Barış Soydan

05 Mart 2018

Yerli sanayi gelişsin diye pahalı ayakkabı giymeli miyiz?

"İdeolojik reflekslerle cevap vermeden önce iyi düşünmek lazım, Trump’la aynı safa düşmek var"

Metro istasyonlarının bana öğrettiği şey, İstanbul halkının büyük bölümünün spor ayakkabı giydiği gerçeği oldu. Yürüyen merdivenle yeryüzüne çıkarken insanın gözü ister istemez hızlı adımlarla yanından gelip geçenlerin ayakkabılarına takılıyor. Yaz, kış, ucuz, pahalı, İstanbulluların çoğu spor ayakkabı giyiyor... Nüfusun ezici çoğunluğunun gençlerden oluşması, bunun nedenlerinden biri olmalı. Diğer yandan spor ayakkabıların birkaç yıl öncesine kadar deri ayakkabılardan ucuz olması da, yaygınlaşmalarında rol oynadı.

2014 yılında ayakkabı ithalatına vergi getirildi.(Deri ayakkabıya yüzde 50, spor ayakkabılara yüzde 30.) Amaç, yerli sanayinin desteklenmesiydi. Spor ayakkabılar yüzde 20-30 zamlandı. Dünyanın en pahalı benzinini kullanmaya alışmıştık, spor ayakkabıyı da pahalı giymeye başladık.

Aradan geçen sürede yerli sanayi gerçekten de gelişti. Yurtdışından yeni makineler getirildi. (Yani yatırım yapıldı.) Daha önce Türkiye’de üretilemeyen ayakkabılar üretilir oldu.

Öyleyse bu yazının başlığındaki soruya “Evet” yanıtı mı vermeliyiz? Milyonlarca tüketici, yerli sanayi gelişsin diye pahalı ayakkabı giymeli mi?

Eskiden olsa bu soruya tereddütsüz evet yanıtı verirdim. Yerli sanayinin desteklenmesi, solun şartlarından biriydi ne de olsa. Sosyal demokrat partiler uzun süre boyunca “ithal ikamesi” politikasını, yani ithal edilen ürünleri üreten sanayinin vergiyle, teşvikle desteklenmesini savunmuştu. Sosyalist solun bir kısmı da bir noktaya kadar yerli sanayiyi destekliyordu. Türkiye Komünist Partisi, “yerli burjuvazinin emperyalizmle işbirliği yapmayan kesimleriyle” ittifak kurulmasını öngörüyordu ve bu politikayı anlatan “Ulusal Burjuvazi” adlı bir kitap bile yayınlamıştı.

Neyse konuyu dağıtmayalım, aradan geçen zamanda köprülerin altından çok sular aktı. “Korumacılık”, yani yerli sanayinin korunup desteklenmesi politikası, solun değil sağın alameti farikası haline geldi. Bunun en son örneğini geçen hafta Amerika’da gördük. ABD Başkanı Trump, çelik ithalatına yüzde 25, alüminyuma yüzde 10 gümrük vergisi koyacağını ilan etti.

Trump, çelik ve alüminyum ithalatına neden vergi koyuyor? Tabii ki, yerli üreticileri korumak için. Bu zaten, seçim kampanyasında en büyük vaatlerinden biriydi. Trump'a karşılık Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton, küresel ticaretin önündeki engellerin daha da kaldırılmasından, bölgesel işbirliklerinin daha da geliştirilmesinden dem vurup durmuştu. Dünya tersine dönmüş, sol sağ, sağ sol olmuş gibiydi. Kafası karışan seçmen bildiğini okudu: Geçmişte Demokratlara oy veren işçi sınıfı (ya da eski işçi sınıfı) bölgelerinde bu kez Trump kazandı. Ve bu sayede ABD Başkanı oldu.

Dolayısıyla Trump’ın şimdi gümrük vergilerini yükseltmesinde şaşıracak bir şey yok. Bunu davul zurnayla ilan etmişti zaten. (Ama sanki böyle değilmiş gibi cuma günü bütün dünyada borsalar fena şekilde düştü. Bu hafta da çalkantının sürmesi şaşırtıcı olmaz.)

Amerika şimdi şu soruyu tartışıyor: Yerli sanayi gelişsin diye insanlar, arabasını, birasını daha pahalı almalı mı? Alüminyuma yüzde 10 vergi gelince Amerika’da bir kutu biranın fiyatının 1 cent, ortalama bir otomobilin fiyatının 175 dolar zamlanacağı hesaplanıyor. Bu daha başlangıç. Çelik ve alüminyumun girdi olarak kullanıldığı sayısız ürüne zam gelecek.

Kimin çıkarı daha önemli? Milyonlarca tüketicinin mi, birkaç çelik üreticisinin mi?

Aynı soru bizim için de geçerli. Ayakkabı ithalatına vergi getirilirken devlet bir taşla birkaç kuş vurmayı hedeflemişti: Yerli sanayi desteklenecek, bu arada Türkiye’nin kronik sorunu olan cari açık azaltılacaktı.

Vergiden sonra ayakkabı ithalatı gerçekten de azaldı. Ama ne kadar?

Türkiye 2014’te 953 milyon dolarlık ayakkabı ithal etmişti. 2015’te bu rakam 794 milyon dolara indi. Geçen yılın ayakkabı ithalatı rakamını bilmiyoruz. Haydi, 600 milyon dolara inmiş olsun. Elli milyar dolarlık cari açıkta 350 milyon dolar tasarruf nedir ki? Cari açıkla gerçekten mücadele etmek için ayakkabı gibi küçük şeylerin değil, petrol, gaz, otomobil, cep telefonu gibi Türkiye’nin ithalat faturasında asıl tutarı oluşturan ürünlerin ikamesini bulmak gerekiyor.

Korumacılık tüm dünyada yükselişte. Trump’ın ardından AB, “Amerika vergi koyarsa biz de Levi’s (ve diğer Amerikan ürünlerine) vergi koyarız” tehdidi savurdu. Önümüzdeki dönemin başlıca tartışmalarından biri, bu konu olacak.

Tartışmaya, Türkiye’de yüksek gümrük duvarlarıyla korunan ürünleri tartışarak katılabiliriz. Dış ticaret açığı birkaç yüz milyon dolar azalsın ve yerli sanayi gelişsin diye milyonlarca tüketici dünyanın en pahalı ayakkabılarını giymeli mi?

İdeolojik reflekslerle cevap vermeden önce iyi düşünmek lazım: Trump’la aynı safa düşmek var.