Aysel Sağır

02 Mart 2014

Milyonlarca dolar, kaç tepsi baklava eder?

Çocukla hırsız(lık) yan yana gelince oyun olur sadece. Ama çocukluğunuzu hoyratça ötelemiş, üstünü de hırsızlıkla örtmüşlerdi. Yaşlarınız kaçtı? On bir, on iki yaşlarında olmalıydınız.

Çocukla hırsız(lık) yan yana gelince oyun olur sadece. Ama çocukluğunuzu hoyratça ötelemiş, üstünü de hırsızlıkla örtmüşlerdi. Yaşlarınız kaçtı? On bir, on iki yaşlarında olmalıydınız. Ergen çocukların yemeye çok ihtiyaç duyduklarını okumuştum bir yerde. Zaten büyümek için yemeliydiniz de. Siz çocuklar, vitrinde baklavaları görünce dayanamadınız mı? Haklısınız ben de olsam aynısını yapardım. Paranız yoktu, yoksul bir aileden geliyordunuz, açlık dürtünüz sizi o vitrinin arkasına geçip, baklavaları afiyetle midenize indirmenizi emretti. Siz de aynısını yaptınız. Bir tepsi baklavayı bile yiyemediğinizden eminim. Sonra eve gittiniz. Muhtemelen mutlu da oldunuz. Mışıl mışıl uyumuşsunuzdur kim bilir. Ama ertesi gün başınıza gelecekleri bilmiyordunuz. Şunun şurasında baklava “çalmıştınız” sadece, nereden bilecektiniz. Bir oyun gibiydi oysa. Baklavanın lafı mı olur (?) Temiz kalbiniz, çocuksu duygularınızla size büyük bir suçlu muamelesi yapılacağını tahmin bile edemezdiniz.

Geleneğimizde, -sözüm ona- inançlarımızda vardı açları doyurmak, biraz da bu ritüelden aldığınız izin duygusuyla yediniz o birkaç dilim baklavayı. Oysa ertesi gün alnınıza bir kara leke gibi yapıştırıldı o baklavalar. Gazetelerin sürmanşetlerinde yer aldınız. Size merhamet edenlerle, yaptığınızın suç olduğunu savunanlar olarak toplum, ikiye ayrıldı. Gözleriniz bantlı, yanınızda jandarmalarla yer aldınız gazete sayfalarında. Tutuklanmıştınız, yanınızda “şanlı” devletin “güvenlik görevlileri”yle yatacağınız cezaevinin yolunu tutmuştunuz.

 

Huzursuzluk, bir salgın hastalık şimdi

Sizi o halde gördüğümde dünyanın bütün baklavalarını ayaklarınızın altına sermek istedim. Çocukların kahramanlarını ödünç alıp, size ceza veren hakim ve “güvenlikçi”lerle oracıkta hesaplaşmak için sabırsızlandım. Sonra etrafıma baktım, sokaktaki insanların yanına koştum, yapılan haksızlığı bütün gücümle anlatmaya çalıştım. Kollarından çekiştirdim insanların, “gidip o çocukları kurtaralım” dedim. “Ne yapmışlar ki, bayramlarda, sokaktan geçene bile ikram edilen baklavayı izinsiz yemişler” dedim. Haykırıyordum, “koşun onları kurtaralım” diye. Ama öylece kımıltısız duruyor, hiçbir şey olmamış gibi yüzüme bakıyorlardı. Size yapılanları umursamadıkları gibi sanki beni de görmüyorlardı. Toplum kapkara, geçişi önleyen bir duvar olmuştu. O duvarlara kör bir kelebek gibi çarpa çarpa bittim. “Büyük kentlerin doğumundan beri gözlenen telaş, sinirlilik ve huzursuzluk bir salgın hastalık gibi yayılıyor şimdi, tıpkı bir zamanlar veba ve koleranın yayıldığı gibi…”

 

Daha iyi bir dünyayı tasarlayamayınca…

Şimdi nerdesiniz? Zira geleceğiniz yediğiniz o baklavaları daha hazmedemeden kararmıştı. “Şanlı” devletin en üst kademelerinde yer alanların çaldığı iddia edilen milyon dolarları duydunuz mu peki? Sizi inciteceğimden korkarak sorabilir miyim? Neler hissediyorsunuz? Kızıyorsunuz biliyorum size sahip çıkamadığımız için. “Tüm bunlar sizin toplumunuza müstehak, iki yüzlüsünüz çünkü’ dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Adorno’da size katılıyor çocuklar, toplumu çürümüş burjuva değerlerin esir aldığını söylüyor. Bu çürümüşlükle, size sahih çıkamadığı gibi, gerçek hırsızlara da hesap soramıyor. “Burjuva değerlerinde bir zamanlar iyi ve temiz olan her şey, bağımsızlık, sebat, basiret, ihtiyatlılık gibi özellikler bütünüyle çürüdü, kirlendi” diyor Adorno. Ve şöyle devam ediyor: “çünkü burjuva varoluş biçimleri hunharca korunurken, ekonomik önkoşulları aşınıp gitmişti. Mahremiyet, aslında gizliden gizliye zaten özdeş olduğu mahrumiyete bıraktı yerini bütünüyle. Tikel çıkarlara o inatçı bağlılığa şimdi bir öfke de karışıyor: Daha farklı, daha iyi bir dünyayı artık tasarlayamamanın öfkesi. Masumluklarını yitirdikleri anda habisleşiyor burjuvalar. Küçük bahçeyi sanki epeydir bir ‘emlak’ haline gelmemiş gibi şu anda bile şefkatle sulayan ama girmek isteyebilecek yabancıyı da korkuyla geri çeviren el, siyasal mültecinin sığınma talebini de reddetmiştir çoktan. Şimdi nesnel olarak tehdit altında olduğu için, yöneticilerin ve asalaklarının öznelliği de tümüyle insanlık dışı bir içerik kazanmaktadır. Böylece gerçekleştirir kendini sınıf: Dünyanın gidişine yön veren tahripkâr iradeyi üstlenerek, kıyamet habercisi hortlaklar gibi yaşamaya devam etmektedir burjuvalar.”