Bu satırları Kayseri’den yazıyorum. Kayseri, sermayenin Anadolu’ya yayılmasının sembol şehirlerinden biriydi. 1970’li yıllarda gazete ilanıyla hükümet düşüren TÜSİAD, 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye ekonomisindeki ağırlığını yitirmeye başladı. Bunda TÜSİAD’ı oluşturan büyük holdinglerin gerilemesi değil, 1980’li yıllarda izlenen dışa açılma politikasıyla ihracata başlayan Anadolu şirketlerinin çok hızlı büyümesi rol oynadı. 2000’li yıllara gelindiğinde, Gaziantep, Kayseri, Konya, Denizli ve Bursa gibi kentlerdeki sermaye azımsanmayacak bir ekonomik güce ulaşmıştı. İstanbul sermayesinden ayırt etmek için onlara “Anadolu Kaplanları” adı verildi. Ama siyasetteki ağırlıkları, ekonomik güçleriyle kıyaslanmayacak denli ufaktı. Teşvik mekanizmaları, yasalar, kamu kaynakları, büyük sermayeyi kollayacak şekilde dizayn edilmişti. Siyasete yön veren merkez sağ partiler, İstanbul’daki büyük şirketlerin çıkarlarının temsilcisi konumundaydılar. Ortada bir çelişki vardı. Eğer Marx’ın dediği gibi altyapı üstyapıya yön veriyorsa, ekonomideki değişimin siyasete yansıması kaçınılmazdı.
2001 krizi, içeriden çürümüş olan binayı bir vuruşta yıktı. Sonrasını biliyorsunuz, 2002 yılında Anadolu sermayesinin temsilcisi olarak iktidara gelen AKP, altyapıda çoktan gerçekleşmiş olan dönüşümü üstyapıya taşıyacaktı. Anadolu muhafazakârlığı, iktidarı ele geçirmişti.
1990’ların sonunda ekonomi dergileri “Anadolu Kaplanları”yla ilgili haberlerden geçilmezdi. Anadolu sermayesi bir süre sonra yabancı medya ve akademisyenlerin de ilgisini çekti. 2006 yılında European Stability Initiative tarafından Anadolu’daki iş insanlarının muhafazakârlığını, Avrupa’da kapitalizmin öncülüğünü yapan Kalvinist iş insanlarının muhafazakârlığına benzeten bir rapor yayınlandı. Bu rapor o dönemde Türkiye’de büyük yankı yaratacaktı.
Alman sosyolog Max Weber’in teorisine göre Avrupa kapitalizminin öncüsü olan Kalvinist (ve Protestan) işadamları, çalışmayı ibadet bilmiş, dünya malına tamah etmeden ömürlerini işlerine adamışlardı. European Stability Initiative’ın iddiasına göre Kayseri’deki işadamları da, Kalvinistler gibi çalışmayı ibadet biliyor, dünya malına tamah etmeden ömürlerini sermaye birikimine harcıyorlardı.
2002 yılında ben de Anadolu’daki şirketleri ciro büyüklüklerine göre sıralayan “Anadolu 250” adlı bir araştırma hazırlamış ve bazılarının yönetim kurulu başkanlarıyla uzun görüşmeler gerçekleştirmiştim. Kayseri’deki Kalvinistler raporunu yazanlar bana sorsa hayal gördüklerini söylerdim. (Ama kimse benim fikrimi merak etmiyordu tabii.) Kayseri’deki işadamları, Kalvinistler gibi “çalışarak günahlarını bağışlatmanın” değil, başka ülkelerdeki benzerlerinin peşinde olduğu şeyin peşindeydi: Para, kâr.
Kayseri sermayesi, 15 Temmuz Darbesi sonrasında bu kez kentte gerçekleştirilen FETÖ operasyonuyla gündeme geldi. “Kayseri ekonomisinin yarısıdır” denilecek kadar büyümüş olan Boydak Grubuna devlet el koydu. Boydakların çevresindeki ekosistemde yer alan onlarca şirket de kayyuma devredildi. Onlarca işadamı hapse girdi. Kentteki ekonomik hayat durur gibi oldu.
Aradan bir buçuk yıl geçti. Kayseri ekonomisi bugün ne durumda? “Kalvinistler” şimdi ne yapıyorlar?
Bu hafta Kayseri’deydim. Kentte Boydak’ların yasını tutan pek yok. (Boydak ailesinin hapse girmeyen üyeleri İstanbul’a göç etmiş.) Asıl mesele, kentin asıl ihracat pazarları olan Irak ve Suriye’de iç savaş ve siyasi sorunlar nedeniyle yaşanan daralma. Buna rağmen ihracat bu yıl yüzde 16 büyümüş.
İhracat artışı, Avrupa ve Amerika pazarlarında sağlanan büyümeden kaynaklanıyor. Avrupa ekonomisindeki sürpriz canlanma Kayseri’yi de kurtarmış.
Kayseri ekonomisi günü kurtarıyor ama aslında tıkanmış durumda. Belirli sektörlerin ötesine geçemiyor. Dünyanın biyoteknolojiye, blockchain’e, nesnelerin internetine geçtiği bir dönemde mobilya üretimiyle nereye gidilebilir? Kayseri sermayesi tututuculuğu nedeniyle dünyaya yön veren yeni işlere uyum sağlayamıyor.
Bu aslında sadece Kayseri’nin değil muhafazakârlığın ve AKP’nin açmazı: Biyoteknolojiye, blockchain’e geçmek için tutuculuğu bir kenara bırakmak, ekonomide ve siyasette özgürlükçü bir iklime geçmek şart. Ama doğası gereği bunu yapamıyor. Muhafazakârlık Türkiye’nin önünde artık bir ayakbağı.
Buna karşılık Kayseri sermayesinin tututuculuğu kırdığı bir alan var: Tüketim. Kentteki lüks restoranların sayısında artış var. Mercedes’lerin, Porsche’lerin sayısında da. Eskiden tatil ve eğlence ufukları, hafta sonunda Mersin’e gitmekle sınırlı olan işadamları, şimdi cumartesi-pazar Milano’ya gitmeye başlamış.
Bunun arkasında muhafazakar sermayede yaşanan değişim var. Kayseri sermayesini oluşturan şirketlerin yönetimi birinci kuşaktan, bundan 10 - 20 sene önce okuyup dünyayı görmeleri için Amerika’ya, Avrupa’ya gönderilen gençlerin, ikinci veya üçüncü kuşağın eline geçiyor.
Onlar da para harcamayı seviyor. (Babaları da seviyordu ama taşra kültürüyle büyüdükleri ve ufukları dar olduğu için dışarıdan “Kalvinist” gibi görünüyorlardı.)
Kayseri’de bir gün sona eriyor, İstanbul’a dönüyorum...