ve karşıtlığı eksenindeki siyasi bir pozisyonun ve ürettiği zihnî ve duygusal ambargoların örnekleriydi. Başta Fazıl Say’ınki de yargınınki de.

Bu vaka vesilesiyle üzerinde düşünmemiz gereken başka konular ve boyutlar da var. Özellikle yeni anayasa, yeni kurumlar ve kurallar konuştuğumuz şu günlerde bazı kavramları da konuşmamız ve yeniden tanımlamamız gerekiyor.

Tartışılan yargı kararının dayanağı “halkın benimsediği değerleri aşağılamak”. Bizim devletin ve yargısının böyle sevdiği başka kavramlar da var: “Milli güvenlik”“ulusal çıkar”“genel ahlak”. Bu kavramlar günün egemen gücüne ve ideolojisine göre içi doldurulabiliyor. Öncelik hep devletin kendisi, bekası ve çıkarında olmak koşuluyla elbette.

Bu kavramların evrensel hukuki normları nedir, nasıl olmalıdır sorularını hukukçulara bırakıyorum. Bildiğim şey bu kavramların devlet ve hukuku eliyle bir yandan “muğlâklık” içinde tutulduğu, öte yandan da “tabular yaratılmasının aracı” hâline getirildiği.

Muğlâk, çünkü günün gereğine uygun argümanlarla muhalif veya eleştirel düşünce ve eylemlere karşı her duruma uygun biçimde kullanılabilir olması. Tabulaştırmanın aracı, çünkü devlete biçilen güç ve rolü bu kavramlarla sarıp, sarmalayıp kutsallaştırmış oluyorsunuz.

Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre “tabu yasaklanarak korunan nesne, kelime, davranış”demek. Wikipedia’ya göre ise tabu tanımı şöyle: “İnsan davranışlarının belli alanları ya da belli normlarla ilişkili olarak kutsal veya dokunulmaz olarak tanımlanmış oldukça güçlü sosyal yasaklara denir.”


Tabulaştırma süreci

Bazı kavramlara kutsiyet veriyorsunuz önce. Tabulaştırmak demek o kavramları “sorma, sorgulama, düşünme, konuşma, yazma, eleştirme” alanı dışına çıkarmak demek. Sonra da bu kavramların tartışılmasını yasak ve suç kapsamına alıyorsunuz. Tüm bunları da toplum adına yapmış oluyorsunuz.

Hangi toplum? Toplumun hangi kesimi, kümesi? Hangi değerler? Evrensel değerler bunların neresinde?

Evrensel insan hakları, ifade özgürlüğü, nefret suçu gibi kavramlar esasen bireylerin devlete karşı, azınlıkta olanların çoğunluğa karşı, güçsüz olanların güçlüye karşı varlığını ve haklarını korumak amaçlı. Devletin, güçlünün, çoğunluğun çıkarlarını, değerlerini kutsallaştırır, tabulaştırır ve korumaya alırken güçsüz ve azınlık olanların değerlerini ve haklarını kim koruyacak? Başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere her türlü etnik, dinî ve bilumum farklılığın değerlerine karşı hakareti, saldırıyı kim önleyecek?


“Biz” duygusunun bu denli daraldığı günlerde, değerlerin bu denli ayrıştığı ve siyasallaştığı bir toplumda kutsallığın ve tabuların sınırlarını da bu denli geniş tutarsak yeni hayatın ortak kurallarını nasıl tartışabilecek ve yeniden doğru tanımlara ulaşabileceğiz?


“Benim kutsalım seninkini döver”“benim tabum seninkinden güçlü” diliyle konuşmaya, yazmaya devam edersek yeniyi kurabilir miyiz? Yoksa eskinin tabularını, öznelerini yenileyerek yaşatmış mı oluruz?


Üretme ve yaratma özgürlüğü sınırlanamaz

Galiba önce bir ilke üzerinde mutabakat üretmemiz lazım. Düşünme, yaratma ve ifade özgürlüğünün önündeki yasal engellerin kaldırılmasını sağlamalıyız. Elbette ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Ama sınırı ulusal çıkar, milli güvenlik, genel ahlak gibi muğlâk tanımlar üzerinden değil “maddi şiddet”,“açık ve yakın tehlike” gibi somut tanımları üzerinden çizmeliyiz. Maddi şiddet, açık ve yakın tehlike gibi kavramları da son derece net tanımlayarak.

Bir başka mutabakatı da zihnî planda üretmeliyiz. Sanatçının, bilim insanının ürettikleri, yazdıkları eser başka bir şey, siyasi duruşları, fikirleri başka bir şey. Sanatçı ve bilim insanı yaratırken, üretirken devletin, çoğunluğun veya günün çıkarı, gücü, kutsalı, tabusu, yasaklarıyla var olabilir mi?

Öte yandan da ne denli büyük sanatçı veya bilim insanı olursa olsun, ürettikleri dışında siyasi duruşu ve söylemleri eleştiriden muaf mıdır? Saygısızlık, nezaketsizlik, saçmalıklar büyük, saygın, ödüllü sanatçı, bilim insanı tarafından yapılınca eleştirilmemeli midir? Ya da eleştirilen her tavır, söylem yargılanmalı mıdır?

Tüm bu tartışmayı yürütenler, Fazıl Say’ın kendisi de başta olmak üzere, toplum adına en azından toplumun bir kesimi adına tartıştıklarını söylüyorlar. Bana sorarsanız toplumun bu tartışmayla alakası yok. Toplum ne bir kişi söyledi diye ne de tüm gücüyle devlet dayattı diye değerlerini, inançlarını değiştirir. Sanatçıyı, bilim insanını ya da doktoru, öğretmeni işiyle ayrı, siyasi duruşuyla ayrı değerlendirir.