Barış Soydan

11 Mart 2019

Erdoğan+Gül+Arınç+Babacan=% 5.9, Erdoğan=% 2.2 

Neden büyük umutlarla iktidara gelen partiler her seferinde ekonomiyi ellerine yüzlerine bulaştırdı?

Bu yazının yayınlandığı gün Türkiye ekonomisinin 2018’in son 3 ayında ve yıl genelinde ne kadar büyüdüğü açıklanacak. Ekonominin son 3 ayda küçüldüğü bir sır değil. Bunu hepimiz çalıştığımız yerlerden, ailemizden, çevremizden görüyoruz. Sektörlerden gelen veriler de şahsi gözlemlerimizi doğruluyor: Ağustos’ta patlayan krizden beri otomobil, beyaz eşya, konut başta olmak üzere, neredeyse her şeyin satışı azalıyor.

2018’in son üç ayında 2 puan mı küçüldük, 3 puan mı, yoksa daha fazla mı? Bu sorunun yanıtını bugün öğreneceğiz. Ama ekonomi yılın ilk yarısında, yani 24 Haziran seçimleri öncesinde hormonlu biçimde büyüdüğü için 2018 yılı ortalaması yine de artı (muhtemelen yüzde 2 civarında) çıkacak.

İşsizliğin resmi olarak yüzde 13’e dayandığı, gerçekte (yani “geniş anlamda”) yüzde 19’larda gezindiği, 24 yaş altındaki çalışma çağındaki gençlerin dörtte birinin ne çalıştığı ne eğitim gördüğü bir ülkenin dişinin kovuğuna bile gitmeyecek bir oran bu.

Daha kötüsü, ekonomi büyük olasılıkla bu yıl küçülecek... Şansımız varsa 2020'de yeniden büyümeye geçeceğiz ama o da belki yüzde 1, belki yüzde 2 ile sınırlı kalacak…

“Dere tepe düz gittik, bir de arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz” sözü Türkiye ekonomisinin durumuna nasıl da uyuyor... AKP Türkiye’yi 17 yıldır yönetiyor. Yolun başında büyük hedefleri vardı. Türkiye dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girecek, Osmanlı küllerinden yeniden doğacak, 21. Yüzyıl Türk asrı olacaktı... Halk da buna inanmıştı.

17  yıl aradan sonra AKP’nin kendinden öncekilerden bir farkının olmadığını öğrenmiş bulunuyoruz.

“Kendinden öncekiler”, derken, Türkiye’yi neredeyse 40 yıl yöneten tek parti iktidarlarını kastediyorum. Prof. Ali Akarca'nın hesabına göre tek başlarına iktidara gelen partilerin dönemlerinde ortalama kişi başına ekonomik büyüme oranları şöyleydi:

DP (10 yıl): % 3.9

AP (5.5 yıl): % 3.2

ANAP (8 yıl): % 2.7

AKP (ilk 13 yıl): % 3.4

Bu partilerin (Yani DP+AP+ANAP+AKP’nin) ortalama kişi başına büyüme oranı yüzde 3.4. (Bu oran, AKP’nin 15 yıllık büyüme ortalamasıyla aynı.)

Yüzde 3.4’le dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek mümkün değil. Yüzde 3.4 büyümeden Osmanlı da çıkmaz. Çıksa çıksa orta boy, pek ciddiye alınmayan bir ülke çıkar. (Neyse ki, her an Avrupa’ya geçebilecek milyonlarca göçmenimiz var da, kendimizi ciddiye aldırmayı başarıyoruz.)

Oysa 2001 Krizi’nin ardından yakalanan hızlı büyüme temposu, Türkiye'nin vasat büyüme döngüsünü bu kez kırabileceğini düşündürmüştü. AKP’nin ilk döneminde kişi başına gelirdeki ortalama artış oranı yüzde 5.9’du. Ama ikinci dönemde yüzde 1.5’e düştü. Üçüncü ve dördüncü dönemlerde ise yüzde 2.2 ile sınırlı kaldı. İçinde bulunduğumuz dönemin ortalaması, muhtemelen bunun da altına inecek.

Eğer korkulduğu gibi “L tipi” bir krize girdiysek, yani birkaç yıl eksi veya 0’a yakın oranda büyüyeceksek, geçtik en büyük 10 ekonomi arasına girmeyi, dünyanın en büyük 20 ekonomisi listesinden bile düşecek, yani G20’den çıkacağız. Tayvan gibi teknoloji devi ülkeler doludizgin büyüyerek Türkiye’ye yaklaşıyor ne de olsa…

Neden böyle oldu? Neden büyük umutlarla iktidara gelen partiler her seferinde ekonomiyi ellerine yüzlerine bulaştırdı?

Prof. Ali Akarca, bu soruya siyaset bilimciler Hall ve Nishikawa’nın çeşitli ülkelerin ekonomilerini inceleyerek geliştirdiği bir tezden yola çıkarak cevap veriyor. (*)

Hall ve Nishikawa’ya göre iktidar partisi içinde farklı güç odaklarının bulunduğu (Onlar bu odaklara “Veto oyuncuları” adını veriyor), istişare mekanizmasının iyi kötü işlediği dönemlerde ekonomi başarılı performans gösteriyor. İstişare zayıfladıkça, yani söz ve karar az sayıdaki odağın veya tek kişinin elinde toplandıkça, ekonomide yanlış yapma ve  yapılan yanlışlarda ısrar etme ihtimali artıyor. Prof. Ali Akarca'ya göre tek parti iktidarlarının ekonomik performansının ters U seyri izlemesinin sebebi işte bu.

Yanlış anlaşılmasın, ters U sadece AKP değil, ondan önceki tüm tek parti iktidarları için geçerli: Demokrat Parti’nin ilk döneminde kişi başına gelirdeki büyüme oranı yüzde 6.9, ikinci döneminde yüzde 2.2, üçüncü döneminde  yüzde 1.3’tü.

Demirel liderliğindeki AP’nin tek başına iktidara geldiği ilk dönemde kişi başına gelirdeki ortalama büyüme yüzde 4.4, ikinci dönemde ise yüzde 1.3 oldu.

ANAP’ın tek başına iktidar olduğu ilk dönemde kişi başına ortalama gelirdeki büyüme, AP gibi yüzde 4.4, ikinci dönemde yüzde 0.9’du...          

Prof. Ali Akarca’nın hesabına göre Türkiye eğer 1950-2015 arasında, tek parti iktidarlarının ilk dönem ortalaması olan yüzde 5.4’le büyümüş olsaydı, kişi başına gelir şimdikinden 5.5 kat fazla olacaktı.

Bu verilerden bir sonuç çıkarmak mümkün: Demokratik kurum ve kurallar oluşturulmadan, parti içi demokrasi sağlanmadan, Türkiye’nin uzun vadeli büyüme rotasına (İktisatçı jargonuyla “patikasına”) girmesi mümkün değil.

Bir ders de İslamcılara ve milliyetçilere: Osmanlı’nın küllerinden yeniden doğmasını gerçekten istiyorsanız (Her ne kadar ben böyle bir şeyi gereksiz ve saçma buluyor olsam da) demokratik kurum ve kurallar ile parti içi demokrasiyi benimsemelisiniz.


(*) Ali T. Akarca, “Political Determinants of Government Structure and Economic Performance in Turkey Since 1950”, “Miracles in European Economies”, 2019 içinde.