Aziz Çelik

09 Ağustos 2012

Toplu sözleşme krizinin sorumlusu Çalışma Bakanlığı’dır

Ocak 2012’den bu yana yüzbinlerce işçinin toplu sözleşme hakkı Çalışma Bakanlığı tarafından keyfi biçimde askıya alınmış durumda

Ocak  2012’den bu yana yüzbinlerce işçinin toplu sözleşme hakkı Çalışma Bakanlığı tarafından keyfi biçimde askıya alınmış durumda. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik dün yaptığı bir açıklama ile “toplu sözleşme krizi kısa sürede çözülecek” demiş.

Bakan Çelik’in açıklaması şöyle: “Toplu iş ilişkileri yasası yürürlüğe girmediği için, toplu sözleme yapılamıyor. 500 bin işçinin toplu sözleşmesi ile karşı karşıyayız. İşçilerin mağdur olmaması için çözüm arayışı içindeyiz. Bu konuda son kez 2009 yılı istatistiklerin baz alınması söz konusu olacak. Tarafların da konuya sıcak baktığını biliyoruz. Kısa bir süre içinde sorun çözülecek ve bu yıl da toplu sözleşme görüşmeleri yapılacak.” (Star, 7 Ağustos 2012).

Bakan Çelik’in bu noktaya gelmiş olması önemli ancak bu krizin daha doğrusu keyfiliğin asıl sorumlusu hükümet ve bakanlıktır. Peki nedir bu toplu sözleşme krizi? Kamuoyuna pek yansımadı ancak Türkiye’de 8 aydır toplu sözleşme hakkı fiilen yok.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Ocak 2012’den bu yana toplu iş sözleşmesi hakkını fiilen askıya almış durumda. Bakanlık altı aydır sendikaların toplu iş sözleşmesi yapmak için yaptıkları yetki başvurularına yanıt vermiyor. Bakanlık bu yanıtları vermediği için sendikalar toplu iş sözleşme sürecini başlatamıyor. Böylece anayasal bir hak bakanlığın hukuksuz tutumu nedeniyle rafa kaldırılıyor.

Bakanlığın bu tutumu anayasaya ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu hükümlerine aykırıdır. Toplu sözleşme hakkı anayasal güvence altındadır ve idari bir işlemle veya idarenin işlem yapmaması ile bu hakkın kullanımının engellenmesi anayasa ihlalidir. Bakanlık 8 aydır anayasanın 53. maddesini ihlal etmektedir. Bakanlığın bu tutumu 2822 sayılı yasaya da aykırıdır. Yasanın 13. maddesine göre bakanlık ilgili sendikanın yetki başvurusu üzerine 6 işgünü içinde sendikanın ilgili işyeri veya işletmede çoğunluğa sahip olup olmadığını bildirmek zorundadır. Bakanlık değil 6 işgünü 8 aydır bu yazılara cevap vermiyor. Oysa idare keyfi işlem tesis edemez veya anayasanın ve yasanın bağlayıcı hükümlerinin gereğini yapmaktan kaçınamaz. Anayasa ihlali ve görevi ihmalle karşı karşıyayız.

Peki bakanlığın bu hukuksuzluğu yaparken gerekçesi ne? Bakan Çelik’in açıklamasında da yer aldığı gibi gerekçe olarak 2821 ve 2822 sayılı mevcut sendikal yasalar yerine çıkarılması planlanan Toplu İş İlişkileri Yasa tasarısının kanunlaşmamış olması ileri sürülüyor.

Bu gerekçeler inandırıcı değil. Bilindiği gibi bakanlık yasa gereği Ocak ve Temmuz aylarında sendikal istatistikleri yayımlıyor ve bu istatistiklere göre yüzde 10 işkolu barajını aşan sendikalar eğer işyerinde de yüzde 50’den fazla üyeye sahiplerse toplu iş sözleşmesi yapabiliyor.

Bir 12 Eylül kurumu olan yüzde 10 işkolu barajı uygulandığında sendikaların ezici çoğunluğu yetkisiz kalıyor. Çünkü gerçek sendikalaşma oranı yüzde 6 civarında. Bu nedenle yıllardır fiilen yüzde 10 barajı uygulanmıyor. Bakanlık gerçek durumu yansıtmayan eski istatistikleri yayımlıyor.

Ancak 2009 yılında yapılan bir değişiklik nedeniyle bu “idare” etme durumu da imkansız hale geldi. Değişikliğe göre istatistiklerin artık SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) verilerine uygun olarak açıklanması gerekiyor. Ancak çözülmesi gereken yaman bir çelişki var! Yüzde 10 barajı varken SGK kayıtlarına göre istatistik açıklamak birkaç sendika dışında tüm sendikaların yetkisiz kalması demek. Bu yüzden önce yüzde 10 işkolu barajının kaldırılması veya sembolik bir düzeye düşürülmesi gerekiyor. Ancak burada bir başka engel var. İşkolu barajlarının bir ölçüde düşmesini sağlayacak TİİK tasarısı işverenlerin direnci ve AKP’nin de bu dirence teslim olması nedeniyle yasalaşamıyor. Çalışma Bakanının bu direnci aşıp bakanlığınca hazırlanan tasarıyı yasalaştırmaya gücünün yetmediği ve hükümetin Çalışma Bakanını değil işveren örgütlerini dikkate aldığı anlaşılıyor. Sonuçta Bakanlık bu saçmalığın faturasını işçilere ve sendikalara kesiyor.

Bakanlık 2009 Temmuz ayından bu yana üç yıldır sendikal istatistikleri yayınla(ya)mıyor. Sendikal istatistiklerin yayımının ertelenmesi için bir kaç kez özel yasal düzenleme yapıldı. Şu anda ise bu konuda da bir keyfilik var. Bakanlık Ocak ve Temmuz 2012 istatistiklerini yasal bir dayanağı olmamasına karşın yayımlamadı. Oldu bitti yaptı. Oysa 2822 sayılı yasa Ocak ve Temmuz aylarında istatistik yayımlanmasını zorunlu.

Hükümetin bu konudaki tutumu samimi değil, tam bir oyalamaca ve çifte standart uyguluyor. 10 yıldır sendikal yasaları demokratikleştirmeyen hükümet, 2009’dan bu yana yaşanan bu tıkanmayı aşmak için bir çözüm üretmiyor, topu taca atıyor. Komisyonlardan geçen tasarı işveren engellemeleri yüzünden genel kurula inmedi ve yasalaşamadı. Sonunda ortaya bugünkü tablo çıktı.

Oysa yapılacak iş basit. İşkolu barajını kaldırmak ve istatistikleri SGK verilerine göre açıklamak. Bunu yapamıyorsanız eski istatistiklere dayanarak sendikaların taleplerine yanıt verirsiniz olur biter. Hükümet ve bakanlık bunları yapmak yerine işçileri mağdur ediyor.

Türkiye’de 8 aydır toplu sözleşme hakkının askıya alınmasının arkasında hükümetin işverenlerin görüşleri doğrultusunda hareket etmesi yatmaktadır. Ancak bu bile bakanlığın basiretsizliğini ve keyfiliğini açıklamaya yetmez. Bakanlık hangi cüretle anayasal ve yasal bir zorunluluğu aylardır askıya alabiliyor? Sendikalar aylardır bakanlığın eski istatistikleri esas alarak yetki işlemlerini yapmasını istedi ama bakanlık kıpırdamadı. Nihayet 8 ay sonra bakan bu noktaya geldi. Günaydın diyelim!

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 8 aydır sürdürdüğü anayasa ihlaline derhal son vermeli ve toplu sözleşme hakkını askıya alma tutumundan vazgeçmelidir.