Gündem o kadar hızlı değişiyor ki üzerinde tartışılıp, düşünülecek birçok mesele rahatlıkla gözden kaçmakta.
İşte bunlardan biri, geçtiğimiz Pazar günü Kadıköy’de gerçekleşen kent mitingiydi.
Düzenleyicilerinin kendi ifadeleriyle yolsuzluk operasyonları ile daha ‘görünür’ hâle gelen mitingin en çarpıcı özelliği bugüne kadar düzenlenmiş en büyük kent eylemi olması.
Bunun kadar önemli bir diğer nokta ise, çok merak edilen “Gezi Parkı nereye doğru gidecek?” sorusunun cevabına dair işaretler vermesi.
Kent mitingi gösterdi ki, sokakta oluşan muhalefet kendini yeniden üreterek kalıcı bir şekilde var etme yolunda. Tabi sayılabilecek bir dolu olumlu gelişmenin yanı sıra henüz halledilmesi gereken birkaç zorluktan da bahsetmek gerek.
***
Gezi Parkı süreci sırasında ortaya çıkan çok kimlikli sivil dayanışma devam etmekte: Gezi Parkı protestoları sırasında ortaya büyük bir dayanışma ağı çıkmıştı. Şimdi, bu geniş koalisyonun bileşenleri aralarındaki bağları çoğaltıp, sıkılaştırarak kalıcı bir hareket ağı oluşturma yoluna girmiş durumda. Kent mitingi de bu hareket ağının bir ürünü.
Miting çağrıcı ve katılımcılarının uzun listesi bunun bir göstergesi: Kuzey Ormanları Savunması, Kent Hareketleri, Forumlararası KentselDönüşümle Mücadele Grubu, LGBT hareketi, anti-kapitalist Müslümanlar, Müşterekler, 2B ve kent dönüşüm projelerinin mağdurları, sendikalar, bisikletliler, engelli dernekleri, taraftar grupları, çeşitli çevre grup, dernek ve örgütleri, mahalle insiyatif, dernek ve dayanışmaları, park forumları ve diğerleri.
Bir anlamda miting, çeşitli hareketlerin farklı unsurlarını bir arada tutan bir ‘şemsiye hareketin’ şekillendiğinin habercisi oldu.
Zaten miting sekretaryası dün yaptığı basın açıklamasında İstanbul’un yaşanabilir bir kent olması için mücadeleye devam edeceklerini ve hesap sormaktan vazgeçmeyeceklerini ilan ettiler.
Gezi protestoları ile ortaya çıkan sokak muhalefeti kendine kenti hareketi olarak somut bir mecra bulmakta: Gezi Parkı’nın korunmasıyla başlayan, ölçüsüz polis şiddetiyle kitleselleşen, farklı mağduriyet ve adaletsizliklerin dillendirilmesiyle çeşitlenen sokak muhalefeti artık ete kemiğe bürünmekte.
Oysa dünyanın farklı yerlerinde meydana gelen Gezi Parkı benzeri “işgal et” hareketlerine yöneltilen en büyük eleştirilerden biri somut program ve amaçlarının olmaması.
Gezi Parkı protestolarıyla ortaya çıkan sokak muhalefeti ise bu eşiği aşma yolunda.
İstanbul’un kentsel dönüşüm politikalarının ve ‘çılgın’ projelerin neden olacağı büyük sorunlarla karşı karşıya olduğundan uzun uzadıya artık bahsetmeye gerek yok. İstanbul’un kentsel dokusu, yaşam alanları ve doğası geri döndürülemez bir şekilde bozulmakta. Buna bağlı olarak gündelik kent yaşamının her yönüyle kökten bir şekilde değiştiriliyor olması İstanbulluları büyük bir yıkımın eşiğine getirmiş durumda.
İstanbul’un ve yaşayanlarının karşı karşıya olduğu durumu yaratan –aynı zamanda gittikçe kötüleşen- meseleler yumağını kabaca şöyle tasnif etmek mümkün:
Yurttaşların karar mekanizmalarından dışlanması, ekolojik dengenin bozulması, kamusal yaşam alanlarının ranta dayalı bir ekonomik model çerçevesinde düzenlenmesi, yolsuzluk, farklılıkların bir arada yaşamasının önüne geçilmesi, siyasi iradeden hesap sorulamaması, yaşam tarzlarına müdahaleler…
İşte kent mitinginde yapılan da, çeşitli mağduriyet ve taleplerin sayılan meseleler yumağına referans verilerek kent yaşamı üzerinden birbiriyle ilişkilendirilmesi oldu.
Bunun, İstanbul’un ötesinde, Türkiye’deki genel demokrasi sorunu ile ilgili sembolik bir yanı da bulunmakta. Çünkü İstanbul’un meseleleri aslında Türkiye’deki genel demokrasinin de sorunları. Yani İstanbul için mücadele etmek, genel bir demokrasi mücadelesi anlamına da gelmekte.
Çözümler somut ve net bir şekilde ifade edilmekte: Toplumsal hareketler, adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin altını çizdiği kadar, alternatifler geliştirip, sorunların çözüm yollarını bulma işine de soyunur. Böylelikle, sadece engelleyici bir tavırla yetinmeyip, ‘yapıcı’ bir muhalefet de yapmış olurlar.
Böylelikle, iktidarların ortaya attığı projelerinin, politikalarının ‘kaçınılmaz olduğu’ iddialarının altını oyup, onları köşeye sıkıştırırlar. Bir yandan da, “başka ne yapılabilir ki?” sorusunu alternatif çözüm yollarıyla cevaplayıp, destekçilerinin sayılarını arttırırlar.
Böyle bakıldığında kent mitingine katılanların önüne geçmek istedikleri yasa ve uygulamaların listesi kısaca şöyle:
-Kent ve çevre üzerinde neden olacağı yıkıcı etkilerinden dolayı 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul gibi mega-projelerin iptali;
-Haydarpaşa, Galata, Haliç, Cevizli Tekel’deki ‘rant temelli projelerin’ durdurulması;
-6306 sayılı Afet Dönüşüm Yasası’nın ve Tabiat Varlıkları Yasası’nın iptali ve bu yasalara dayandırılan ‘riskli alan’ ve ‘kentsel dönüşüm’ uygulamalarının durdurulması;
-Kent ve çevre meseleleriyle ilgili hukuki mücadeleyi iyice zora sokan Danıştay Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’unun iptali;
Alternatif çözüm yolları ise kentin geleceğinin kentin yaşayanları tarafından belirlenmesi olarak özetlenebilir. İstenen, kente, kent yaşamına ve doğaya dair konular hakkındaki karar alma mekanizmalarının yurttaşların doğrudan katılımına açılması.
Daha somut olarak istenilen; “İstanbul’un Anayasası” olarak nitelenen 1/100.000 çevre düzeni planının ve alt ölçekli planlarının ‘yaşanabilir bir kent ve doğanın korunabilmesi’ için halkın katılımıyla yeniden düzenlenmesi. Dahası belediye başkan adaylarının rant ilişkileriyle şekillenen dönüşüme karşı çıkma ve daha demokratik ve katılımcı bir kent yönetiminin sözünü vermeleri de taleplerin arasında.
Sokaktaki muhalefet kendisini hâlâ alışılmış parti politikasının dışında ve ötesinde kurgulamakta: Mitinge irili ufaklı birçok siyasi parti katıldı. Ancak mitingin hazırlık aşamasından itibaren üzerinde hemfikir olunan konu siyasi partilerin sadece destekçi olarak yer almasıydı. Amaç, özellikle seçim dönemine girildiği de düşünüldüğünde, siyasi partilerin bu mitingi seçim propagandası fırsatı olarak görüp, hareketin önüne geçmelerini engellemekti.
Çeşitli siyasi partiler bayrak ve flamalarıyla mitinge alanındaydı. Ama desteklerini verirken hiçbiri ön planda değildi. Miting alanına yürüyen kitlenin en arkasında yer aldılar. Miting sırasında hiçbiri rol çalmadı.
Özetle kent mitinginde, partileri dışlamayan ama onların boyunduruğu altına da girmeyen bir tutum sergilendi. Bu da temsili demokrasinin kurum ve aktörleriyle temas edilse de, daha radikal ve katılımcı yeni bir siyaset arayışlarının devam ettiğini göstermekte.
‘Yenilikçi’ ve ‘eğlenceli’ eylem repertuarı oturmaya başladı: Gezi Parkı eylemlerinde klasik eylem biçimlerinin dışına çıkılması, renkli ve mizah içeren eylem biçimlerine başvurulması herkesin aklına kazınan en önemli yeniliklerden biriydi. Eğlenerek de protesto yapılabileceği fikri yer etmiş olacak ki, benzer protesto yöntemlerine miting alanında da rastlandı.
Örnek mi? Kuzey Ormanları Savunması (KOS) grubunun ağaç kostümleri giymiş çocukları; LGBT hareketinin armağanı karşılıklı atılan “Neredesin aşkım? - Buradayım aşkım” sloganı; KOS’la beraber ilerleyen bisikletlilerin zil, düdük ve havaya kaldırdıkları bisikletleri; Galatasaray taraftar grubu Tekyumruk’un hep beraber verdiği ‘Drogba pozu’; ritim grubunun miting öncesi yürüyüşü sokak partisine çevirmesi…
***
Yazının başında bahsedilen zorluklar kısmına gelirsek…
Kendilerini daha iyi ifade edebilmek, mesajlarını daha iyi duyurabilmek ve kendilerini koruyabilmek için durmak bilmeyen polis şiddetini aşmanın yollarını bir şekilde bulmaları gerekiyor.
Zira bu çok çeşitli, renkli ve barışçıl miting de –diğer benzer eylemlerde olduğu gibi- polis müdahalesinden nasibini aldı. Atılan gaz bombalarından kadın, çocuk ve engellilerinde aralarında olduğu büyük bir grup yoğun bir şekilde etkilendi. Müdahale sırasında kalbi duran 64 yaşındaki Elif Çermik ise hâlâ yoğun bakımda.
Öte yandan, medyada çıkan haberlerde, mitingin çeşitliliği ve talepleri yaşanan polis şiddetinin gölgesinde kaldı.
Bir başka zorluk noktası ise, kent hareketinin yakaladığı niteliksel gelişimi nicel olarak da gösterebilmesi. Her ne kadar kalabalık bir mitingden bahsediyor olsak da, Gezi Parkı protestolarındaki büyük kitlenin sayısına yaklaşmak için daha da çaba göstermek gerek.
Ancak her okuyucunun bir sabrı, her yazının da bir limiti var diye hatırlayıp bu zorluklar üzerine tartışmayı bir başka bir yazıya ele alalım.