Aysel Sağır

29 Ağustos 2024

Yine de şehre yeni bir film gelebilir ama gülümseme!

Kurbanlar ve katiller gibi iki kutupsal nesnenin hâkim olduğu bu tek boyutlu hikayelerde, mekansal boyut da yok denecek kadar az. Öyle ki bir oda, bir sokak ya da boş bir arazide başlayıp; bir cezaevi ve bir mezarlıkta son buluyor


Bir baba en büyüğü on dört, en küçüğü ilki yaşında olan dört çocuğunu öldürmek kastıyla boş bir araziye götürüp tabancayla ateş ediyor; çocuklardan biri ağır yaralanırken üçü ölüyor.

Başka bir yer(ler)de ama aynı zamansal çerçevede birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay önce ya da şimdi bir adam eski karısının kafasına birkaç el ateş ediyor, başka bir yerde başka adamlar kimi bıçaklayarak, kimi boğarak, kimi yakarak, kimi yüksek bir yerden atarak, kimi de döverek eski karısını ya da sevgilisini öldürüyor.

Yok hayır, distopik atmosferin hâkim olduğu, kriminal olaylarla yoğrulmuş kurgusal bir filmde ya da bir romanda geçmiyor bu anlatılanlar.

Bu ülkede geçiyor…

Yani bu ülkenin gerçekten gerçek yaşamından geçiyor.

Hikâye derken (düzeltmekte yarar var), hikayeler asıl olarak “mış, muş, dı, du” gibi son ekleri alarak biterler.

Bu hikâye ise yani bizim hikayemiz, hız kesmeden devam ediyor. Her gün, her saat dünyanın trajedi hafızasına yeni bir boyut katarak çoğalan hikayelerimiz bunlar.

Ve şimdilik anlaşılacak gibi de değil. Ama anlayabilmek için de biraz zaman gerekiyor.

Ama daha birini anlamadan, diğeri gerçekleşiyor!

Hepsi öldürme üzerine başlıyor ve öldürme gibi kesin bir darbeyle de son buluyor.

Kurbanlar ve katiller gibi iki kutupsal nesnenin hâkim olduğu bu tek boyutlu hikayelerde, mekansal boyut da yok denecek kadar az.

Öyle ki bir oda, bir sokak ya da boş bir arazide başlayıp; bir cezaevi ve bir mezarlıkta son buluyor.

Son derece sevimsiz, son derece de iç bunaltıcı olduğundan, insanın ne izlemeye ne duymaya ne de okumaya içi elveriyor.

Şimdi bir yerlerde birileri bu yazıyı okurken “keşke sadece bu kadar olsa…” diye iç geçiriyor muhtemelen. Yaşanmakta olanlar sadece kadınların ve çocukların erkekler tarafından öldürülmesi olamayacak kadar vahim olabilir elbette.

Ama, bundan ötesi var mı!

En vahim olanı da artık tüm bu olayların bir kıymet-i harbiyesinin kalmaması.

Benzeri olayların her gün ve sık sık yaşanmasının haber değeri olmadığı gibi trajedinin sınırlarını bile zorlayacak durumların “baba dehşeti, koca/sevgili dehşeti…” başlıklarıyla servis edilmesi yaşananları daha da basitleştirip normalleştiriyor.

Henüz daha çok taze olan olay, yani dört çocuğun babası tarafından öldürülme olayını “baba dehşeti” diyerek bir kenara atamayız. Eski karısının kafasına profesyonelce, usta reflekslerle defalarca ateş eden adamı ve diğerlerini de…

Film demiştik ya, kötü olayların yaşandığı bir filmi izlemek yerine bizi hayallerimizle buluşturup, duygularımıza ve hislerimize renk katacak filmleri tercih edebiliriz.

Ama bu filmde tercih yapma lüksümüz yok ne yazık ki!

Ve ne yazık ki, gün geçtikçe herkesin bu filmlerin içinde kendini bir oyuncu olarak bulması hiç de zor olmayacakmış gibi gözüküyor.

Fakat yine de gerçek kendisine uygun kurgulanırsa (Kemal Burkay’ın dizelerinin çağrıştırdığı türden) şehre umut dolu, yeni bir film gelebilir.

Ama gülümseme!