Kabataş senaryosu dile getirilirken, asıl cinayet(ler) Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Abdullah Cömert… öldürülerek gerçekleştiriliyordu. Kabataş kurgusu iktidar ağzından her demeçte bir replik daha eklenerek bağıra bağıra Gezi isyanının karşısında adeta bir kalkan olarak kullanılırken, devletin polisi tarafından öldürülenlere bir yenisi daha ekleniyordu…
Geçtiğimiz günlerde bir haber meteor taşı gibi üzerimize düştü. Ortada bir süre salındı ve hızla gitti. Ama hafızalara bir çizik atmıştı. Mısır’da yapılan bir düğündü; damat ve gelin bir kafese girdi… Düğün IŞİD temalıydı. Bir süre önce IŞİD tarafından bir kafeste diri diri yakılan Ürdünlü pilotun katledilmesi kutsanıyordu. Gelin ve damadı o kafes ve yapılan katliam fazlasıyla motive etmiş olsa gerek -pür neşe- büyük bir enerjiyle oynuyorlardı. İnsanlığın tarihi hafızası bunu kayda geçti… Zira insanlık vahşetin, saldırının… sosyal yaşamda –canlı canlı- onaylanıp, estetize edilmesiyle karşı karşıyaydı…
Mısır’ın ardından son zamanlarda birbirlerini -üstten yapılandırmayla- kültürel ve sosyal benzerlikte aratmayan- Türkiye’ye de benzeri meteor, daha doğrusu Kabataş düşecekti. Önceki gün Kabataş tüm Türkiye’nin üzerine düştü. Geçtiğimiz yıl RTE’nin gezi olaylarını tanımlarken kullana kullana siyasi, ideolojik formül haline getirdiği; “baş örtülü bacı”ya taciz, hatta tecavüz girişimi motifleriyle donatılmış Kabataş olayı kurgusu, büyük bir yalan olmanın ötesine taştı. Tıpkı Mısır’daki düğünde yaşanan -sosyal hayatta vahşetin estetize edilmesi gibi- yalan bile olamayacak bir kurgu dramatik dokunuşlu vicdan söylemleriyle kutsandı. Böylelikle insan aklı ve sağ duyusuyla -ki burada vicdan sonra gelir- oynayanlar, adalet duygularını manipülatif söylemlerle sömürerek gerçeklik algısına bir kez daha tecavüz etti. Hem de bizzat güç ve iktidar dilinin, uygulamalarının neden olduğu kadına yönelik her türden tacize, şiddete… karşı geliştirilmiş dili kullanarak.
Toplumsal algı süikastı
Yeni Şafak, Star, Sabah, Yeni Akit ve Türkiye gazeteleri ile A Haber’den 15 yazar, önceki gün köşelerinde “Diliniz Kaba, vicdanınız Taş” ortak başlığıyla, iktidar ve güç karşısında var olma mücadelesi verenlerin dilini kullandı. “Kadın beyanı esastır…” türünden asla gerçek yaşam söylemlerinde kullanmadıkları terminolojiyi çalan iktidar yandaşları, bu ortak başlıklı yazılarıyla neyi kurtardı? Kurgu olayın karakteri (‘karakterli’ olarak yanlış anlaşılmasın!) Zehra Develioğlu’nu mu? Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’ye atmasyonlarıyla toplumsal algının zedelenmesi cinayeti işleyen Develioğlu için “Sanki cinayet işledi” ifadesini kullandı. Ancak Selvi, söz konusu ifade ve yaklaşımla baltayı taşa vurdu. “Cinayet” demeden önce durmalıydı. Gezi’nin neredeyse diğer bir yüzü haline getirilmiş Kabataş senaryosunun filmi televizyon ekranlarında sözlü olarak yaşatılırken, bir cinayet değil, onlarca cinayet işleniyordu.
Zaten kimse zinhar -Develioğlu’nun iddia ettiği saldırıya- tanık olmak bir yana, hiçbir hukuk kurumunun delil adına bir şey bulamadığı Kabataş senaryosu dile getirilirken, asıl cinayet(ler) Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Abdullah Cömert… öldürülerek gerçekleştiriliyordu. Kabataş kurgusu iktidar ağzından her demeçte bir replik daha eklenerek bağıra bağıra Gezi isyanının karşısında adeta bir kalkan olarak kullanılırken, devletin polisi tarafından öldürülenlere bir yenisi daha ekleniyordu. Şimdi sormak gerekiyor kimin dili kaba ve vicdanı taş?
Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi görünmesi
Geçeklik algısı üzerinden yapılan her türden saldırının çoğunluk üzerinde oluşturduğu benlik yitimi de bir cinayet değil mi? Egemen medya ve kültür endüstrisi “hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü” ortamları yaratmakta son derece usta olduğunu hatırlatmaya gerek var mı (?)
Adorno’nun da belirttiği gibi “her haber, her düşünce daha önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize. Böyle bir ön-biçimlendirmenin tanıdık izini taşımayan şeylerse inandırıcılıktan yoksun bulunuyor, çünkü kamuoyu kurumları ortaya sürdükleri her şeyi bin türlü olgusal kanıtla ve top yekun iktidarın el koyabildiği her çeşit makullük aylasıyla donatabiliyorlar…
Bu türden basınçlara direnen doğrular, imkansız görünmenin yanında, kültür endüstrisinin son derece yoğunlaşmış yayım aygıtıyla yarışamayacak kadar da güçsüz kalıyor…