“Felaketler güzel günleri sever” cümlesiyle 1912’de başlayan dizide, Cevat Şakir ve İtalyan karısının güneşli bir günde İstanbul’a dönmeleri felaketin habercisidir. Büyükada’daki köşklerinin gül kokulu bahçesinde tehlike çanları çalar. Şakir Paşa, gelinini denizde çıplak yüzerken gördüğünde pamuk ipliğine bağlı aile saadeti yavaş yavaş sarsılır. Ada bir mıknatıs gibi çekilir Aniesi’ye.
Türkiye’nin sanat tarihine yön vermiş Kabaağaçlı ailesini, âdeta bir tuvale dönüşmüş jenerikle tanıtmak çok zekice. Jenerik, izlediğimizin gerçek değil de İngilizcede yapay anlamındaki “artificial” kelimesini hatırlatan “art/sanat” olduğunu, canlı renklerden oluşan tablolarla haykırır.
Büyükada’da çekilmiş bir aile fotoğrafını andıran dizinin tanıtım posteri, jenerikteki yağlı boya tablolar gibi kurgusal. Fotoğrafın icat edildiği on dokuzuncu yüzyılda, fotoğrafların tarihe tanıklık ettiği düşünülürdü. Bir hikâye yazarı olan fotoğrafçının filtresinden gerçekliğe göz kırptığımızı unuturuz.
Dizi gerçek bir ailenin hayatından esinlenmiş olsa da Annem Ankara’nın aksine dönem dizisi olma iddiası yok. Yunan filozof Platon’un dediği gibi gerçeklikten en az üç katman uzağız. Namıdiğer Halikarnas Balıkçısı’nın ailesinin hikayesi; senaristin, yönetmenin ve fotoğrafçının filtresinden geçmiş. Bir sahnede Şakir Paşa’nın ve gelininin fotoğrafı çekildiğinde sanat içinde sanat izleriz. Meta dizi, tarih bilgimizin temsilleriyle sınırlı olduğunu üstüne basa basa vurgular.
İtalyan gelin (Denise Capezza) ise ressamlara poz veren bir model. Şakir Paşa’nın (Fırat Tanış) kendisine hediye ettiği bir tablo sayesinde Büyükada’daki köşke karşı bir aidiyet duygusu hisseder. “Burası benim evim. Siz burayı evim yaptınız” der teşekkür ettiği Şakir Paşa’ya. Evi yuva yapan bir sanat eseridir. Böylece dizi gerçeklik taslamak yerine neredeyse her sahnede kurgusallığını yüzümüze vurur.
Özel bölümde, Cevat Şakir karısıyla İstanbul’a dönüşüyle felaketi başlatmadan önceki zamandayız. Şakir Paşa, torunu Füreya Koral’ın torunu Serra Şenol Boyvat’ı evinde ağırladığında farklı tarihi dönemler kesişir. Hiç tanışmayacak aile fertleri, kurgusal bir platformda buluşur.
Boyvat’ın ziyareti sırasında setin yangın fotoğrafını gördüğümüzde Şakir Paşa ailesinin tarihi ile dizinin tarihi kesişir. Yanmış köşkün fotoğrafı, dizi tarihini belgeler. Şakir Paşa misafirine, “Bir dahaki sefere sizi köşke bekleriz. Şimdi orada tadilat var” dediğinde kurgu ve gerçeklik arasındaki dans zirvededir.
Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar' dizisinin platosunda çıkan yangından bir an
Tilbe Saran’ın anlatıcı olduğu dizide kadın merkezli bir tarih anlatımı var. Osmanlı tarihi üzerine kitap yazan Şakir Paşa’nın hatıratını yazacak olan torununun torunu Boyvat. Aileyi ziyaret ettiğinde önce Paşa’nın ablasına sonra da karısına söz verir. İki kadın da geçmişten bir hikâye olarak bahseder. Kadınların hatıralarından oluşan bir tarih anlatımı izleriz.
Gelin ön planda olsa da ben en çok İsmet Hanım’ın (Vahide Perçin) hikayesini merak ediyorum. Şakir Paşa, yatılı okulundan eve dönen oğlu Cevat’ı haşlar. “Keşke ölseydin!” der küçük oğluna. Öfke krizi geçirir ve karısını boşar. Neden bir anne, oğluna hiddetle bakan kocasına döner ve yıllarca kızlarının tabiriyle gıkı çıkmaz?
Bahadır Karataş’ın yönettiği ve Hande Altaylı’nın senaryosunu yazdığı dizinin adının Mucizeler ve Skandallar olmasına gerek var mı? Leyla: Hayat… Aşk… Adalet dizisinin ismi gibi her hikâyede mevcut temaları buluşturur. İlk Türk gravür sanatçısı Aliye Berger ve seramik sanatçısı Füreya Koral’ın ailesinin kendisi bir mucize. Sesi ve sözleriyle bizi etkileyen bir anlatıcının hikâyesinin ismi daha özenle seçilebilirdi.
Bir yangının küllerinden doğarken lineer ve erkek egemen tarih anlayışından sıyrılan Şakir Paşa dizisinin özel bölümünü mutlaka izleyin.