Almanya ile yaşanan siyasi gerileme rağmen bu ülkeye ihracat doludizgin artmaya devam ediyor. Önce birkaç rakam: Eylül ayında ihracat Almanya’ya yüzde 8.3, Avrupa geneline ise yüzde 10.2 yükseldi. Almanya’ya 9 aylık ihracat artışı yüzde 10’u buldu. Ortada “esrarengiz” bir durum olduğu açık.
T24’teki ilk yazımda bu durumun nedenlerini inceleyip “İyi de hep böyle mi gidecek?” sorusuna yanıt arayacağım. (Korkarım hep böyle gitmeyecek.)
Önce geçen yılın en çok çok ihracat yapan şirketler listesinin zirvesine göz atalım:
1.Ford
2.Tofaş (Fiat)
3.Oyak-Renault
4.Kibar Dış Ticaret A.Ş (Hyundai)
Fark edeceğiniz gibi listenin zirvesinde yer alan şirketlerin tümü otomotiv sektöründen.
Otomotiv sektörü geçen yıl 22 milyar 184 milyon dolarla toplam ihracattan yüzde 17 pay aldı. (Açık ara birinci sektör.)
Avrupa pazarı, otomotiv için kritik bir önem taşıyor. Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 56.1’i Avrupa’ya giderken otomotivde bu oran yüzde 78’i buluyor.
En büyük ihracatçılar listesinin zirvesine geri dönelim. Zirvedeki şirketlerin bir başka ortak özelliği, hepsinin uluslararası sermayeli olması. Bu şirketlerin hangi modeli, hangi ülkede üretecekleri, Türkiye’de değil, Amerika’daki, Fransa’daki merkezlerinde belirleniyor.
Örnek olarak geçen yıl zirveye çıkamayan (ama bu yıl çıkması beklenen) bir şirketin, Toyota’nın Türkiye’de üretmeye başladığı C-HR modelini ele alalım.
Toyota önce hibrit bir SUV modeli geliştirmeye karar verdi. Sonra bu modeli Avrupa’da hangi ülkelerde üretebileceğine baktı. Toyota’nın Avrupa’da Türkiye’nin yanı sıra, Çek Cumhuriyeti, Portekiz, Polonya gibi dokuz ayrı ülkede fabrikası bulunuyor.
En nihayet, ücret seviyesi, enerji maliyeti, hedef pazara yakınlık gibi parametrelerden yola çıkarak Türkiye’de karar kıldı.
Ve Adapazarı’ndaki fabrikasına az buz değil, 450 milyon dolarlık ek yatırım yaptı.
C-HR, geçen Kasım’da banttan iner inmez satış rekorları kırmaya başladı. Bunun da etkisiyle Toyota bu yılın ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre üretimini yüzde 210 artırdı.
Şirketin üst düzey bir yöneticisi, bu satırların yazarına, “Sene sonunda Türkiye’in en çok ihracat yapan firmaları listesinin zirvesinde Toyota’yı görürseniz şaşırmayın” demişti.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin otomotiv ihracatına (resmi veya fiili) yaptırım uygulamaya kalkışması, Toyota’ya, Ford’a yaptırım uygulamak anlamına gelir. Küresel kapitalizmin kurallarını bozmak anlamına gelecek böyle bir adımı atmak hiç kolay değil.
“Hiç bir zaman böyle bir adım atılmaz” demiyorum. Ama böyle bir adım için bana kalırsa, bugünkünden çok daha büyük bir krizin ortaya çıkması gerekir.
İçinizde, “Ne güzel işte, ekonomi siyaseti takmıyor”, diye düşünenler varsa, acele etmeyin, derim.
Çünkü otomotiv sektörü, Toyota, Ford gibi küresel şirketlerden ibaret değil. Bir de otomotiv yan sanayi var.
2017 sonunda Türkiye’nin toplam otomotiv ihracatının 27 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Bunun içinde yan sanayiye, yani frenciye, balatacıya ait olan kısım, 10 milyar doları bulacak. Kısacası otomotiv ihracatının yüzde 40’ını yan sanayi gerçekleştiriyor. Ve yan sanayiden pek de iyi haberler gelmiyor.
Otomotiv yan sanayinde siparişler ortalama 3 yılda bir yenilenir. Siparişi veren Alman müşteri, haydi ona bir isim verelim ve Hans diyelim, 3 yıl sonra duruma bakar: Yola mevcut üreticiyle mi devam etmelidir, yoksa siparişi başka bir ülkeye kaydırmanın zamanı gelmiş midir?
Hans’ın (Cinsiyetçi bir streotip oldu korkarım) yanıtını belirleyen şey, normal şartlarda, maliyet, coğrafi yakınlık gibi faktörlerdir.
Ama normal şartlarda.
Ya Hans’ın Başbakanı, parça tedarikini yaptığı ülkenin lideriyle söz düellosuna girmişse, Dışişleri Bakanı, o ülkeye seyahatin sakıncalı olduğunu açıklamışsa ve Maliye Bakanı, o ülkeden yapılan ithalata verilen krediyi sınırlandırmışsa?
“3 yıl sonra pazarlık masasına oturduğumuzda, Hans’ın siparişlerin bir kısmını iptal ettiğini göreceğiz”, diyor, otomotiv yan sanayi yöneticileri.
Kritik soru şu: Ne kadarını? Siyasi kriz, yan sanayi projelerinin ne kadarlık kısmının iptal edilmesine neden olacak?
Cevap, yine otomotiv yan sanayinden:
“Türkiye ile AB arasındaki kriz bugünkü seviyesinde kalırsa, iptal projelerin yüzde 10’uyla sınırlı kalır. Eğer kriz tırmanarak devam ederse, iptal oranı yüzde 30’u bulur.”
Siparişler azaldığında, ölçek ekonomisi zayıflyacağından, yan sanayinin rekabetçiliği azalacak. (10 birim üretilen bir parçayla 100 birim üretilen bir parçanın fiyatı farklı, haliyle.)
Bu da otomotiv ana sanayinin rekabetçiliğini etkileyecek.
Yan sanayiden daha pahalıya tedarik yapmaya başlayan ana sanayi şirketleri, kaçınılmaz biçimde dünyanın diğer yerlerindeki fabrikalar karşısında rekabetçiliklerini yitirecekler.
Küresel kapitalizm, ırka, dine, dile değil kimin daha ucuza ürettiğine bakıyor çünkü.
***
Keynes, “Uzun vadede hepimiz öleceğiz” demişti. Üç haftanın bile uzun vade sayıldığı bir ülkede üç yıl sonra kim öle, kim kala, denebilir.
Ama bu, otomotivcilerin yüreğine su serpmeye yeter mi, bilemem.
______________________________________________________________