Baskın Oran

24 Mart 2017

Tam da kayyımlık belediyeler ülkesinde

Bugünle karşılaştırırsak, meğer II. Abdülhamit gerçekten “Cennetmekan Sultan” imiş…

Almanya’dayız. Köln.

Eski gelişlerimden farkı şu: Davet edenler ve etrafımızda olanlar, ekmeklerini kazanmak için 60 ve 70’lerde buraya gelmiş Türkiyeliler idi. Şimdi ise canlarını kurtarmak için buraya kendilerini zor atmış Türkiyeliler. Bu açıdan, II. Abdülhamit döneminden bu yana değişen bişey yok. Türkiye’de yaşaması haram edilenler Avrupa’ya kaçıyor.

Bu kaçkınlar; Celal Başlangıç ve Fehim Işık’ın yeni kurduğu artigercek.com'un başlatacağı TV kanalının açılışı için burada. 81’lik tüvana delikanlı Doğan Özgüden Bruxelles’den gelmiş. Yavuz Baydar, Nice’ten. Cengiz Aktar, Atina’dan. Koray ve Armağan Düzgören, Londra’dan. Can Dündar ve Hayko Bağdat, Berlin’den. Ahmet Nesin, İstanbul’dan. Pasaportlarına el konmuş olmasa kim bilir daha kimler olacaktı.

***

Köln’ün ünlü katedrali DOM’a yani merkeze yakın Belfortstrasse’de Mercure otelindeyiz. Niye burası, herhalde Dersimli müdürün yapabileceği azami indirimi yapmış oluşundan?

Açılış ve ilk yayın başlıyor. Büfe hazırlanmış, yanında çay-kahve var. Ama çok geçmeden içkiler de yetişiyor; burada başarılı bir iş kurmuş Türkiyeli bir çiftin hediyesi olarak. Aynı çift, ertesi akşam da bir İtalyan lokantasında hakikaten lezzetli yemeklerin sunulduğu gecenin sponsorluğunu üstlenecek…

***

Açılışın yapıldığı otelde kalacaktık ama şehrin dışındaki bir köyde, artık kapanmış bir fabrikanın devasa alanı içinde yer alan, yine kapanmış Kanal 10’un yerine kurulmuş Artı Gerçek TV stüdyosuna pek yakın, yan yana iki evden oluşan küçük bir otel ayarlanmış. Pek sevimli. Adı “Uhu”. Kapı girişinde taştan bir baykuş heykeli. Puhu kuşu!

Daha önceki gelişlerimizde de dikkatimi çekmişti: Burada, küreselleşmenin getirdiği koşullar yüzünden artık verimli olmaktan çıkarak Almanya dışına taşınan fabrikalar kapatılıyor. Belediyeler bunları üstündeki bina ve depolarla filan satın alıyor, küçük parçalara bölüyor, sonra ucuz ucuz sivil toplum kuruluşlarına kiralıyor; “Tam da kayyımlık belediyeler” deyişim bu yüzden. Alman İstihbarat Teşkilatı başkanı da Fetöcü çıktı zaten!

***

Program belli değil. Kahvaltıdan sonra diyoruz, biraz gezeriz. Mülkiye’den sınıf arkadaşım Koray ile o zamanlar Mülkiye’ye bağlı Basın-Yayın Y.O.’dan eşi Armağan sağdan direksiyonlu arabalarıyla Londra’dan gelmişler, bizi alıp Ren kıyısına götürüyorlar. Oturmuşuz hoş ve tarihî bir yere, öbür kıyıda tepeye doğru uzanan bağların şarabından tadıyoruz, telefon geliyor programa gireceksiniz diye. Atlayıp dönüyoruz. Ama programa epey varmış. Çünkü hiçbir şey oturmamış, her şey o anda belirleniyor ve düzeltiliyor. Mesela Celal Başlangıç ilk tartışma programını Binnaz Toprak ve benimle yapıyor, ama kulağına bi türlü ses gelmiyor, kaç dakika kaldığını Bonus saçlı kameraman arkadaş uzaktan parmaklarıyla gösteriyor zıplaya zıplaya…

Türkiye’de TV’nin ilk başlayışı aklıma geliyor. Acemilik aylar boyu sürdüydü. Araya durmadan slayt konurdu. Koray hemen alıyor sazı eline:

“Ona slayt denmez cahil, kepşın denir! Biz TRT’de ‘deneme yayını’na Ocak 68’de başladık. Günde 3 saat ve sadece Ankara’da. Devletin bütün imkanlarıyla. Bir sürü setimiz var. Bir sette haber okunuyor, o bitince hadiii tüm kameralar ve kablolar vs. hava durumu setine. O bitince halk oyunları setine. O bitince mesela Cevat Geray abimizin ‘toplum örgütlenmesi’ seti devreye giriyor [C. Geray, 1953 mezunu, Mülkiye dekanı abimiz]. Tabii, her geçişte bi sürü gecikme. Eee, o kargaşayı millete gösterecek değiliz ya, yayına ara veriyoruz, stüdyodaki rezaleti halledene kadar beyni alınmış kuşlar gibi mecburen bastırıyoruz kepşın’ı."

Hatırlamaz mıyım, benim kuşağım hatırlamaz mı şimdi Koray’ın “kepşın” dediği haltı? Sert erkek bir trafik polisi karikatürü, ağzında da “Bir Dakika Bekleyiniz!” balonu. Ne dakikası yav; bekle babam bekle! Artanç Köksal diye bir grafiker arkadaşları bulup çıkarmış bu trafik polisini.

Trafik polisi bitti bitmedi, 12 Mart darbesi oluyor, askerler “Necefli Maşrapa” kepşınını başlatıyor “daha yerli ve milli, Osmanlı” diye… Seyret babam seyret, set değiştirilene kadar maşrapa…

Yahu, nasıl üzülüyorum gençlerin bunları görmemiş oluşlarına! Ayrıca, kendi kuşağından biriyle bunları aynı dilde konuşmak nasıl da zevkli ve rahatlatıcı! Ancak aynı kuşaktan birileri anlar bunu.

Diğer yandan, anlamak deyince, Köln’deki TV denemesinin büyük aksaklıklarını ancak o devasa devlet imkanlarıyla yapılan TRT deneyimini hatırlayınca anlıyorsun… 

***

Eğer okumuş iseniz, Erdoğan rejiminin Avrupa’da (kanuni yasağa rağmen) miting yapma ve reddedilme taktiğini nasıl çatır çatır kullandığını, Avrupa’daki Türkiyelilerin bu reddi desteklemelerinin ne kadar yanlış olduğunu, Erdoğan’ın ekmeğine ne biçim reçel sürdüğünü yazmıştım. Bu sebeple protesto mektupları aldığımı da.

Bu seferki gidişimde beni anlamış olduklarını gördüm sanki. Veya, “misafirdir, idare edelim” mi dediler, bilemiyorum…

***

Otelde internet vardı ama nasıl internetse ve kaç kişi uğraştıysa, benim bilgisayarı sevmedi. Gündelik gazete arşivimi yapamadım diye resmen kurtlandım. Bunun yanı sıra, seyahatlerde bütün düzenim ve özellikle de boşaltım sistemim bozuluyor.

Ama ne gam! Üç gün huzur buldum, Feyhan’la birlikte bulduk: Sabahları kapıyı vuran polis değil, odayı temizlemek isteyen kat görevlisi kadın idi…

***

Diğer yandan, çok önemli bir demokrasi deneyiminin yükselişine tarihsel tanık oldum: Türkiye’nin içinde Tek Adam Rejimi’ne direnen T24 türünden yayınların yanına şimdi de Türkiye’nin dışında Can Dündar’ın ozguruz.org’u ve Köln’deki artigercek.com katıldı. Baskı artınca, Baba Diyalektik icabı içte ve dışta direniş yükseliyor.

Ne gibi? II. Abdülhamit dönemi, 12 Mart, 12 Eylül sonrasındaki gibi…

***

Bitirmeden, en başta söylediğimin bir kısmını geri alayım da Ulu Hakan Abdülhamit Han’ın günahını almamış olayım:

Avrupa’ya kaçan Jön Türklerden yurda dönenleri işe sokardı çünkü intikam almak değildi hedefi; saltanatına yapılan muhalefeti durdurmak idi. Şimdi ise hem bu hedef var, hem sorgusuz sualsiz işten atıp aç bırakmak var, hem de ötesi var: "Öyle bırakmam onu." 

Bugünle karşılaştırırsak, meğer II. Abdülhamit gerçekten “Cennetmekan Sultan” imiş…