Aytun Aktan

14 Ağustos 2016

Olay yeri; yaşlanmak mı, yaş almak mı?

İtalya’daki yaşlı çifte kadar gitmeye gerek olmadan algılarımızı açar, etrafımızdaki yaşlı insanları daha iyi görebilir ve neye ihtiyaçları varsa elimizi uzatabiliriz

Ağustos ayının başında gazetelerde ve sosyal medyada yer alan bir haber vardı.  Bunca kargaşanın içinde kaçınızın dikkatini çekti bilmiyorum. İtalyan polisi yaşlı bir çiftin evinden gelen sesler dolayısıyla komşularından ihbar alıyor ve yola çıkıyor. Olay yerine vardıklarında yalnızlık, yaşlılık ve umutsuzluk buluyorlar. Böyle bir suç mahallini sarı bantlarla çevirmek mümkün değil. Görünürde işlenmiş bir suç da, suçlu da yok. Polisler 84 yaşındaki Jole ve 94 yaşındaki kocası Michele için bir şeyler yapmak istiyorlar. Çünkü bu çiftin tüm apartmanda yankılanan ağlama seslerinin sebebi dünya üzerindeki nefret dolu haberler, dünyanın kötülüğü ve elbette ki kendi yalnızlıkları. Çiftle konuştuklarında 70 yıldır evli olduklarını, dışarı pek çıkmadıklarını, kimsenin onları ziyarete gelmediğini ve komşularının da çoğunun tatilde olduğunu öğreniyorlar ve sohbet sonrası onlar için evde bulabildikleri malzemelerden makarna pişiriyorlar. ‘Olay yeri’ incelemesi böylece tamamlanıyor, sorun geçici olarak çözülüyor.

Yaşlılık, yetişkinliğin bir uzantısı olarak yaşam süresinin ileriki döneminde fiziksel ve ruhsal değişimlerin görüldüğü bir evre olarak tanımlanmakta. Korktuğumuz ve bundan dolayı görmezden geldiğimiz ama kaçamayacağımız bir süreç aslında. Bir taraftan sağlıklı ve uzun yaşayabilmek için atmadığımız takla kalmazken; sporlar, diyetler, vitaminler, erken tanılar vs. gerçekte kendimizi yaşlanmaya ne kadar hazırlıyoruz?

İstatistikler ortalama insan ömrünün uzadığını söylüyor. Refah seviyesi yüksek Avrupa Birliği ülkelerinde 83,2 yaş olarak verilen ortalama yaşam süresi, Türkiye’de 78 yaş. Rakamların içinde kaybolmayalım diye cinsiyetler arasındaki farklılıkları yazmıyorum ama  bilesiniz ki kadın ömrü erkeğe oranla biraz daha uzun. Bu yazımda ülkemizde böyle yaşlara gelebilmenin aslında şans olduğundan, ölmenin yüzlerce kolay ve ucuz yolu varken, hayatta kalmanın çok zor olduğundan falan bahsetmeyeceğim. Konuyu dağıtmamak için kendimi tutuyorum.

Yaşlılık sınırı 65 yaş. Tabi her 65 yaşına gelene yaşlı demek haksızlık ama çalışan insanların sosyal haklarının belirlenmesi için kabul edilmiş bir sınır bu. Tıbben de doğruluk payı var. Yaşlılık döneminde; derinin incelmesi ve esnekliğini yitirmesi, boyun kısalması, kas kuvvetinin azalması, kemiklerde kalsiyum kaybına bağlı olarak kemik yoğunluğunun azalması, görme ve işitmede problemler gibi çok sayıda fizyolojik değişim gözlenmekte. Yaşlılıkta görülen bu tür değişikliklere “fizyolojik yaşlılık” adı veriliyor yani doğal bir süreç.

Yaşlanmak ile yaşlı hissetmek farklı iki kavram ve bu görecelilik kişisel olduğu kadar kültürel değerlerle de ilgili. Mesela şehirde yaşayan 50 yaşında evlenmemiş bir kadınla, erken yaşta evlenip çocuk, sonra da torun sahibi olmuş aynı yaştaki kadın için algı tamamen farklı olabilir. Ya da kişinin kendini nasıl hissedip, ifade ettiği ile ilgili de bu tanımlama değişiklik gösterebilir.

Yaşlılık dönemine adaptasyon gösterememek beden sağlığı ne kadar iyi olursa olsun kişinin umutsuzluk, depresyon, kaygı bozuklukları gibi sorunlarla karşılaşmasına yol açar. Depresyon sanıldığının aksine yaşlı popülasyonda çok yaygın ve tedavisi daha zor bir psikiyatrik bozukluk. Ekonomik problemler, emeklilik, çocukların evden ayrılması, yakınların kaybı ve sosyal rollerde azalma gibi çeşitli durumlar önemsenmesi gereken, ciddi değişiklikler. İşe yarama duygusundaki azalma bazı kişilerde işi bırakamama halinde karşımıza çıkabiliyor mesela. Yani onlar aslında işkolikliğin arkasına sığınarak hayata tutunmaya çalışan insanlar. Orta yaşlardan başlayarak, devamlılık sağlanabilecek hobiler edinmek, bu kölelik sistemine mecbur olmadığımızı, başka hayatların da mümkün olduğunu bize gösterebilir.

Geriatri, ‘yaşlı tıbbı’ olarak adlandırılır. Hayatın ilerleyen yıllarında, kişilerin sağlığının korunması, hastalıklarının önlenmesi, toplumdan soyutlanmadan yaşamlarını sürdürmeleri ve çok yönlü değerlendirmelere dayalı tedaviyi hedef alan bilimsel uygulamaları içeren bir bilim dalı. Çok sayıda hastalığın özellikle yaşlılık döneminde ortaya çıkması, kronik süreçlerde devam etmesi, tedavisinin daha hassas yapılması gerekliliği böyle bir bilim dalını zorunlu kılmıştır. Hafıza bozuklukları ve hareket kısıtlılıklarının artması ile yaşlı popülasyonun alacağı sağlık ve bakım hizmetlerinin kaliteli personellerle yürütülmesi ihtiyacını beraberinde getiriyor. Bunun alt yapısını çok iyi kurmak gerekli. Hem Sağlık Bakanlığı, hem de konu ile ilgili Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ortak çalışırsa övündüğümüz genç nüfusumuzla geçmişin gençlerine mahcup olmayız.

Beden sağlığı kadar ruhsal sağlık da çok önemli. İtalya’da hıçkırarak ağlayan çift işte bu çöküntünün ve umutsuzluğun sembolü benim için. İtalyan polisi makarna pişirerek sorumluluklarının bitmeyeceğini düşünüp bu çifte iletilmek üzere mesaj kutusu açmışlar ve ne yemek, ne para desteği istemişler. O yaşlı çiftin sadece ilgiye ve biraz da umuda ihtiyacı olduğunu düşünmüşler.

Kalabalık ve geleneksel yaşamdan kopmamış ailelerde yalnızlık çok büyük bir tehlike değil. Ama şehir yaşantısı tam bir kurt kapanı. Bu sorunla ilgili olarak sosyal devlet sorumluluğuna sahip belediyelerin çok iyi çalıştıklarını ve yaşlılar için yaşam alanları kurduklarını, sosyal faaliyetler ve kurslar düzenlediklerini söyleyebilirim. Günümüzde huzurevi kavramının da değişerek yaşlıların terkedildiği bir yer olmaktan çıkıp, aynı yaş grubu insanların, bir arada yaşayabilecekleri, mutlu olabilecekleri yuvaya dönüşmesi gerekir diye düşünüyorum. Sahip olduğu evi bağışlayarak böyle yerlere taşınan, yalnız kalmak istemeyen veya bakım hizmeti almak durumunda olan bir sürü insan var. Çocuk sahibi olmak yaşlılıkta yalnız kalmamanın garantisi değil maalesef. İmkanı olan tanıdıklarım yaşlılıklarında da arkadaşlarıyla bir arada, keyifle  yaşayabilecekleri alanları kendileri kurgulamaya başladılar bile. Bu konuda hazırlık yapıp, sakin bölgelerden arazi alan, yan yana evler yaptıranların sayısı az değil. Tabi bunlar hep ekonomik imkanlarla ilgili ama bilinmeli ki devletin de bu konuda yaptıkları da az değil.   

İtalya’daki yaşlı çifte kadar gitmeye gerek olmadan algılarımızı açar, etrafımızdaki yaşlı insanları daha iyi görebilir ve neye ihtiyaçları varsa elimizi uzatabiliriz. Bebeklere gösterdiğimiz şefkat gibi sabırla, özveriyle bakmalı, anlamaya çalışmalıyız yaşlı insanları. Yeni yaşamlar umut demek ise, yaşanmış olanlar da tecrübedir. Onlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Eğer yaşlanmak gibi bir şansa sahip olursak, ona adapte olup, yaşamdan zevk almaya devam etmenin çok çeşitli yollarını bulabiliriz. Bunun hazırlıklarını o yaşlara varmadan yapmak, bilinen sürprizleri azaltacaktır. Yeter ki sağlıklı olalım ve yarınlarına inandığımız, umutlarımızın tükenmediği bir ülkemiz olsun.