Geriye dönüp baktığımızda biten yılın bir bakıma kaybedilmiş olduğunu söylemek mümkün. 2011 genel seçimlerinden bu yana siyasetin toplumsal ihtiyaç ve talebi karşılayamadığı görüyoruz.
1987’den itibaren ne siyasal ne de ekonomik olarak yönetilebilmiş ülkede bu yönetimsizlik 2000 ve 2001 ekonomik krizleriyle taçlanmıştı. Toplum 1987-2002 arası tüm seçimlerde birinci partiyi değiştirerek siyasi liderini ve vizyonunu aramış ve bulamamıştı. AK Parti siyaseten ve ekonomik olarak iflas etmiş, dağılmış bir ortamda iktidara geldi.
2002 – 2011 arası iki iktidar süresince AK Parti ekonomiyi yönetmeyi, büyümeyi, kamu hizmetlerinde yaygınlaşmayı ve iyileşmeyi, kamu yatırımlarında büyümeyi başardı. Sağlanan ekonomik büyümenin kalitesi ve sürdürülebilirliği üzerine çok haklı eleştiriler olsa da bu başarının da hakkını teslim etmek gerek.
Ekonomik kalkınma ve küresel ekonomiye ve rekabete entegre olma hedeflerden birisi. Ama bir de bu hedefin öbür bacağı var: Toplumsal dönüşüm ve demokratikleşme.
Bu hedef için devletin demokratikleştirilerek yeniden yapılandırılması, yönetim sisteminin baştan aşağıya yeniden kurgulanması, hukuktan eğitime tüm yapıların reforme edilmesi, toplumda hukukun üstünlüğüne inancın ve hoşgörü eşiğinin yükseltilmesi gibi bir dizi hedefi saymak mümkün.
Sade vatandaş bu hedefleri böyle adlı adınca söyleyemiyor olabilir. Ama sade vatandaş, her gün gündelik hayatın içinde kadın meselesinden Kürt meselesine kadar bu meselelerin yansıması ve sonucu olan bir dizi sorunu yaşıyor.
Siyasal ve toplumsal sorunların çözümü beklentisiyle 2011 seçimleri yapıldı. Tüm siyasi partiler bu ihtiyacı hissettikleri için yeni anayasa vaadiyle seçime girdiler. Başlangıçta anayasa uzlaşma komisyonu kurarak toplumun bu umudu diri tutuldu.
Gelin görün ki 2012 sonuna geldiğimizde hiçbir siyasal ve toplumsal sorunun çözümü konusunda hâlâ kayda değer bir ilerleme sağlayamadık. Hatta çözüm ortamından uzaklaştığımız bile söylenebilir.
Çünkü ihtiyacımız yalnızca yeni kural maddelerini yazmak değil. İhtiyacımız zihniyetiyle beraber kurum ve kuralları değiştirerek yeni bir anayasa yapmak. Yalnızca yazılı kuralları değiştirerek ne kadın meselesini, ne Kürt meselesini ne adem-i merkeziyetçi yönetim düzenine geçmeyi başarabiliriz. Sorunlarımızın tek kaynağı yazılı kurallar değil çünkü.
Üstelik iki ayrı katmanda ve sanki iki ayrı zaman akışında bir hayat oluştu sonuçta. Gündelik hayatın ritmi ve ekonomik hayat değişirken, toplumsal ve siyasal hayat başka bir katman ve zaman seviyesinde, başka ritim ve kurallar ile çalışır hâle geldi.
Siyasi gerilim kadar toplumsal kutuplaşmanın da bir boyutu bu iki ayrı katman ve zamanda iki ayrı hayat yaşanıyor olması. O nedenle tartışmalar ve varılan sonuçlar, verilen hükümler bu denli siyahla beyaz kadar farklı.
Sade vatandaş gündelik hayatın içinde bu farklılığı her gün kendi yaşamında görüyor, hissediyor. Kendi bireysel hayatı üzerinden bakınca daha hoşgörülü, daha umutlu, daha talepkâr iken, ülke hayatı üzerinden bakınca endişeli, kaygılı, korkak. Bizim vatandaşın bilgisizliği, çelişkileri sandığımız şey iki ayrı katman ve zamanın sonucu. İki duygu ve iki talep birarada yaşanıyor.
Toplum bir yandan kültürel ve siyasal kimlik ve talepleri üzerinden kutuplaşıyor, öte yandan bu durumun sürdürülemezliğini de hissediyor.
Bitirmekte olduğumuz yılda bu çelişik gibi görünen hâli bozan durum Kürt meselesinde varılan nokta ve Suriye oldu. Özellikle yaz aylarında bu iki meselenin şiddet sarmalındaki tırmanışla beraber birbirini beslediği ve güçlendirdiği duygusu toplumun algı ve beklentilerini alarma geçirdi. Savaşın ve ölümün bu denli yakında hissedilmesi toplumun ağrı eşiğinin düşmesine yol açtı.
Tüm kültürel, toplumsal ve siyasal farklılıklarına ve bu farklılıklar üzerine yaşadığı gerilime karşın toplum geleceğini risk altında hissetmeye başladı. Tüm duyargalar çalışmaya, her tartışmaya daha bir kulak kesilmeye başlandı.
Hâlâ kutuplaşmanın duygusal ambargoları geçerli iken toplumun ve ülkenin bekası kaygısı iki ayrı katman ve zaman diliminde beraberce yaşanmaya başladı.
Gördüğünüz gibi bu analizde siyasi aktörler, onların hedefleri, siyaset tarzları yok. Siyasi aktörler bu yılda da toplumsal ve siyasal sorunlardan, ihtiyaçlardan, taleplerden beslenen bir siyaset üretmeyi öne koymadılar. Kurumlarıyla, liderleriyle, kanaat önderinden üyesine siyaset dünyası kendi kurumsal ve kişisel hedeflerine kilitlenmiş durumda.
İşte o nedenle de 2012 ülke için siyaseten kaybedilmiş bir yıl oldu.
(Taraf- 31 Aralık 2012)