Aysel Sağır

23 Aralık 2016

Cam kırıkları...

Her şey olup bittikten sonra ellerine açıp baktıklarında, avuçlarının içinin öncekinden de daha boş olduklarını göreceklerdir.

Yaklaşık yüz yıl önce (1938),  Alman Naziler, Yahudilerin iş yerlerini, sinagoglarını, evlerini yakıp yıktıktan sonra sokakları cam kırıkları kaplamış, cam kırıkları da etrafı ışıltıya kesmişti. Cam kırıklarıyla gecenin iç içeliği, tarihe “Kristal Gece” diye yazıldı. 

Tarihin kötü anılar hanesine yazılan benzeri geceyi geçtiğimiz hafta biz de yaşayıp geçtik... Nereye, ne şekilde yazıldığını ise bilmiyoruz. Etraf cam kırıklarıyla dolu. Üstelik hiçbir ışıltı da yansıtmıyor.

Öfke, kin, intikam harekete geçirilip dolaşıma sokulduğunda, gerçek neden de geri çekilip, yeniden ortaya çıkmak için zamanını bekliyor. İntikam, nefret güdüleriyle etrafa saldırarak, yakıp-yıkanlar, içlerindeki kinin nasıl, ne zaman, niye biriktiğini bilselerdi keşke...  Zira en diplerde bırakılarak unutulmuşluğun, değersizliğin ölümcüllüğünü her nefes aldıklarında duyumsayanlar, -sahte toplumsal bir onayla- harekete geçirildiklerinde, hiçliklerinden sıyrıldıklarını sanırlar. Aşağılara, daha aşağılara itilmenin, geleceksizliğin, çocukluklarından itibaren yüz yüze kaldıkları şiddetin hesabını sormanın vakti gelmiştir. Ama nasıl?

Birileri onları zaten rahatlıkla bulacaktır. Hep oradadırlar. Orada, çamurların içinde kımıltıları bilinir. Gözlem altındadırlar zira. Başlarını o bataklıktan çıkarmak isteyip istemedikleri önemli değildir, bu istekleri, inisiyatifleri köreltilmiştir. Tüm bunlara onlar adına başkaları karar verecektir. Bunun da yeri ve zamanı vardır. Zamanı geldiğinde...

İşaret edilen yerlerde...

Zaman gelmiştir. Sürünenlere, üstlerine basılanlara ellerinden alınan yaşam olanakları için yanlış adres(ler) gösterme zamanı. Onları yönlendirenler bir taşla iki kuş vuracaklardır.  Sözüm ona, içlerinde birikmiş kini, nefreti akıtmak için bir olanak sunulmuştur onlara. O kadar çok beklemişlerdir ki, yakıp yıkarak, yok ederek birikmiş bütün intikamlarını aldıklarını sanırlar. Sefaletlerinin, geleceksizliklerinin, hiçlik çukurlarında debelenmelerinin tek sorumlusu; kişi, parti, kurum, sembol, renk... olarak uzayıp gidecektir. Yani neresi işaret edilmişse orası... Bu işaret edilen yerlerde üzerlerindeki çamur daha kurumadan haykırarak boy göstermelerinde aldatılmışlıklarının hüznü vardır. Herkes tarafından görünür olmanın coşkusuyla kendilerinden geçerler ama görünürlükleri başladığı gibi bitecektir. Kötü bile olsa kendilerine verilen rolün ömrü, parlayıp sönen bir ateşin ömrü kadardır. Bahtsızlıklarından yırttıklarını, hayata söz söylediklerini sanırlar. Geçici de olsa sahaya çıkarıldıkları için  sevinç duyarlar ama bu çıkışla, bir yerlerde kırıntı halinde kalmış umutları da yok olur.  Zira her şey olup bittikten sonra ellerine açıp baktıklarında, avuçlarının içinin öncekinden de daha boş olduklarını göreceklerdir.

Yerinden koparılan isyan

Kendilerini esir alan her türden sefaletin, eğitimsizliğin, geleceksizliğin, değersizliğin bağlı olduğu yer neresidir diye bir kez bile sormadıklarından, yanıt(lar) da olmayacaktır. Korkutulmuşlardır, bu yüzden işaret edilen yerlere saldırmaları çok kolay olur. Haksızlığa karşı insanın özünde yatan isyan duygusunun saptırılmış halidir haykırışları. Gerçek yerinden koparılıp cellatlarının hizmetine sunulan...  

Korkutulanlar dürtüklenerek saldırıya geçirildiklerinde, üzerlerinde çokça denenmiş korkuyu nasıl taklit ettiklerine dair yapılmış yüzlerce araştırma var. Hepsinin de yolunun üzerinde iktidarlar duruyor. Dıeter Duhm’ın Kapitalizm ve Korku’da belirttiği gibi, yukarıdan uygulanan zor, nefret üretmekte, nefret, aşağıya doğru boşalmakta ve orada yeniden nefret” üretmektedir. Tabii buna, nesnesini yitirmiş nefret ve intikam demek daha doğru olur.

Duhm şöyle devam ediyor: 

Bu gücün altında ezildiği için, ondan nefret etmektedir; ama aynı zamanda, şimdiye kadar yalnızca fantazi ya da özdeşleştirme yoluyla pay alabildiği şeyi iktidar ona müjdelediği için, bu güç gözlerini kamaştırmaktadır. İktidarın ona müjdelediği, saygınlıktır, rütbedir ve üstünlüktür, korkudan kurtulma ve büyüklerle güçlülerin dünyasına katılmadır. Güç, ona yeni bir kendi-değer duygusu müjdelemektedir. Güç onun için, boyun eğen rolünden emir veren rolüne geçme, yeni rol değiştirme anlamına gelir. Saldırıdan yana kendisinde depo etmek zorunda kaldığı ne varsa, şimdi ondan narsisist bir boşalmayla kurtulacaktır...