Bekir Ağırdır

21 Temmuz 2014

Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası senaryolar

Kazananı şimdiden belli olsa da oluşacak oy oranları üç parti açısından büyük önem taşıyor.

Belki de çok sürprize açık olmayan bir Cumhurbaşkanlığı seçim süreci yaşadığımız için henüz temaşa ve gerilim düşük seviyede gidiyor. Fakat muhtemelen son on güne girildiğinde gerilim artacak.

Kazananı belli olsa da oluşacak oy oranları önemli. Üç büyük parti açısından bakıldığında üçünün de işine gelen oran Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yüzde 40 civarında oy alması, Selahattin Demirtaş’ın da yüzde 7-8’de kalması. Neden? Eğer Ekmeleddin İhsanoğlu yüzde 40 mertebesinde kalırsa ne CHP ne de MHP’de değişim tartışması yaşanmaz. Kaçınılmaz olan iki partideki değişim de ertelenmiş olur. Bu iki partide değişimin ertelenmesi üç büyük partinin liderinin de işine gelir. İkisi başkanlıklarını sürdürme fırsatı yakalamış olur. Diğeri de bu halleri ile her seçimde yendiği ve neredeyse yeneceğinden emin olduğu iki rakibin de aynen yola devam edeceklerini görmüş olur.

Halbuki Ekmeleddin İhsanoğlu’nun oyu yüzde 35’lere doğru inerse, CHP ve MHP’de değişim tartışmaları başlar ve muhtemelen en az birisinde değişim başlayabilir.

Selahattin Demirtaş’ın yüzde 10 altında kalması ise üçünün de Kürt siyasetini marjinalleştirme, öteleme politikalarını sürdürmelerine olanak tanır.

Yerel seçimin oluşan tablosunu ve bu tabloyu oluşturan temel üç dinamiği hatırlayalım. Birincisi siyaset konsolide oldu ve dört partiye indirgendi. Diğer küçük partiler yüzde 5’e indi ve bu iniş yüzde 1-2’lere kadar da devam edecek. İkincisi bu dört siyasi parti kimlik siyasetlerine sıkıştı. Üstelik bu kimliklerin toplumda da sosyolojik ve kültürel karşılıkları var. Üçüncüsü de bu siyasal, sosyolojik ve kültürel kimlikler arası kutuplaşma yaşıyoruz. Bu üç temel dinamik ve karakteristik durum sürdüğü sürece yapılacak her seçimin sonucu neredeyse oy oranlarına kadar kabaca belli.

İşte bu nedenle son on güne girildiğinde, üç parti de yine kimlikler ve kimlikler arası kutuplaşma üzerinden yeni bir gerilim üretecekler muhtemelen. Ki üçü için de yeni bir iç gerilimler, stresler üretmeyen bir sonuç oluşsun.

Öte yandan Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti için seçim sonucu, kazanmanın ötesinde anlamlar ve kritik kararlara esas olma potansiyeli de taşıyor. 

Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin önünde gelecek senaryolarını etkileyecek üç faktör var. Birincisi Erdoğan’ın kendine biçtiği Cumhurbaşkanlığı rolü düşük profilli bir Başbakan gerektiriyor. Erdoğan’ın Başkanlık sistemine geçecek anayasa değişiklikleri arzusunu biliyoruz. O zaman ikinci bir faktör var, bu anayasa değişikliği yapabilme gücüne ulaşmak ancak Ak Parti’nin yeni lideriyle en az yüzde 45 ve mümkünse yüzde 50 oy oranlarını yakalamasıyla mümkün. Yani bir rol tanımı cumhurbaşkanının yeni rolüne itiraz etmemek ama ikinci rol tanımı da Ak Parti’yi en az Erdoğan kadar oy alacak biçimde yönetecek maharet ve karizmada olmak. Bu iki tanımın birbiriyle çelişik olduğu açık. Kaldı ki üçüncü bir faktör daha var. Irak-Suriye-IŞİD ekseninde üretilen politikaların düzeltilmesi yanı sıra genel olarak AB ile ve hemen tüm batı ülkeleriyle ilişkilerdeki gerilemenin restorasyonu gerekiyor. Restorasyon kadar önemli olan da bu politikalarda batıya ve AB’ye karşı inandırıcı olmak sorunu.

Bu üç rolü de karşılayacak yeni Ak Parti lideri kim olacak ve yönetim kadroları nasıl oluşacak? Yeni lider ve yeni yönetici kadrolar Ak Parti vizyonunda nereye kadar değişim ya da düzeltme yapacak?

2004 Yılında ademi merkeziyetçi bir yaklaşımla yaptığı “kamu yönetimi reformu” Ahmet Necdet Sezer’e takılan Ak Parti’yi mi yoksa 2011 seçimlerinden önceki 40 günde bir sürü kanun hükmünde kararnameyle merkeziyetçiliği daha da güçlendiren Ak Parti’yi mi konuşacağız? Açılımı kararlılıkla sürdüren Ak Parti’yi mi yoksa Kürt siyasetinin mecliste olmasına bile itiraz eden Ak Parti’yi mi esas alacağız? Alevi açılımı yapan Ak Parti mi, 3. köprüye Yavuz adını koyup, hala Cem Evlerini tartışan Ak Parti mi, hangisine göre pozisyon alacağız?  İleri demokrasi sözünü dilinden düşürmeyenini mi her muhalif gösteriyi, sözü, eleştiriyi şeytanlaştıran, komplolar paranoyasına kapılmışını mı?

Belki de ülkenin geleceğini Cumhurbaşkanı’nın kim olduğu kadar bu sorunun cevabı belirleyecek.

Bu sorulara cevaplarını ise Erdoğan’ın alacağı oy oranı belirleyecek. Bu oran aynı zamanda Erdoğan’ın kendine biçtiği rolü de belirleyecek.   

Eğer Erdoğan yüzde 54-55’leri de geçen bir oy alırsa yeni Ak Parti’yi biçimleme rolünü de kimseyle paylaşmaz muhtemelen. Ama yüzde 50-52 aralığında oyla seçilirse senaryoları gözden geçirebilir, bazı rollerde paylaşıma razı olabilir. 

Şunu da gözden kaçırmamak gerek. Bazılarının tartıştığı ya da hayalini kurduğu gibi Ak Parti içinde kavga ve ayrılma olmaz. Abdullah Gül bu olasılıklar içinde bir aktör olabilir elbette. Ama kimliklere sıkışmış bu siyasi tabloda beşinci bir aktör olmayı başarmanın mümkün olmadığını da bilecek kadar siyasi deneyimi var. Kaldı ki Erdoğan ve Ak Parti ile olan gönül ve dava bağını koparacağını varsaymak da yanlış.

10 Ağustos akşamı oluşacak oy oranları seçim için değil ama sonrası için birçok siyasi olasılığın ve farklı siyasi hamlelerin başlangıç noktası olacak. O oranlar genel seçimlere kadar olan 10 ayın -belki de 2 ayın- siyasi hayatını belirleyecek.  Örneğin yüzde 55’i aşmış bir oy oranına ulaşan Erdoğan, yukarıda altını çizdiğim Ak Parti’yi yüzde 45-50 bandında tutacak yeni lider gerekliliğinden kurtulduğunu düşünüp, “bu hızla AK Parti Kasım’da düşük profilli lider ile bile bu oranları nasıl olsa yakalar” der mi?