Ona Kayseri uçağında rastladım. Pencere kenarında oturuyordu. Ben koridor tarafındaydım. Uçak boştu. Aramızdaki koltuk da.
Yemek servisi yapılırken Kayserili olup olmadığını sordum. Yozgatlıydı. İç Anadolu’nun en eski ve en büyük üniversitelerinden birinde bilgisayar mühendisliği okumuştu. Şimdi Kayseri’de çalışıyordu. Hayır, bilgisayar mühendisi olarak değil. “Patronu aile dostu olan bir şirkette yöneticilik yapıyorum.”
Neden, diye sordum.
-Ne neden?
-Neden kendi işinizi yapmıyorsunuz?
İstanbul’da beş - altı yıl tecrübeli bir yazılımcının ücretinin 7-8 bin liradan başladığını duymuştum. Kayseri’den daha iyi değil miydi?
Soruma soruyla cevap verdi.
-İyi ama beş - altı yıllık tecrübeyi nasıl kazanacağını söyler misiniz bana?
Diğer işlerde olduğu gibi bu işte de başlangıç seviyesinde ücretler düşüktü. Tek başına İstanbul’a gelmek, dört - beş yıl sürünmeyi göze almak demekti. Hayır, buradaki kurulu düzenini söyle bir macera için bozamazdı.
“Zaten benim başka ideallerim var” dedi, kafasını pencereye çevirip aşağıya bakarken. Neredeydik acaba? Eskişehir’in üzerinde mi, Ankara mı?
-Bulutlardan hiç bir şey gözükmüyor.
Meraklanmıştım.
-Nedir sizin idealiniz?
”Özel harekât polisi olmak istiyorum”, dedi aşağıya bakmaya devam ederek.
Şaşırdım.
Yazılımcılar dünyanın her yerinde el üzerinde tutulurken, biraz tecrübe sahibi olanlara Avrupa’dan, Amerika’dan iş teklifi yağarken özel harekât polisi olmak istemek…
-Polisliği seviyor olmalısınız?
Aptalca bir soruydu.
Ama ciddiye aldı.
-Çocukluğumdan beri hep özel harekât polisi olmak istemişimdir.
-Neden bilgisayar mühendisliği okudunuz öyleyse?
-Ailem istedi.
Mekanik bir ses uçağın hoparlöründen Kayseri’ye iniş için alçalmaya başladığımızı duyurdu. Şimdi koltuklarımızı düz konuma getirmeli, kemerlerimizi bağlamalı ve elektronik cihazlarımızı kapatmalıydık.
Kayseri’ye inerken düşündüm. Neden şaşırıyordum ki? Polisliğin kutsal sayıldığı bir coğrafyaydı burası. Hem, Kayseri’de veya Yozgat’ta, üniversiteden yeni mezun bilgisayar mühendislerinin önünde ne gibi bir alternatif vardı ki?
“Teknoloji dünyasında herkesin bildiği ama yüksek sesle söylenmeyen bir gerçek var: Anadolu’dan teknoloji şirketi, startup çıkmıyor” diye yazmıştım, T24’te, önceki yazımda. (Siyasetçi çocuklarının kurduğu birkaç startup’ı saymayalım lütfen.)
Bunun çeşitli sebepleri var. Birincisi, o yazıda da anlatmaya çalıştığım gibi yazılımcılar, sosyal hayatı olmayan, mahalle baskısının güçlü olduğu, iş çıkışında arkadaşlarıyla bira içecekleri tek bir mekanın bile bulunmadığı kentlerde yaşamak istemiyorlar.
İkincisi zaten, Anadolu kentlerinde, yenilikçiliğe, yaratıcılığa uygun bir “eko sistem” de yok. İki genç yazılımcı bir araya gelip diyelim ki, bir zamanlar Apple’ın kurucuları Steve Jobs ve Steve Wozniak’ın Kaliforniya’da yapmış olduğu gibi bir “garaja” kapansalar, komşular şüphelenip polise ihbar eder.
Üçüncüsü ve en önemlisi, yeni bir teknoloji geliştirmek için “garaja” kapanan gençlerin, ihtiyaç duyacakları parayı Anadolu’da bulmaları zaten mümkün değil. Hangi banka KGF ve konut kredilerinin ballı kazancı duruyorken, iki üniversiteliye para yatırır?
Bu ancak İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da olabilecek bir şey. Boğaziçi Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümleri mezunu Tolga Bakkaloğlu, Çağlar Bozkurt ve İlker İnanç’ın hikâyelerinde olduğu gibi. (Üç aşağı beş yukarı Kayseri uçağındaki bilgisayar mühendisiyle aynı yaştalar.)
Bakkaloğlu, Bozkurt ve İnanç, üniversiteyi bitirdikten sonra bir şirkete girip çalışmaya başlamak yerine kendi projelerini geliştirmeye karar verdiler. Ama ne yapacakları konusunda bir fikirleri yoktu. Yine de bu durum, yatırım bulmalarını engellemedi. Daha kuruluş aşamasında, yani ortada bir proje yokken, teknoloji şirketi Netaş ile Kanadalı risk sermayesi fonu Wesley Clover'dan 1 milyon dolar yatırım aldılar. Twentify isimli bir şirket kurup pazar araştırmalarının maliyetini on kata kadar düşüren bir aplikasyon geliştirdiler. Kısa sürede Türkiye’de 200 bini aşkın kullanıcıya ulaştılar. Sonra dünyaya açıldılar. Kanada, Meksika, Güney Afrika gibi ülkelerde de hizmet vermeye başladılar. Bir yatırım daha aldılar. Kanada’da bir ofis açtılar.
Uçak Kayseri’ye iniyor.
Twentify’ın kurucularının kaderini Yozgatlı genç yazılımcı kadının kaderinden ayıran şeyi düşünüyorum.
Ibn Haldun’un dediği gibi “Coğrafya kaderdir.” Bazen kaderi değiştirmek için coğrafyayı değiştirmek gerekiyor. Ama “tek başına, kadın başına” bunu nasıl yapacak?
Kayseri’de güneşli bir hava var. Bu yıl galiba kış gelmeyecek. Apronda vedalaşıyoruz...