Barış Soydan

06 Eylül 2021

Daniel Craig’in mirası ve kapitalizmin adaletsizliği

Türkiye’de bağışlama kültürü neden bu kadar zayıf? Oysa bağışlama, Amerika’nın teknoloji zenginlerinden önce bizim zenginlere gerekli. Türkiye’deki zenginlerin büyük bölümü servetlerini devletten elde ettikleri rantlara borçlular çünkü. Hiçbir yolsuzluğa, kirli işe karışmadılarsa bile çeşitli yerlerde araziler aldılar, devlet vatandaşların vergileriyle oraya metro, havalimanı vs. götürünce paralarını ona, yirmiye katladılar. Ve böyle elde ettikleri servetleri şimdi çocuklarına bırakacaklar. Adil mi bu?

Her gün tonlarca yazılan ıvır zıvır magazin haberlerinden biri diye düşündüm başlığı görünce: James Bond rolüyle ünlenen Daniel Craig, çocuklarına miras bırakmayacağını açıklamış.

Sayfayı kapatıp daha “ciddi” haberlere geçecektim ki Craig’in çocuklarına neden miras bırakmadığını açıkladığı cümleye gözüm takıldı:

“’Eğer zengin ölürsen hayatta başarısız olmuşsundur’ diyen bir atasözü yok muydu?”

Böyle demiş Craig. Böyle bir atasözünü hiç duymamıştım. Hristiyan kültürüyle ilgili bir şey herhalde, diye düşündüm ve “ciddi” haberlere geçmek için klavyeye uzandım.

Ama Craig’in sözü kafama takılmıştı bir kere. Sözün kaynağını araştırmaya başladım.

Yanılmışım, Hazreti İsa değilmiş söyleyen. 19. yüzyılın ortasında İskoçya’dan çulsuz bir göçmen olarak geldiği Amerika’da demir-çelik işinden zengin olan Andrew Carnegie’ye aitmiş bu söz. Orjinali şöyle: “Zengin ölen, gözden düşmüş biçimde ölür.”

Carnegie dediğini yapmış ve ölümünden önce servetinin çok büyük kısmını bağışlamış.

Ben bile bilirim Carnegie’nin ismini. New York'ta ünlü rock ve caz gruplarının konser verdiği, onun adını taşıyan bir salon vardır çünkü (Carnegie Hall).

Carnegie’nin geride bıraktığı sadece bu salon değilmiş meğer. Amerika’nın dört bir yanına dağılmış halk yararına bir kütüphane zinciri ve başka kuruluşlar...

“Eğer zengin ölürsen hayatta başarısız olmuşsundur” sözünü araştırırken İngiliz gazetesi The Guardian’ın yazarı Rebecca Nicholson’ın “Daniel Craig’in servetini bağışlama planı beni heyecanlandırdı” başlıklı yazısına rastladım.

Nicholson, Amazon.com’un patronu Jeff  Bezos gibi milyarderlerin servetlerini uzaya gitmek gibi kendilerinden başka kimseye faydası olmayan zevkler için harcadığını hatırlatarak, Craig’in kararının çok değerli olduğunu söylüyor.

“Bin tane dert dururken Craig’in mirası da nereden çıktı şimdi!” diyeceksiniz. Bu konuyu  T24’e yine de yazmazdım; eğer Rebecca Nicholson’ın miras kurumunu eleştirmek için söyledikleri, Türkiye’ye de cuk oturuyor olmasa.

“İngiltere’de emlak fiyatları o kadar pahalandı ki” diyor Nicholson yazısında, “Ailelerinden miras kalan parayla ev alabilenler ile ailesinden para kalmadığı için ev alamayanlar arasında büyük bir uçurum oluştu.”

Aynı şey Türkiye için de geçerli değil mi? İstanbul’un merkezi semtlerinde ev fiyatları son 10-15 yılda o kadar pahalandı ki, artık karı-koca çalışan orta sınıf bir ailenin, anne-babalarından gelecek para olmadan 1.5-2 milyon liradan başlayan daireleri almaları mümkün değil. Kerim Rota bunu Paraanaliz etkileyici şekilde anlatmıştı.

Emlaktan elde edilen (ve miras yoluyla çocuklara bırakılan) akıl almaz düzeydeki rant artık Türkiye’nin de gerçeği.

İngiliz iktisatçı Guy Standing’in bu konuyla ilgili bir kitabı var (x). Standing, rant gelirlerinin, miras dahil olmak üzere, toplumsal eşitsizlikleri büyük oranda artırdığını söyleyerek, ağır şekilde vergilendirilmelerini savunuyor.

İngiltere için mantıklı olabilir ama Türkiye’de vergi gelirlerinin halka yol-su-elektrik olarak dönmek yerine Diyanet İşleri Başkanı’na yeni zırhlı Mercedes almakta kullanılacağını bildiğim için Standing’in önerisinin işe yarayacağından şüpheliyim. En azından şimdilik.

Ama Guy Standing ve bu arada Rebecca Nicholson bir konuda haklı: Eşitsizlik tarihte görülmemiş seviyelere çıktı. Miras kurumu da bu dengesizliğin bir parçası.

Nasıldı o garip söz: “Eğer zengin ölürsen hayatta başarısız olmuşsundur.”

Sadece Craig ve Carnegie’ye özgü bir hayat felsefesi değil bu. Amerika’daki dolar milyarderlerinin bazıları geçtiğimiz yıllarda servetlerini bağışladıklarını veya bağışlayacaklarını açıkladılar.

Facebook’un kurucusu Marc Zuckerberg ve eşi Priscilla Chan, 2015’te çocukları doğduğunda açık bir mektup yayınlayarak, hayatları boyunca elde edecekleri servetin yüzde 99’unu ölmeden bağışlama sözü verdi.

Microsoft’un kurucusu Bill Gates de üç çocuğuna “servetinin sadece küçük bir kısmını” bırakacağını açıklamıştı. “Çocuklara çok para bırakarak onlara iyilik etmiş olmayız. Başarabilecekleri her şeyi baltalarız. Hayatta kendi yollarını bulmalılar” diyerek.

Gates ve Zuckerberg’in bağışını, “Servetlerinin yüzde birini bile bıraksalar çocukları ömürlerinin sonuna kadar krallar-kraliçeler gibi yaşar” diye küçümseyebilirsiniz.

Doğru ama yine de kabul edelim ki, bir insanın servetinin yüzde 99’unu bağışlamasında, Rebecca Nicholson’ın dediği gibi etkileyici bir yan var.

Türkiye’de servetinin yüzde 99’unu bağışlamış veya bağışlayabilecek bir tane zengin duydunuz mu mesela?

Türkiye’de bağışlama kültürü neden bu kadar zayıf? Yetmiş yaşına doğru hacca gitmenin öbür dünyayı kurtarmaya yettiği düşünüldüğü için mi? Hacdan dönünce aynı dümenlere, aynı rüşvetlere devam ama öyle değil mi?

Oysa bağışlama, Amerika’nın teknoloji zenginlerinden önce bizim zenginlere gerekli. Türkiye’deki zenginlerin büyük bölümü servetlerini devletten elde ettikleri rantlara borçlular çünkü. Hiçbir yolsuzluğa, kirli işe karışmadılarsa bile çeşitli yerlerde araziler aldılar, devlet vatandaşların vergileriyle oraya metro, havalimanı vs. götürünce paralarını ona, yirmiye katladılar.

Ve böyle elde ettikleri servetleri şimdi çocuklarına bırakacaklar. Adil mi bu?

“Tabii ki adil” diyecek çok olacak, biliyorum. Ama gördüğünüz gibi dünyada adil olmadığını düşünen birileri var.

“Eğer zengin ölürsen hayatta başarısız olmuşsundur.” Hayatımda duyduğum en ağır laflardan biri.

İtiraf edeyim ki, James Bond rolünü Roger Moore’un oynadığı yıllarda büyüdüğüm için Daniel Craig’i pek sevmezdim. Yanılmışım. 


 

(x) Guy Standing, “The Corruption of Capitalism: Why Rentiers Thrive and Work Does Not Pay”, 2017.