Bekir Ağırdır

14 Haziran 2011

12 Haziran’ın Ardından (1)

Anımsayacaksınız, seçim öncesi geçen hafta genel bir seçim süreci...



Kazanan yine sade vatandaş

Anımsayacaksınız, seçim öncesi geçen hafta genel bir seçim süreci, partiler, seçim beyannameleri, aday listeleri analizi yapmaya çalışmıştık. Daha çok da seçmen gözünden beklentileri ve seçimin anlamını not etme çabasıydı. Şimdi sonuçlar önümüzde olduğuna göre bu sonuçları analiz etmeye, anlamlandırmaya çalışalım.
Seçime katılım oranı yüzde 87, geçersiz oylar yüzde 2,13 oranında gerçekleşti. Her iki oran da 17 seçim ortalamasından daha iyi. Bir kez daha seçmenin seçme hakkını kullanma konusunda ne kadar duyarlı olduğu ortaya çıktı.
Seçim günü, asayiş ve güvenlik konusunda çok özel olayların gelişmemiş olması da ayrıca dikkat çekiciydi.
Saat 18:30’da sandıkların üçte birinin sayımı ve sonucun tüm ülkeye ilanı tamamlanmıştı. Saat 22’de tüm sonuç biliniyordu.
Bu üç sade not bile ülkenin seçim, seçim altyapısı, iletişim altyapısı, medyanın sonuçları açıklamak ve yorumlamak çabasındaki ustalığı, vatandaşın soğukkanlı ve yüksek duyarlılıkla seçme hakkına sahip çıkışı açısından ne kadar ileride olduğunun göstergesi kanımca. 12 Haziran akşamının birinci sonucu, seçim barajı gibi saçmalığa karşın, bu ülkede genel olarak seçim sisteminin, sistemin yönetiminin, vatandaşın duyarlılığının övünülesi noktada olduğunu gösteriyor.
Artık “vatandaş koyun mu bilinçli seçmen mi?”, “okumuşla okumamışın oyu bir mi?”, “anket şirketleri tüm seçmeni manipüle mi ediyor?”, “seçim sonuçları yollarda değiştiriliyor mu?” gibi zihni sakatlıklar bir yana seçmenin tercihi nelere işaret ediyor sorusuna odaklanabiliriz.
Şu kabule inandım hep: seçmen her bir seçimde, önündeki seçenekler arasında kendine en yararlı ve doğru olanı seçiyor hep.  12 Haziran akşamının temel sonucuna baktığınız zaman da seçmenin kendisi açısından en ideal kombinasyonu ürettiğine kuşku yok. Sorun herkesin, her bir aktörün bu tercihleri ve sonuçları doğru okuması ve anlamlandırması.
Fakat çıkan sonuca bakarak her bir aktörün kendi oy oranını, milletvekili sayısını değerlendirmesi ve yalnızca kendisi üzerinden bir yorum üretmesi eksikli ve hatalı olacaktır. Çünkü 12 Haziran akşamının ikinci temel sonucu ve işareti, her bir aktör, kendininkinden daha çok ötekinin oy oranını, milletvekili sayısını anlamlandırmaya ve anlamaya çalışmasının zorunlu oluşudur.  
Örneğin Ak Parti Kürt meselesini düşünürken kendi yüzde 50 oyu üzerinden değil, neden BDP’li bağımsızların 36 milletvekilliği kazandığını anlamalıdır. Ya da BDP kendi milletvekili sayısının zafer sarhoşluğundan daha çok niçin Ak Parti’nin tüm ülkede 50 olduğunu anlamaya çalışmalıdır. Ya da CHP önceki seçime göre oy yüzdem ve milletvekili sayım arttı demek yerine ötekilerin oy oranının sebebini, niçin Kürt seçmenin hala oyunu alamadığını düşünmelidir.
Bu bakış açısı aynı zamanda gelecek dönem için de ipucu olacaktır. Kendininkinden çok karşısındakileri dikkate alan değerlendirmeler üretebilen siyasi aktör, daha doğru siyaset tarzı ve siyasi pozisyon üretebilecektir.

Seçmen siyasi bir denge yarattı

Üçüncü önemli sonuç, seçmen tercihleri içinde neredeyse ideal kombinasyonu, neredeyse ideal kimyasal formülü üretmiştir.

Seçmen Ak Parti’ye yüzde 50 oy vermiştir ama 330 milletvekiline ulaştırmamıştır. Kısaca seçmen Ak Parti’ye güç vermiş ama yetkiyi sınırlı vermiştir. Ak Parti’nin başarısı tartışılmazdır. Yine de seçim süreci başındaki hedefi olan oy oranından çok 330 milletvekilliğini aşmak olarak özetlenecek temel hedefe ulaşamamışsa da oy oranı itibariyle de Ak Parti’yi zafer duygusundan mahrum etmemiştir.
Seçimin ikinci kazananı kuşkusuz BDP’dir. BDP, seçim öncesi oluşturmayı başardığı ittifak ve aday listesi ile 36 bağımsız kazanmıştır. Asıl önemlisi de BDP, Kürt siyasetinin tüm renklerini içinde çekerek hem Kürt siyasetinde konsolidasyon üretmiş hem de diğer küçük sosyalist parti ve hareketleri de kapsamayı başarmış görünmektedir. 
Kürt meselesi şimdiye dek yalnızca Ak Parti ve BDP’nin meselesi gibiydi, yalnızca bu partiler Kürt meselesiyle meşgul, Kürt seçmenin derdini kendine dert ediniyor idi. Diğer iki büyük partinin bu meselenin içine dahil olmayışları kendi başına psikolojik engel üretiyordu. Şimdi seçmen, özellikle Kürt seçmen bu iki partinin bu sahiplenişini onaylamış ve ödüllendirmiştir.  Seçim öncesi beyanlarıyla CHP’de bu meselede siyaset masasına oturmaya karar verdiğine göre artık Kürt meselesinin parlamentoda ve sivil siyasetin aktörleriyle ve araçlarıyla konuşulması, uzlaşma aranması ve çözüm üretilmesi sürecinde psikolojik engel kalmamıştır. 
Ama ön şart,  Ak Parti’nin de BDP’nin de birbirinin siyasi muhataplığını tartışmadan, kabullenerek, ön şartsız müzakereye başlamalarıdır. 

Bu da yeni bir siyaset dili üretmelerini zorunlu kılmaktadır ki bu da 12 Haziran’ın dördüncü temel sonucudur. 

DEVAM EDECEK...