Bir kağıt fabrikası 1 milyar dolara kuruluyor.* Dünyanın en pahalı yatırımlarından biri. Ancak devletlerin ve büyük şirketlerin altından kalkabileceği bir iş.
Türkiye 1936’da kendi kağıdını üretmeye başlamıştı. Bu tarihte İzmit’te kurulan SEKA fabrikasının yıllık üretim kapasitesi 10 bin tondu. 1944’te kurulan ikinci fabrikayla 11 bin 500 tona çıktı. 1950, 60 ve 70’lerde yapılan yatırımlarla fabrika sayısı 10’a yükseldi. 1980 yılında üretim kapasitesi 617 bin tona ulaşmıştı. Bu tarihte SEKA’da on binden fazla kişi çalışıyordu. Matbaacı bir arkadaşım, “Köylülerden saman toplayıp SEKA’ya götürür, karşılığında kağıt alırdık” diye hatırlıyor o günleri, “SEKA, kuşe hariç bütün kağıtları üretiyordu.”
1980’lerde her şey değişti. Dünyada neoliberalizm rüzgarları esmeye başlamış, özelleştirme denen “mucize” ilaç keşfedilmişti. 1980 Darbesinden sonra SEKA’nın tüm yenileme yatırımları durduruldu. Şirket 1991’de özelleştirme programına alındı. 1995’te 4 ve 7 numaralı fabrikalar, 2002’de 9 numaralı fabrika ve nihayet 2004’te 1 ve 5 numaralı fabrikalar kapatıldı. 2005’te SEKA fabrikaları özel sektöre çok ucuza satıldı... **
Kapatma kararı alınırken SEKA’nın üretim potansiyelinin artık kalmadığı, özelleştirilse bile kağıt üretemeyeceği söylenmişti. Oysa aynı dönemde İzmit fabrikasının yönetimi tarafından hazırlanan ve Selüloz-İş sendikası tarafından yayınlanan bir rapor, 5.8 milyon dolar gibi küçük bir yatırımla üretim kapasitesinin yılda 90 bin tona çıkarılabileceğini ve fabrikanın kârlı bir şekilde yoluna devam edebileceğini savunuyordu.
İzmit fabrikasındaki işçiler özelleştirme kararına karşı direnişe geçtiler, Ocak 2005’te aileleriyle birlikte fabrikayı işgal ettiler. Ama mahkeme, kapatma kararını onayladı. 2005 şubatında SEKA İzmit Belediyesi’ne devredildi. Ve bir döneme damgasını vurmuş olan fabrika arazisine şehir parkı yapıldı.
Türkiye bugün kağıtta dışa bağımlı bir ülke. 80 milyonluk ülkenin ihtiyacını dört - beş büyük ithalatçı karşılıyor. Eskiden kağıt Avrupa’dan geliyordu. Ama Çin her şey gibi bu işe de girdi. Kağıt artık ağırlıklı olarak Çin’den geliyor. Döviz arttıkça kağıdın fiyatı da artıyor.
Kuşe kağıdın tonu dört sene önce 750 Euro’ydu. TL ile yaklaşık 2 bin 250 lira ediyordu. Aradan geçen sürede kağıda dünyada zam geldi, 900 Euro’ya çıktı. Bu arada Türkiye’de Euro patladı, kağıdın tonu 7 bin liraya yükseldi. Kağıt fiyatı birkaç yılda üç kattan fazla arttı.
Üstelik Ağustos’taki kur krizinin patlak vermesinden sonra ithalatçılar vadeli satışı kestiler, peşin çalışmaya başladılar. Nakit paran yoksa artık kağıt alamıyorsun.
Kağıt fiyatındaki akıl almaz artış ve peşinat mecburiyeti, yayıncılık ve matbaa dünyasını felç etmiş durumda. Leman dergisi ebadını küçültüp cep boyutunda çıktı, Aydınlık gazetesi üç gün yayına ara verdi, Milli gazete sayfa sayısını azalttı. Küçük yayıncılar ayakta kalma savaşı veriyorlar. Önümüzdeki dönemde yayınlanan kitap sayısı azalacak. Kültür hayatımız daha da çoraklaşacak.
Ekonomik büyüme teorisinin amentüsü olan bir gerçek var: Kalkınmanın temel girdisi insan kaynağıdır. En son makineleri de alsanız, en büyük fabrikaları da kursanız, eğer insanlarınız eğitimsizse, cahilse, bir yere kadar geliyor, daha ileriye gidemiyorsunuz. (Şu meşhur “Orta gelir tuzağı”.)
İnsan kaynağına yatırım yapmanın yolu, yayına, kültüre, bilime yatırım yapmaktan geçiyor. Onun yerine biz SEKA’yı sattık, parasıyla üzerinden kimsenin geçmediği köprüler yaptık.
İnşaat sektörü öncülüğünde birkaç yıl yüksek büyüme oranları yakalayabilirsiniz ama insan kaynağınız, eğitimsiz ve cahilse çok fazla gidemez, tıkanıp kalırsınız. Türkiye’de de böyle oldu. Gördünüz mü, SEKA’nın özelleştirilmesiyle orta gelir tuzağı arasındaki ilişkiyi?
İhanet kelimesini sevmem. Her önüne geleni hainlikle suçlayanlara karşı alerjim var. Fakat bir şey için illa “ihanet” kelimesini kullanacak olsam, SEKA’nın özelleştirilmesi için kullanırdım.
Ama kullanmayacağım. Çünkü SEKA’nın nasıl özelleştirildiğini çok iyi hatırlayacak yaştayım. Kelli felli ekonomistler, 1980’ler ve 1990’lar boyunca gazeteler ve televizyonlarda, ekonominin kurtuluşunun SEKA’nın (ve diğer kamu şirketlerinin) satışından geçtiğini ballandıra ballandıra anlattılar. Her masala inanan halkımız bu masala da inandı.
Sadece 2000’lerde değil, 1990’larda da sağ partilerin en büyük seçim vaatlerinden biri, özelleştirmeleri hızlandırmaktı. SEKA’yı satıp parasıyla köprü yapacaklarını gizlemediler, tam tersine bunu açıkça ilan ettiler. Halk, bunu bile bile onlara oy verdi. Çünkü kitap değil köprü istiyordu, kitaba değil köprüye değer veriyordu. Üzerinden hiçbir zaman geçmeyecek olsa da.
Hayır, ihanet filan yok. Her şey kör kayıkçının gözlerinin önünde, onun oylarıyla oldu. SEKA, böyle kurban edildi.
* Dört - beş sene önce The Economist’te okuduğum rakam. Son dönemde değişmiş olabilir.
** Prof. Erinç Yeldan, “Assessing the Privatization Experience in Turkey: Implementation, Poltics and Performance Results”, Economic Policy Center’a sunulan rapor, 2005.