Kibritçi Kız masalını bilirsiniz. Sonu ölümle biten, pür güzelliğin, safi iyiliğin kazanamadığı, geleceğe ilişkin umudun kalmadığı ender masallardandır. Yoksulluğun nasıl da can yakan, buz gibi bir gerçek olduğunu anlatır bize. Şimdi benim yaptığım da iş mi? Yaz gelmiş, kapıdan bir ayağını içeri sokuyor, diğerini kararsız bekletiyorken, soğukla, açlıkla baş ederken, hayaller kurup donarak ölen zavallı bir kızdan bahsediyorum.
Soğuğu değil de açlığı unutmayın diye konuya böyle başladım. Belki sonra geleceğe ilişkin hayaller de kurarız. 102. gün bugün. Tam 102 kez, 24 saatler birbirini kovaladı ve iki insan açlık grevlerini hala sürdürüyorlar. Artık sağlık açısından kritik sınırlara gelindi. Gerçekten de toplumun gözünün önünden derdest edilip, kaldırıldıklarından beri bu direniş yok sayılmaya başlandı. Zaten öncesinde de çok cılız ses bulmuştu. Onlar yıllarca kendilerini yetiştirip, emek verdikleri işlerinden alıkonmaları ile ilgili uğradıkları haksızlığa karşı durmanın başka yolu kalmadığını düşündüklerinden beri bu eylemdeler. Bizler de kalabalık gündem yutturmacası içinde her gün yeni bir olayı konuşup, tartışıp ötekine geçiyoruz. Sanki on çeşit yemek pişirmiş ev sahibinin misafirleriyiz de tabağımızdaki daha bitmeden ha bire yenisini yemeye zorlanıyoruz. Zengin iftar sofraları gibi diyeyim bu ay için en anlaşılır örnek olsun. Ama siz gene de iftarda yediklerinizi değil de tüm gün nasıl aç kaldığınızı hatırlayın. Saatler bittiğinde oturduğunuz sofraya oturmayı 102 gündür ret eden bu iki insanın sadece su, tuz, şeker ve B1 vitamini aldıklarını unutmayın. Üstelik açlık hissi artık onlar için alışıldık, belki de kolay olanı. Artık ağrılar çekiyorlar, yere basamıyorlar, kalplerinde yetmezlik bulguları başladı. Kısa süre sonra da beyin hasarı başlayacak, ya enfeksiyondan ki hapishane koşulları da bunu biraz hızlandırıyor olabilir, ya da çoklu organ yetmezliğinden ruhları küçücük kalmış bedenlerini terk edecek. Biz doyduğumuz her sofradan utanarak kalkacağız.
Doymaktan, gülmekten, sevmekten mahcup olunur mu? Yerkürenin bu parçasında doğan bizler için çok normal artık bu his. Eğer biraz gönül gözümüzle bakabiliyorsak etrafımıza hep başımızı öne eğiyoruz utançtan. Başkaları için hiçbir şey yapamıyor olmak korutucu. Çünkü bu kimsenin de bize ihtiyacımız olduğunda yardım edemeyeceği demek biraz da.
CHP bu korkuyu nihayet, derinden hissetti ki ‘Adalet Yürüyüşü’ başlattı. Nihayet demek biraz gecikmiş anlamını taşıyor. Bu gecikmenin telafisi ancak eylem sonuca ulaşabilirse, kitlelerin gönüllerine sinerse ve şimdiye kadar sessiz kaldıkları diğer tutuklamaları da kapsar ve kucaklarsa anlam kazanır. İstanbul’a, Maltepe’ye ulaşmak yetmez, Silivri’ye, Edirne’ye, Diyarbakır’a kadar yürünürse, hatta koşulursa belki anlamını tam bulur. Adalet hepimiz için ortak ihtiyaç. Yemek, içmek, nefes almak gibi, özgürlüğün güvencesi. İşte bu yürüyüş kibritçi kızın yaktığı kibrit çöplerinden biri benim için. Hayallerde kalmayan, umut olabilen bir hareketin başlangıcı olsun. Zira kutu da fazla kibrit çöpü kalmadı.
Gene de hayallerimizin, umutlarımızın tükenmediği mutlu pazarlar olsun. Ve tabii tüm babaların babalar gününü kutlu olsun.